Aradığınız Kitabın Adresi İndirimler ve Kampanyalar 19 Yıldır Güvenle

"Bizim oksijenimiz kitap!"

Mart 2019

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçerken yaşanan dönüşümün önemli kararlarından biri, başkentin İstanbul'dan Ankara'ya nakledilmesiydi. Bu karar, sadece siyasetin merkezini değiştirmiyordu. Aynı zamanda kültürel birikimin toplanacağı yeni bir havuz ortaya çıkmıştı. 1920'lerde orta halli bir Anadolu kasabası görünümündeki Ankara, yeni kimliğini hızla benimsedi. Şehrin, günümüzde pek çok önemli temsilcisi bulunan ilk kitapçıları da o tarihlerde kuruldu. 1980'lerin ikinci yarısından itibaren Sanat Kitabevi'nde Ankaralı kitapseverlere hizmet sunan Ahmet Yüksel; kendi tecrübeleri, meslek büyüklerinden dinledikleri ve okuduklarından hareketle Ankara kitapçılığının yakın geçmişine bir seyahate çıkardı bizi. Ulus'ta kurulan ilk sahaf tezgâhları, merkezin 1950'lerde Kızılay'a kayışı; eski konaklardan, Bâlâlı eskicilerden sahaf dükkanlarına akan envai çeşit kitap ve tabii insanlar ve anılar... Ahmet Yüksel rehberliğinde 100 yıllık bu gezide bize eşlik etmek isterseniz buyrun...

Ahmet Yüksel - Sanat Kitabevi Sahaf

Sahaflığın Ankara'daki tarihi ne kadar geri gidiyor?

Geçen senelerde Ankara sahaflarından iki ağabeyimizi, iki ustamızı kaybettik. Biri Etem Ağabey (Coşkun), öteki de Turgut Baba (Koraltan), nam-ı diğer Külüstür Turgut. Birer yıl arayla gittiler. Onlarla birlikte çok bilgi, çok hatıra da gitti. Onlardan dinlediğim, o kuşaktan başka meslektaşlarımdan öğrendiğim kadarıyla Ankara'da Cumhuriyet öncesinde de sahaflar var, ama pek kayda değer değiller ya da kayıtları yok da biz bilmiyoruz. Şehir, Osmanlı'nın son döneminde çöküşe uğruyor, malum. Bizim meslektaşlar Cumhuriyet'le birlikte ortaya çıkıyor, daha doğrusu mesleğimiz tebarüz ediyor. Başkent olunca birçok bürokrat, milletvekili geliyor ve bunlar beraberinde kitap getiriyorlar. Rize mebusu Ali Zırh var mesela, Ankara İstiklal Mahkemesi'nin üç Ali'sinden biri. Deniyor ki Ali Zırh Ankara'ya iki vagon kitap getirmiş. Ben ihtimal veriyorum buna, çünkü yıllar sonra Ali Zırh'ın kitapları bizlere de nasip oldu.

Turgut Koraltan (Külüstür Turgut) Sanat Kitabevinde - Kasım 1993 Turgut Koraltan (Külüstür Turgut) Sanat Kitabevi'nde - Kasım 1993

Siz de gördünüz yani?

Evet. Vefatından sonra muhteşem kütüphanesini Gavur Ali (Ali Rıza Özsoy) alıyor. O da rahmetli oldu, eski meslektaşlarımızdandı. Kitaplarının ilk sayfasında Osmanlıca bir inisyal vardı, exlibris diyemem. Osmanlıca Ali yazıyor; karşılıklı, müsenna. Altında da "Zırh, Rize Mebusu" ibaresi var. O kitaplar çok tipikti. Mesleğe başladığım yıllarda o kadar çok Ali Zırh kitabıyla karşılaşırdım ki... Şimdilerde bulamıyoruz.

Genel bir kütüphane miydi, ihtisas kütüphanesi mi?

Hukukçuydu Ali Zırh. Bir dönem İstiklal Mahkemesi savcılığı yapmış. Hukuk kitapları ağırlıklı tabii ama her konuda kitap vardı. Osmanlıca, Fransızca kitaplar hatırlıyorum. Muhteşem bir kütüphaneymiş, çok kaliteli kitaplar çıktı... O yıllarda kitabın bollaşmasının bir sebebi de üniversite tabii. Ankara Üniversitesi'nin üniversite olarak teşekkülü 1946 ama öncesinde, 1925'te Hukuk Mektebi açılmış. 1938'de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmuş, Mülkiye İstanbul'dan taşınmış. Bilim adamları geliyor böylelikle. Önemli bir kaynak da Almanya'dan, Hitler'den kaçan bilim adamları. Onların bir kısmı Ankara'ya geliyor. Geldiklerinde kitap bulamıyorlar. Bir kütüphane kurmak istiyorlar. Dönemin Ziraat Bakanı Muhlis Erkmen, Yüksek Ziraat Mektebi bünyesinde bir kütüphane kurulmasına önayak oluyor. Adına önce Muhlis Bibliothek denmiş, daha sonra TC Genel Kitaplığı olmuş. Daha da sonra YZE (Yüksek Ziraat Enstitüsü) Kitaplığı demişler, damgalar böyle gidiyor. Bu Alman hocalar Almanya'da bir kampanya açmış. Alman Matbaacılar ve Yayıncılar Birliği desteklemiş kampanyayı. Ve toplanan kitaplar vagonlarla Ankara'ya getirilmiş, 2. Dünya Savaşı öncesi, birçok kitabı Hitler'in "Kültür Devrimi"den kurtarmışlar.

Hepsi Almanca mı?

Büyük çoğunluğu Almanca, Fransızca da var. İngilizce çok az... Sonra kitapçılar açılmaya başlamış. Önce yeni kitapçılar ortaya çıkmış. En ünlüsü Balkan göçmeni iki kardeşin kurduğu Akba Kitabevi. Sonra Çankaya Kitabevi, Berkalp Kitabevi en bilindikleri.

Nerede?

O yıllar için Ankara'da bir merkezden söz ediyorsak yalnızca Ulus, eski adıyla Hakimiyet-i Milliye Meydanı. Yanan meşhur Maarif Vekaleti binası var, sonra yerine Ulus İş Hanı inşa edilmiş, onun karşısında şehir çarşısı yapılmış. Orada açıyorlar kitapçı dükkânını. Cumhuriyet öncesinde Hacıbayram Camii civarında dini kitap satan yerler de var. Bugün de varlıklarını korur bu kitapçılar, daha çok dini kitaplar ve bir kısım hac malzemeleri satarlar. Ankara'da kitapçılığın parlak dönemi 40'lı yıllar. Denizciler Caddesi'nde bizim sahaflar tezgâh açıyor o yıllarda. Aralarında ünlü isimler var; mesela Vasfi Mahir Kocatürk! Bir küçük dükkânı var, Buluş Kitabevi. Niyeti satmaktan çok almak, daha çok kendine kitap sağlıyor. Enver Behnan Şapolyo baş müdavimi, Reşat Nuri Güntekin de sıkça takılıyor. Her ikisi de Vasfi Mahir hocanın ahbapları. Bu arada cadde boyu, Pulcu Emin (Emekli başgediklisi), Konyalı İbrahim, Komünist Osman, Urfalı Mustafa (Güloğlu), Çopur Mahmut, Pulcu Ahmet (Gülkök), Gavur Ali (Ali Rıza Özsoy), Külüstür Turgut (Koraltan), Aydın Sami Güneyçal, Baki Kurtuluş, Turhan Polat gibi namlı sahafların küçük dükkân veya tezgahları var. Osman Yüksel Serdengeçti'nin de yayınevi yazıhanesi var. Ama sahaflara da bulaşmış, ufak tefek alıp satıyor. Denizciler Caddesi serüveni bu minval üzre epey sürüyor. Yenişehir, yani Kızılay bölgesi yapılınca Ankara'nın merkezi buraya doğru kayıyor. Bizim kitapçılar da her zaman olduğu gibi merkezkaç kuvvetinin etkisiyle buraya kayıyor.

Merkez ne zaman değişiyor?

50'li yılların sonunda. İhtilal'den sonra merkez, Kızalay'a oturuyor. Yeni kitapçılar olarak meşhur Akay Kitabevi var, Akba da şube açıyor. Tümen Kitabevi var, daha sonra Bilgi Kitabevi ve Kültür Kitabevi açılıyor. Bizimkiler de Kocabeyoğlu Pasajı'nda konuşlanıyor. Epey bir zaman orada icra-yı faaliyet ediyorlar.

50'lerde kaç sahaf var?

15-20 kadar. Kocabeyoğlu'nda dükkân açanlar içinde meşhur Ferit Devellioğlu sözlüğünün yayıncısı Aydın Sami Güneyçal ve Ankara'nın eski sahaflarından Turhan Polat da var. Turhan Bey Denizciler'den gelme ama esas parlak zamanları Kocabeyoğlu'nda geçiyor. 70'li yıllarda Zafer Çarşısı merkez haline geliyor. Siyasi olaylar var; sağcılar, solcular, İslamcılar aynı çarşının farklı yerlerinde toplanıyor. O zamanlar piyasa çok canlı, herkes okuyor, kitaba ilgi büyük...

1940'larda, 50'lerde kurulan tezgahlara nerelerden malzeme geliyor ve neler satılıyor?

Özellikle 1950'den sonra İstanbul'da eski evlerin, konakların içi nasıl boşaldıysa Ankara'da da benzer şeyler oldu. O dönemde kitapların bollaştığını, çok malzeme geldiğini söylüyorlar. Kitap konusunda eskiden de sıkıntı yok. Bir sürü okur yazar adam var, burada vefat ediyorlar ve kalan mallar sahafa gidiyor. Hayırlı ölüler var Ankara'da. Her zaman öyleydi... Benim mesleğe ilk başladığım yıllarda...

Hangi yıllar?

80'li yıllar. Daha öncesinde kitapçılarda çalışmışlığım var ama dükkânın fiilen açılışı 1986'nın başı. O yıllarda bizim çarşıya; Kızılay'ın ortasında, Karanfil Sokak'ın başındayız, at arabasıyla kitap gelirdi.

Nerelerden geliyordu bu kitaplar?

Yıkılan evlerden, eskicilerden, hurdacılardan, Balâlılardan... Balâlı, Ankara'da hurdacı demektir. Sektör Ankara'da onların elindedir. İstanbul'da da bildiğim kadarıyla Niğde ve Nevşehirliler yapıyor bu işi. Balâlılar enteresan adamlardır; hurda olarak iki şeye önem veriyorlar: biri kitap! Öğrenmişler ki kitap para ediyor. Bir de sarı! Sarı dedikleri de pirinç! Hatta denir ki "Balâlı yerde altın bulsa almaz, sarı bulsa alır!" Ayrancı'da, Küçükesat'ta, Ulus'ta hurdacı ardiyeleri var; oralara gidiyorsunuz kiloyla kitap alıyorsunuz. Mesela Tarih Kurumu kitaplarını almadığımızı hatırlıyorum.

Neden?

Çünkü birinci hamur, ağır basıyor. Osmanlıca almak her zaman kârlı, hem ucuz çekiyor, hem de satışa geliyor... Kitap bol. At arabasıyla, hurdacı arabasıyla getiren, telhis çuvallarıyla kitap taşıyanlar var. Bir iki hurdacı peydahlarsan depoya gitmene de gerek kalmıyor, o sana getiriyor. Evlere de çağırıyorlar. Benim mesleğe başlamam da bir evden kütüphane almamızla oldu.

Nasıl yani?

Ben üniversiteyi kazanıp Amasya-Gümüşhacıköy'den Ankara'ya geldiğimde 17 yaşındaydım ve kulağımın arkasındaki kurşun kalemden başka bir şeyim yoktu, deyip epik ve lirik bir giriş yapmış olayım.

Ne okuyacaksınız?

Bir yanlış tercihleme sonucu kazandığım Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Türkoloji. Aslında Mülkiye'de okumak istiyordum, sıralamayı yanlış yapmışım, oysa puanım yetiyordu.Tekrar sınava girmek istedim ama 1981'de bir üniversiteyi bitirip askerlik yapmadan ikincisine girmenin önünü kapattılar. Ben de kadere boyun eğdim. O zamanki adıyla Türk Dili Kürsüsü'nde öğrenci oldum. Kasabadan Ankara'ya gelmek, her açıdan kurtuluşum oldu, buna canım da dahil.

Neden, nasıl bir ortam vardı memlekette?

Bizim orada örfi idareye memur bir yüzbaşı vardı, herkesi didik didik ederdi. O kadar arayınca da illa ki bir şey bulurdu. Sağcı ya da solcu olması farketmez, o zaman idealist olmak mecburiydi ve her genç bir şeye bulaşırdı. Gençliğimin icabı olarak ben de bulaştım. Buraya gelerek yüzbaşının elinden kurtulmuş oldum, hem de bir istikbal bekliyorum ki ufku öğretmenliğe bakıyor. Ama o yıllarda cemiyette öğretmenliğin itibarı yerlerde; "Hiç bir şey olamazsan öğretmen olursun!" diyorlar. Bu aşağılamalar bende antipati yaptı, öğretmen olmamak için direndim.

Hayaliniz ne?

Hayal var ama ondan önce geçinmek var. Babam eski bir köy ağası, iflas etmiş bir tüccar. 11 kardeşli bir ailenin en küçük çocuğuyum, iki annem var. İki kardeşim siyasi tutuklu. Babam okumayı çok seven bir adam ama bana para gönderemiyor. Zaten babamdan gelen bir kitap sevgisi var. Babam İbrahimî, Erzurumlu İbrahim Hakkı tarikatından. Bilal Hoca namıyla maruf, okur-yazar, hoş sohbet bir adam. Çok sevdiği kitapları var, en başta tabii Marifetname, Ahter-i Kebir ve bittabi Kur'an-ı Kerim. Çocukluğumdan beri biliyorum bu kitapları. Marifetname Amire baskısı, Ahter-i Kebir Bulak, Kur'an koca yazma, küp kapağı. Babam; "Ahter'i getir!" diyor, evimiz iki katlı, yukarı çıkıp şak bulup getiriyorum. "Marifetname" diyor, anında hazır. Her gece kucağında kitapla uyuyor.

Evde başka kitap var mı?

Var tabii, ama hep dini kitaplar. Daha sonra abilerin kitaplarıyla tanışma başlıyor. Okumak için çok yer ve imkan var. Merak da var, herkes de birbirini teşvik ediyor. 12 Eylül öncesindeyiz, kitap okumayanı, okuduğunu tartışmalarda anında satmayanı "dövüyorlar." Bizim kasabada 3-4 tane kitapçı vardı. Yeni çıkan kitaplar, dergiler muntazam geliyor. Ankara'ya geliyorum, bu kez de okuldaki hocalarımız okumayı teşvik ediyor, "Okulu bitirdiğinizde hepinizin birer ciddi kütüphanesi olmalı!" diyorlar. O zaman bir yerden başlamak lazım. Ferit Devellioğlu'nun lügatinden başlıyoruz. Ucuz almak için yayıncısına, eski sahaflardan Aydın Sami Güneyçal'a gidiyoruz. O da bizim bölümde okumuş, bize gayet ikramlı veriyor. Kendimi, o zaman Sami Bey'in Aydın Kitabevi'nde, eline ilk defa tornavida tutuşturulmuş çırak gibi hissediyorum. Sonra Zafer Çarşısı'na gitmeye başlıyoruz. Ders çıkışlarında sürüler halinde çay ocağında ayakta çay, akabinde kitapçılara dalmaca, eşelenmece...

Birinci sınıfta mı keşfettiniz sahafları?

Evet, birinci sınıftan itibaren gidiyoruz. Ayı Mahmut var, eski kitapçı. Adam kamyon şoförüymüş, bırakıp kitapçı olmuş. Oğlu Savaş da yeni kitap satıyor, yayıncılık yapıyor. Sonra Turgut Baba'yla karşılaştım. Sırtında daima çuvalıyla... Bakırköy'den yeni dönmüştü. Alkolden iyice düşkün olunca, kendi rızasıyla gidiyor, tedavi olup eski halinden esersiz, gayet efendinden mazbut bir adam olarak dönüyor. İlerde bunu hayatında birkaç defa daha yaptığına şahit oldum.

Dükkânı var mıydı?

Dükkânı yok, seyyar çalışıyor. Zafer Çarşısı'ndaki esnafa günlük iaşesi için mal taşıyor. O sıralarda içmiyordu. İçmeyince düzgün adam, güzel muhabbet edersin. Bilgi verir, bildiğini öğretir. Ona takılıyorum. Derken ihtiyaca binaen bir yayınevinde yarı zamanlı redaktörlük yapmaya başladım. İşportacılıkta krallığını ilan etmiş bir hemşerim vardı, yanında bir müddet de işportacılık yaptım. Güzel para kazanıyoruz ama aklım kitapçılıkta. Turgut Baba'ya, Aydın Sami Abiye özeniyorum. Onlardan öğrendiklerim okuldaki bilgileri takviye ediyor. Öyle böyle okul bitti ve mezuniyetten sonra bir arkadaşımla beraber tesadüfen bir kütüphane aldık.

Nasıl bir tesadüftü o?

Arkadaşım bir kitapçı dükkânında tezgahtar. Bir kadın gelip diyor ki "Kocamdan kalma kitaplar var, onları satmak istiyorum!" Arkadaşım birkaç sahafa gönderiyor ama anlaşamıyorlar. Kadın tekrar gelip "Siz alır mısınız?" diye soruyor. Bunun üzerine, "En azından görelim, merakımızı giderelim!" dedik. Kalkıp gittik, güzel bir kütüphaneyle karşılaştık.

Ev neredeydi?

Etlik'te.

Kütüphanenin sahibi kim?

Eski okçuluk federasyon başkanı Fazıl Özok.

Zengin bir kütüphane miydi?

Müthiş bir kütüphaneydi. Aldık ve derhal taşıdık.

Dükkânınız var mı? Nereye taşıdınız kitapları?

Dükkânımız yok daha, 1985 yılındayız. Evlerimize taşıdık. Yenimahalle'de bir öğrenci evimiz vardı, tıkabasa doldu...Kitapları karıştırırken bir rulo buldum, baktım içinde hüsn-i hatlar var. Belki 100 tane! Hilye-i şeriften murakkaya kadar ne ararsan... Bütün hatlarının altında 'Bahir' okuyorum. Kim bu Bahir? Bir arkadaşım "Son Hattatlar'a bak!" dedi, baktım. İbnülemin'den Mehmed Bahir Yesari Bey olduğunu öğrendim. Hayatını, sanatını anlatmış ama eserlerinden bahis yok, zira bu muktedir hattatın bütün eserleri önümüzde duruyor... Kitaplarını aldığımız hayırlı rahmetlinin de ya babası ya dedesi...

Sanat Kitabevi Sahaf Ahmet Yüksel - İlk Dükkan - Ekim 1993 Sanat Kitabevi Sahaf Ahmet Yüksel - İlk Dükkan - Ekim 1993

Başka neler hatırlıyorsunuz?

İstanbul Ansiklopedisi, tertemiz tam takım. Telhis-i Resâilü'r-rümat, Osmanlıca kemankeşlik, yani okçuluk üzerine bir kitap, 8 nüsha vardı.

Kaça almıştınız o kütüphaneyi?

Ortağım bir miktar para koydu, ben de ona muadil ağabeyimden 12 tane Cumhuriyet altını alıp koydum. Bu paralarla aldık. Elde bir miktar para kaldı ama sermayenin büyük kısmı kitaplara gitti. İşleri çevirebilmek için bir an önce kitapları satmalıydık. Bir hocamız vardı, bu işlerin uluslararası ticaretini de yapıyor; Adnan Sadık Erzi, ona gittik. "Çocuklar, bunları en iyi İstanbul'da satarız!" dedi. "Falanca gün gelin, kitaplara bakayım. Seçip götürelim." Ama şöyle bir durum var, hoca alkolik. Sabah 8'de çağırıyor, gidiyoruz. Üzerinde pijamaları, masanın üzerinde boş bir büyük şişe. Ve hoca sarhoş... Diyalog zor, ayık yakalayamıyoruz çünkü. Planı şu, iyi malları seçeceğiz. Ahbabı İbrahim Manav'a götüreceğiz, o satın alacak. Biz de o parayla dükkân açacağız. Nihayet İstanbul'a gittik.

Hoca da sizinle mi?

Hayır. Gitmeye karar verdiğimiz gün kapıda şöyle bir pusulayla karşılaştık; "Çociklar İstanbul'a gidi-yorum. Sali günü dönü-yorum. Sizi bekli-yorum!" Aynen böyle işlek el yazısıyla, eski Türkçe yazmış. Malları yüklendik, atladık gittik.

Ne kadar mal götürdünüz?

2 koli. İstanbul Ansiklopedisi, Telhis, hatlar, Osmanlıcalar... İbrahim Manav'ın dükkânına malları yıktık. Derken Adnan Hoca da zuhur etti. Bizi Kapalıçarşı'daki Havuzlu Lokanta'da öğle yemeğine götürdüler...

Kitapları görmeden önce mi?

Hayır, kitapların muayenesi bitti. Mükellef yemeğimizi yedik, kahveler içilirken Hoca sordu; "İbrahim, çocuklara ne vereceğiz?"
"Hocam, sen bilirsin!" dedi.
Diğeri itiraz etti, "Yahu sen alıcısın, sen söyle!"
Sonunda dediler ki "İkimiz de peçeteye birer rakam yazalım, onun üzerinden müzakere edelim." Çok hakkaniyetli geldi bize, "Tabii!" dedik. Peçeteye birer rakam yazdılar, üç deyince çevirdiler. Aşağı yukarı aynı fiyat! Teklif ettikleri rakam bizim kütüphaneye verdiğimiz parayı karşılıyor... Elde bir depo dolusu mal var.

Peki size kalanlar içinde sahafiye nitelikli kitap var mı?

Var tabii, Osmanlıcalar var. Hatların hepsini götürdük ama sonra aralardan bir iki karalama çıktı. Paramızı aldık, İstanbul'dan döndük. Bir kısmet, Barolar Birliği Karanfil Sokak'ın başındaki binasını yenilemiş. Altını çarşı yapmışlar. Dükkânlar küçük, müteahhit orayı kuyumcu çarşısı yapmak istiyormuş. Oradan bir dükkâna talip olduk. Arnavut İsmail abimiz vardı, Allah rahmet eylesin, İsmail Diler. Danıştay üyesi, hasta kitapsever. "Barolar Birliği Başkanı'nı tanıyorum, gider size oradan bir dükkân alırız!" dedi.

Satın mı alacaksınız?

Hayır, kiralayacağız ama, çarşı yeni yapıldığı için daha hava parası yok. O zaman hava parası adeti vardı. Barolar Birliği Başkanı Teoman Evren bizi çok sıcak karşıladı. "Bu çarşıda kitapçıların olması beni çok memnun eder." dedi. Ve hocası Rıza Polat Akkoyunlu'nun Güney'den Geliyorum kitabını istedi. Yıllarca aramış, bulamamış. O kitabı bulursak bizden güvence parasının yarısını almayacak. Güvence parası 6 aylık kira bedeli. Seferber olduk, ne yapıp edip kitabı bulduk, iskontolu güvenceyi bağladık. 1985 yılının Aralık ayında bir sözleşmeyle dükkân bize verildi. Ama ne yapacağımızı bilemiyoruz. Kitap satıp para kazanmamız lazım, bir yandan da başka işlerde çalışıyoruz.

O vakte kadar hiç sahaf yanında çalışmışlığınız var mı?

Hayır yok! Turgut Baba'dan öğrendiklerim, Ayı Mahmut'u kazıklamışlığım ve Turhan Polat'tan azar yemişliğim var...

Bir de İbrahim Manav tecrübesi!

O en kıymetlisi... Ama daha orada dönen hadisenin farkında değilim. Yıllar sonra yine büyük bir kütüphane almak gerektiğinde, bize de bu mizansen lazım oldu, o zaman uyandım kulampara sarmasına. Ama işe yaradı, hiç pişman değilim. Benim için kıymetli bir tecrübeydi... Dükkânı açtık; iyi, çalışıyor. Bizi gören birkaç kişi daha çarşıya geldi. Nuri Aslan karısıyla beraber sahaf açtı. Hacettepe Felsefe Bölümü'nden emekli Tuncer Tuğcu, eskiden de yeni kitapçılık yapmış, 1970'ten önce ünlü Hat Kitabevi'nin sahibi, biz çarşıya gelince o da küçük bir dükkân açtı. Baktı ki iş eski kitaba dönüyor, yeni kitabı bıraktı. Teknik Kitabevi var, daha sonra bizim Şaban, Bahar Kitabevi, taallukatıyla birlikte eski kitapçı oldular. Artık kuyumcu çarşısı olarak tasarlanan çarşı, kitapçılığa döndü.

Dükkânınızın adı ne?

Sanat Kitabevi / Sahaf. İsmini Adnan Sadık Erzi koysun istedik.

İstanbul hadisesi olmuş buna rağmen hocadan ayrılmadınız mı?

Ayrılamıyoruz, hocadan ayrılmak yok! Devamlı bir şeyler alıyor, müşteri buluyor. Bir sabah çok erken gidip hocayı ayık yakaladım, dükkâna götürdüm. Dükkanı tutmuşuz ama daha kurulmamışız. "Hocam lütfederseniz adını siz koyun!" dedik. Camdan kafayı uzattı. "Serhat olsun!" dedi.
"O adla başka bir dükkân var."
"O zaman bildiğinizi koyun, ben de size raf veririm!" dedi. Evine gittim; Meşrutiyet Caddesi, 20 numara, Ergene Apartmanı. Bina hâlâ duruyor. Vaktiyle Ermeni bir marangoza yaptırdığı pelitten altı ünite, masif kitaplığı bize bağışladı. Hâlâ dükkânda kullanıyoruz. O zamanlar kitap kulübü kurma modası vardı. Biz Bilim ve Sanat dergisinin kitap kulübü olduk. İsim de ondan mülhem Sanat Kitabevi oldu. Yurtdışından Türkçe kitap almak isteyen birçok insan vardı, onlara tedarikçi lazım. Kulüp üzerinden yurtdışından müşteri gelmeye başladı. Böylelikle yeni kitaba girdik ama ben eski kitapla ilgilenmek istiyorum. Elimizdeki kıymetli kitaplar duyulunca İstanbul'dan da esnaf gelmeye başladı, ben tanınmaya başladım.

Kimler geliyordu?

Saman Helvacıoğlu, Alaattin Eser, Gündağ Kayaoğlu, Sami Önal, Ayhan Aktar, Hilmi Merttürkmen, İsmail Özdoğan, İsmail Diler ve daha da buna mümasil deve dişi gibi İstanbul sahafları. İsmail Diler ve Sami Önal, Alman Kütüphanesinin tedarikçileri idiler. Rahmetli Sami Önal Ağabeyimi bu vesile ile tanımış, kendisine bir usta, bir hoca olarak bağlanmıştım. O arada ben askere gittim. Döndükten sonra ortakla bir süre daha çalıştım, sonra ayrıldık. Dükkân boş halde bende kaldı. Bütün kitaplar, raflarıyla birlikte ona gitti. Bomboş dükkânla baş başa kaldım. Birkaç meslektaş biraz kitap getirip raflara koydu, cemile babından. Bu vaziyetteyim ama kendime, gücüme ve Balâlılara güveniyorum. Cepte para olmasa da, 'Önemli değil, yaparım!' diyorum. Başım dinç olacak, çünkü ortaklıktan sıdkım sıyrılmış.

Ortağınız eski kitap götürmedi mi giderken?

Hepsini götürdü. Üstelik Hilmi Akın'ın muhteşem kütüphanesini almıştık, onun parçaları gitti.

Kimdir Hilmi Akın?

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin eski dekanı, büyük cerrah. "İttihat ve Terakki'nin sol kanadına kanaat-i tamme ile merbut" eski bir İttihatçı, Muammer Aksoy'un da kayınpederi. Bahçelievler'deki evi, yakınındaki Milli Kütüphane'ye kendinden tayinli rakip, silme kitap dolu. Ben askere gitmeden önce Hilmi Hoca'yla tanışmıştım. Haftada bir poşet kitap götürüyorum. Ulus Toygar Hanı'ndaki muayenehanesinde kendini oyalıyordu. Elleri titrediği için artık cerrahlık yapamıyor. Asabiyet de var, yaşlanmış, az süngüsü düşmüş. Ama on numara muhabbetli. Hamdullah Suphi Tanrıöver'e "Hamdiş", Mahmut Esat Bozkurt'a "Mâmıt" diyor. Eskilerden meslektaşlarım anlatıyor; Hilmi Hoca teşrif etmeden önce asistanları gelip dükkânda vaziyet alıyor, her tarafta sigara içildiğinden, dükkân havalandırılıyor, zira Hoca sigaradan nefret eder. Lüzumsuz adamlar defediliyor. Cerrah, elinin hassas ayarı bozulmasın diye Hoca asla çanta taşımıyor. Peşinde sürüler halinde dolanan asistanlarının tek adı var; çantataşıyan...

Ne alıyor?

Her şey! Eski kitap alıyor ama yenileri de takip ediyor. Aslında para da kazanmıyoruz Hoca'dan, çok pazarlık ediyor. Aldığım fiyata veriyorum, ama esas kazanç öğrettikleri.

Neden sattı kütüphanesini?

Hoca, 1999'da vefat edince ailesi satmak istedi. Bahçelievler'de müstakil bir evi vardı, orayı müteahhide vereceklerdi. Aynı sırada Muammer Aksoy'un ve Şevket Süreyya Aydemir'in de evi vardı. Hilmi Akın'ınki büyük bir ev, her tarafı kütüphane! Kitaplar satışa çıkarıldığında İstanbul'dan birkaç sahaf çağırıyorlar, kütüphaneyi görmeye gelenlerden biri, Uğur Güracar, bizim dükkâna da uğruyor. "Çok yüksek para istediler, anlaşamadık!" diyor.

Kütüphanenin satılacağından haberiniz var mıydı?

O vakte kadar yoktu! Belki de var da gücümüzün yetmeyeceğini düşünüyoruz. Ya da o kadar büyük bir kütüphanenin bize kısmet olmayacağını düşünerek o topa girmiyoruz... Sonra bir kişi daha geldi İstanbul'dan, o da fiyat verdi, yine anlaşamadılar. Sonunda aile, müteahhidin sıkıştırmasıyla; "Bundan sonra kim daha yüksek bir fiyat verirse ona satacağız!" kararı alıyor, son giden kârlı çıkıyor, ben askerdeyken kütüphaneyi ortağım alıyor. Bitlis-Ahlat'ta yedek subay öğretmen olarak askerliğimi yaparken "Kütüphaneyi aldık!" diye haber geldi. Askerlik bitince döndüm. Kitaplar gayet iyi. Ortak, parasını çıkarmak için bir kısmını satmak zorunda kalmış. Ankara ve İstanbul'daki kitapseverleri, sahafları çağırmış. Herkes gelmiş, kitaplar seçilmiş. Az bilerek, çok bilmeyerek satmış. Yine de masrafını çıkarmış ve geriye kocaman bir kütüphane kalmıştı... Üç gün çalışılıp evden üç kamyon kitap çıkarıyorlar, tam veda zamanı, Hanımefendi; "Nereye gidiyorsunuz? Bir oda daha var!" diyor. Açılan odadan yazmalar çıkıyor!

Yazmalardan da kalan olmuş muydu?

Tabii, yazmalardan da kalan oldu, bir de çok kıymetli dergi koleksiyonları vardı... Yeri gelmişken Hilmi Akın'la ilgili bir maceramı anlatayım. Muayenehanesine gittiğim her sefer, Mevlanzade Rıfat'ın Türkiye İnkılabının İçyüzü kitabını aradığından bahsederdi. Mevlânzade Rıfat 150'liklerden. Halep'e gitmiş, Cumhuriyeti ve Atatürk'ü eleştiren bu kitabını orada bastırmış. Yasak olduğu için Türkiye'de bulunmuyor. Hoca vaktiyle bir çantataşıyanını Halep'e göndermiş. Kitabın tamamını bulamamış ama kitaptan 2 forma getirmiş. Formalardan birinde künye sayfası var. Hoca bana "Gözünü açık tut, bu kitabı bulursan, benim için karada havada al" diyor. Bir gün aradı, "Halep'ten haber geldi, kitap orada birinde var. Git, al, getir!" dedi. Artık emekli ya, çantataşıyanı kalmadığı için elinin altında ben varım. "Peki Hocam!" dedim. Masrafımı verdi, Halep'e gittim, adamı buldum. Kitabı alıp hocaya getirdim.

Tek nüsha mı aldınız?

Başka yok, tek nüsha. Hoca çok sevindi tabii. Bir cuma günüydü, "Hafta sonu bu kitapla halvete gireceğim" dedi, sevinçten uçuyor. Pazartesi sabahı bir telefon, "Kitap eksik!"
"Nasıl olur, Hocam?"
"Kitap aslında 4 ciltmiş, 2 cilt getirmişsin. Üstelik bu başka bir matbaanın baskısı. Bizim elimizdeki formalarda el-Vakit Matbaası yazıyor. Bunda Ararat Matbaası diyor."
Demek ki kitap en az iki defa basılmış, farklı matbaalarda. Önsöze, münderecatına bakıyor ve eksikliği fark ediyor... Bundan sonra da kitabın tamamını ele geçirmek kabil olmadı, korkarım Hoca'nın da gözü hâlâ açıktır. Kütüphanesi geldiği zaman o kitap da oradaydı. Bazı yazmaları bulmakta zorlandığımız gibi işte böyle matbuu kitaplar arasında da bulamadığımız olabiliyor.

Hilmi Bey'in kütüphanesinden hatırladığınız, sizi heyecanlandıran ya da hâlâ sizde olan bir şeyler var mı?

Bana hiçbir şey kalmadı. Son kısmı Bilkent Üniversitesi Kütüphanesine gitti ama onlar suyunun suyu idi. Kepeğini en başta çağırılanlar silkelemişti. Ahmet İyimaya, Selim İlkin, İlhan Tekeli, İstanbul'dan Saman Helvacıoğlu, Sami Önal, Tozlu Rafların Şövalyesi Alaaddin Eser. Yıllarca sattık biz o kitapları.

Aldığınız kütüphaneler ve terekeler içinden önemli hatırat, günlük vesaire de çıkmış olmalı...

15 sene kadar önce bir tereke için İzmir'e çağırdılar. Arkadaşlarımla beraber gittik, işin heyecanındayız, para kazanmak umurumda değil. Bir tereke, kitaplar vesaire. Bakınca anladık ki Topal Osman'ın mektupçusu Osman Fikret Topallı'nın terekesinin bir kısmıymış. Aileden biri o malzemeleri bize sattı. Aile arasında muvazaalı bir işmiş, biz bilmiyorduk tabii. Haşiyeler düşülmüş, kenarına notlar alınmış bir Nutuk vardı, kritiği yapılmış.

Kim düşmüş o notları?

Yazı Topallı'nın, muhtemelen Topal Osman yazdırmış. Topal Osman'ın okuryazar olup olmadığını bilmiyoruz. Bütün yazışmalarını mektupçusu yapmış. Günlüklerini de bulduk, müzayedeye koyduk. Cemil Koçak aldı. Aradan 10 seneden fazla zaman geçti, büyük emek vererek iki cilt halinde yayınladı. Epey de ses getirdi, bir boşluk doldurdu o günlükler. Yine benzer bir şey olmuş, evi mütahite vermek istemişler. Aile bireyleri eşyaları kendi aralarında paylaşmış. Kitapların bir kısmı bir kuzene kalmış. Biz ondan aldık. Bazen böyle tesadüfler oluyor işte. Ya da biz sahaflar hayırlı tesadüflere rast gelmek için sistematik olarak çalışıyoruz... Misal, şu masanın üzerinde bir harita görüyorsunuz. Görenler ilk bakışta Sevr haritası zannediyor, ama değil. 1918 Paris Konferansı hükümlerine göre düzenlenmiş bir Osmanlı Devleti haritası. Büyük Savaş'tan sonra Osmanlı'ya bırakılan yerleri gösteriyor. Tüm komşu devletler belirtilmiş. İşaret-i mahsusası, lejantı detaylı. Yunanlılara, reayaya bırakılacak yerler, sonra kararlaştırılacak yerler gösterilmiş. Yunan yayılma sahası çizilmiş. Bu haritayı pertavsızla inceleyince gördük ki kırmızı kurşun kalemle çizilmiş muhayyel bir Misak-ı Milli sınırı var! Hatay'dan başlıyor, Batum'dan çıkıyor, Musul ve Kerkük'ü alıyor. Bu, nadir bir askeri harita. Büyük bir komutanın terekesinden çıkma.

Ahmet Yüksel - Sanat Kitabevi Sahaf


Kim o komutan?

Çakmak Paşa! Aile İstanbul'a taşınırken az bir miktar kitap elden çıkardı. Bu taşınmalar var ya her zaman bizim için hayırlı tesadüflere gebedir, taşınmayı takip et, sahafı yakala...

Haritanın baskı tarihi ne?

1336, yani 1920.

Ortağınızdan ayrıldığınızda hiç kitabınızın kalmadığını söylemiştiniz, rafları yeniden doldurmanız ne kadar sürdü?

Çok uzun sürmedi, bizler bulunduğumuz kabın şeklini aldığımız için, kısa zamanda dükkânın hacmine göre doldurmak mümkün oldu... Bu arada şansım da yaver gitti. Bir Alman arkeoloji öğrencisi olan Andreas Schachner Ankara'ya gelmişti. Bir arkadaşıyla birlikte benim dükkâna gidip gelmeye başladılar. Münihli, oradaki meşhur eyalet kütüphanesi Bayerische Staatsbibliothek'in Türkiye bölümüne bakan direktörü tanıyor. Herr Riesterer göreve yeni başlamış, Sahaf Dil-Tarih Sami Bey'den kitap, Seyyar sahaf İsmail Diler'den süreli yayın alıyor. O sıralarda gayet zarif ve naif bir insan olan İsmail Bey rahmetli oldu, yerine dergileri takip ve tedarik edecek birini arıyorlar. Andreas kardeşim devreye girdi ve tedarikçi olarak beni kabul ettirdi. İki Almanya birleşmemiş, bütçeleri çok büyük. Türkiye'den günlük gazete bile alıyorlar. Her ay 2-3 koli süreli yayın gönderiyorum, para kazanmaya başladım. Bu sayede bulduğum kitabı alabiliyorum. Mezatlara, ardiyelere gidiyorum. Sağa sola el ilanları dağıtıyorum. Nereden çağırırlarsa dükkânı kapatıp gidiyorum. Çok enteresan kitaplar buluyorum. Sahaflığın olması gereken üç altın kuralı; bilgi-para-depo üçlemesinin son ayağı kalıyor, birkaç sene sonra da bir depoya kavuştum. O yıllarda Ankara'nın bitmez tükenmez bir eski kitap kaynağı olduğu hissi oluştu fikrimizde.

Bu bolluk durumu ne zamana kadar devam etti?

2000'lere kadar. 90'ların sonlarına doğru ciddi bir duralama oldu. Öncesi bolluk ve hesaplılık zamanlarıydı.

Semt olarak en fazla nerelerden malzeme aldınız?

Küçükesat, Ayrancı, Çankaya, Gaziosmanpaşa... Şimdiki gibi şehrin çeperleri yoktu, mutena semtler buralar. Okuryazar takımı çoğunlukla Küçükesat'ta, Ayrancı'da, Çankaya'da konuşlanmış. Malzeme de daha çok buralardan çıkardı. Kitapları genellikle vefat eden insanların varisleri satıyordu. Bugüne kadar hesaplı kitapları hep varislerden almışımdır. Kurtulmak isteyen de, paralardan para beğenmeyen de oluyor tabii. Meşrebine göre herkesten kitap almak mümkün. Şimdilerde dükkândan pek ayrılamıyorum ama teklifler gelmeye devam ediyor. Kaliteli malzemeye kısmetli tesadüf ettirdikçe, hiçbir şeyi kaçırmamaya da çalışıyorum, bu da işin tabii icabı; durmayalım düşeriz... Aslında stoklarımda bir ömür boyu satacağım kadar kitap, efemera, tereke, dergi koleksiyonu mevcut. Allah varlığını eksik etmesin, bizim oksijenimiz kitap...

Bir de dergi çıkartıyorsunuz, Kebikeç. Dergi çıkarma fikri nasıl doğdu?

Karanfil Sokaktaki dükkânım en alt kattaydı, Birlik Çarşısı 3 numara. Gelip giden arkadaşlar var, kaynaştık zamanla. Sonra dedik ki dergi çıkaralım. O zaman böyle bir ihtiyaç vardı.

Sene kaç?

1994.

Arkadaşlar kimler?

Başta Kudret Emiroğlu, Suavi Aydın, Metin Berge, Oktay Özel, Süha Ünsal, Ömer Türkoğlu, Etem Çoşkun.... Doğru düzgün akademik dergi yok, olanlar ihtiyaca cevap vermiyor. Üniversitelerde ödenek yok, yılların akademik dergileri bile tekliyor. Biz, üniversite dışı, ciddi bir dergi çıkarmak istiyoruz. Nasıl olacak? Adı ne olacak? derken yine aklımıza Adnan Erzi numarası geliyor. Kudret Hocamla peçetelere gizliden birer isim yazıp, "üç" diyesi çeviriyoruz, ikimiz de dana dişi gibi "Kebikeç" yazmışız, "İsmini biz verdik, ömrünü Allah versin' deyip kolları sıvadık. 6 ayda bir çıkaracağız. Mekan olarak dükkânı kullanacağız. İkimizin parasıyla, az sermaye oluşturduk. Her sayıda bir dosya yapacağız, dosya tekemmül etmeden dergi çıkmaz! Niyetimiz bu. Hâlâ da bu istikrarla devam ediyoruz, Kudret Hocanın bilimden taviz vermez editörlüğünde 23 senedir aynı minval üzre gidiyoruz. Dergiye paralel bir de Kebikeç Yayınları'nı kurduk. Birkaç kitap çıkardık ve nefesimiz kesildi.

Sahaf Turgut Koraltan (Külüstür Turgut) ve Tarihçi Oktay Özel Külüstür Turgut'un tezgahı önünde - Ekim 1998 Sahaf Turgut Koraltan (Külüstür Turgut) ve Tarihçi Oktay Özel Külüstür Turgut'un tezgahı önünde - Ekim 1998

Hangi kitaplar?

İlki Uygur Kocabaşoğlu ve Metin Berge'nin Bolşevik İhtilali ve Osmanlılar, diğeri Ahmet Refik'in İki Komite İki Kıtal'ı, ki o güne kadar hiç tam metin yayınlanmamıştı. Kitaplar derginin birinci sayısıyla beraber piyasaya çıktı. Birkaç kitap daha yaptık, talep de var ama bu arada bir kâğıt krizi oldu. Kağıt pahalandı, maliyetler arttı. Dağıtım işlerine de fazla giremedik, dağıtımcılar kitabımızı satıyor parasını alamıyoruz. Reklam yapamıyoruz, sermaye bitti. En nihayet dergide sükûn edip bugüne kadar getirebildik.

Kaç sayı çıktı dergi?

46 sayı çıktı, 47 tezgâhta. 6 aylık periyodla, 23 yıldır kesintisiz devam ediyor, ulusal ve uluslararası hakemli bir akademik dergi haline geldi.

Kadro değişti mi?

Hayır! İlk kadro duruyor, yeni eklenenler oldu. Editörümüz Kudret Emiroğlu ve yayın kurulumuz hiç değişmedi, araya birkaç akademisyen alıp hakemli dergi olma gereklerini yerine getirdik. Genç arkadaşlarla kan tazeledik. Herhangi bir ticari beklentimiz olmadığı için satılıp satılmadığıyla ilgilenmiyoruz. Az ya da çok mutlaka basıyoruz. İnternette sitesi var, kebikec.org bedava erişim veriyoruz. Bütün sayılara PDF olarak ulaşmak mümkün. Dergi 300 - 400 adet basılıyor, internet sitesi günlük 500 girişli. Yayın kurulu olarak ayda bir burada toplanıyoruz, burası aynı zamanda derginin idarehanesi.

Müzayede de düzenlediniz değil mi?

Evet, Ankara'da ilk müzayedeyi biz düzenlemedik ama sistematik olarak ilk biz yapmış olduk.

1. Ankara Antika Kitap Müzayedesi - 26 Mayıs 1996 1. Ankara Antika Kitap Müzayedesi - 26 Mayıs 1996

Sizden önce kim yapıyordu?

Bizden önce bir defa yapıldı. Atatürk Bulvarı üstünde eskiden Beymen-Bedesten diye bir büyük mağaza vardı. Dönemin meşhur sosyetik bir mağazasıydı. Burada, 1986 yılında, İ.Gündağ Kayaoğlu ile Ertan Mestçi'nin düzenledikleri ve Sami Önal üstadımızın sunduğu bir kitap müzayedesi yapılmış. Pek tadı olmamış, devamını getirmemişler. 1993 yılında ben niyet ettim. İstanbul'dan Sami Önal ve Erman Aslanoğlu, Ankara'dan da Kudret Emiroğlu ve Ömer Türkoğlu destek verince "Deneyelim!" dedik. TÜYAP kapsamında Altınpark'ta bir müzayede yaptık ve dehşet oldu.

Sizin kitaplar mı satıldı o müzayedede?

Herkesin kitabı vardı. İstanbul'dan Gani Yener, Sami Önal, Erman Aslanoğlu güzel kitaplar gönderdiler, benim kitaplarım da var. Başkalarından da aldık ve 100 kadar kitap koyduğumuz küçük bir müzayede denedik. İlk iki müzayedenin münadiliğini Gündağ Kayaoğlu yaptı. Altınpark'tan sonra Dost Sanat Galerisinde, Shareton Oteli'nde, Fransız Kültür Merkezi'nde, Ankara Palas'ta devam ettik...

Bir adı var mıydı bu müzayedelerin?

Ankara Antika Kitap Müzayedesi. Bir ara yasal bir sıkıntı oldu, "müzayede" dediğimiz için, yetkililer bizim tarihi eser satıcısı olduğumuz zehabına kapıldı. Müzeden rapor aldık, belediyeye rüsum ödedik, baktık olmayacak biz de adını değiştirip "Ankara Eski Kitap Mezadı" yaptık kurtulduk. Toplam 14 müzayede yapmış olduk. İlk ikisini Gündağ Kayaoğlu, diğerlerini Sami Önal İstanbul'dan gelmek suretiyle yönettiler. Bilhassa Sami Bey geliyor diye Ankara'dan, İstanbul'dan ve başka şehirlerden çok insan geliyordu. Çok güzel bir takdimi vardı. Sadece "satıyorum sattım"la kalmaz, her kitabın hikayesini anlatır, mahrem bilgiler verir, katılımcıların memleketine takılırdı. 100 kitaplık müzayedemiz 5 saat sürerdi. Düşünün artık, buna ticari faaliyet der misiniz? Hoş vakit geçirdik, 'Heybeleri doldurduk' derdik. Zaten 3 - 4 ortağız, kazandığımız paranın büyük kısmı ikramlara ve kaliteli kataloga gidiyordu.

Davetiyeli miydi bu programlar?

Evet, davetiye gönderiyorduk, ama her kitapsevere de açıktı. Elçiliklerden, yabancı misyondan gelenler oluyordu. Gelen kişilerin de şöhretine bağlı olarak öyle ilgi görüyordu ki, gazetecilere cevap vermekten işimizi yapamaz oluyorduk. Biz işin eğlencesindeyiz tabii, arada bir şeyler satılıyor, hatta bazen öyle çekişiyorlar ki mübalağa cenk oluyor.

Katılımcıların kitaplara ilgisi nasıldı?

İstanbul gibi değildi tabii. O kadar kazançlı ve parlak olmadı ama rakamların çok yükseldiği oldu... Bir müzayedemizde Almanca bir nadir kitap vardı. İlber Ortaylı almak istiyordu, Alman arkadaşımız Andreas da o kitaba talipti. Çekiştiler ve neticede kitap Andreas'a kaldı. Müzayede biter bitmez İlber Hoca yanıma geldi ve "O kitabı o Alman'a satmayacaktın!" dedi. "Hocam, müzayedeye girdiniz, çekiştiniz, adam aldı." dedim. Bana bozuldu Hoca. Yolda karşılaşıyoruz, karşıdan bağırıyor; "O kitabı o Alman'a satmayacaktın!" Bir gün Mülkiye'ye kitap almaya gitmiştim. Giriş koridorunda karşılaştık. Litrelik şişeyi kafaya dikmiş, su içiyordu. Beni karşıdan görünce ağzındaki suyu püskürtüp "O kitabı o Alman'a satmayacaktın!" dedi. Başka bir seferinde dükkâna Celal Hoca (Şengör) gelmişti, telefonda İlber Hoca'yla konuşuyor, "Ahmet'in yanındayım, bir isteğin var mı?" diye soruyor. Mesaj yine aynı; "Söyle ona, o kitabı o Alman'a satmayacaktı!"... Yıllar sonra kısmet, bu kitabı Denizler Kitabevi'nin müzayedesinden, hatırasına binaen aldım...

Hoca'ya haber verdiniz mi?

Yok artık, daha verir miyim? Hafıza tazelemek için bana lazım. İki ciltlik çok güzel bir kitap. İstanbul'daki bütün tıbbi bitkiler, merkezler, sosyal hayat... Bir tür sıhhi ictima-i coğrafya kitabı. 1903 Berlin baskısı, aslında bir seyahatname. Mistik folklor var, muhabbet tellallığı, halk hekimliği, halk takvimi, droglardan bahsediyor. Meraklısı arasın bulsun.

Son müzayedeyi ne zaman yaptınız?

Sanat Kitabevi olarak 14. ve son müzayedemizi 2009'da yaptık. Sami Bey vefat etmişti ve Suavi Hoca'ya (Aydın) el verdiğinden, o mükemmelen münadilik yaptı. Sahaflar Derneği olarak 2010'da bu dükkânda bir müzayede daha yaptık. O da gayet iyi geçti. Rahmetli Etem Çoşkun yönetti. Sonrasında benim uğraşacak vaziyetim kalmadı, Ankara'da da bana göre potansiyel bitti. Zorlasak olur da, şimdi eski havalar kalmadı...

Sahaf Ahmet Yüksel ve Sahaf Etem Coşkun Sanat Kitabevi'nde - Karanfil Sokak - Haziran 2000 Sahaf Ahmet Yüksel ve Sahaf Etem Coşkun Sanat Kitabevi'nde - Karanfil Sokak - Haziran 2000

Evlerden zengin kütüphane çıkmaz oldu dediniz. Ama yine sürprizlerle karşılaşıyor olmalısınız...

Kesinlikle. Sürprizlere hastayız ve her zaman açığız. Eskisi kadar çok Osmanlıca yazma, matbu kitap, dergi bulamıyoruz. Cumhuriyet ilk dönem kitapta da bir sıkıntı var ama olmadık yerlerden olmadık şeyler çıkabiliyor. Bunun bir döngüsü var. Yeni kitap da bir süre sonra eski kitaba dönüşüyor ve kıymetliler kalıyor. Kaldı ki Ankara bir üniversite şehri, okuryazarı çok, memuru bürokratı çok. Burada öğrenci güzel ders çalışır. Sağda solda gidecek yer belli, ulaşım kolay, derli toplu resmi gazete gibi şehir, zamandan kazandırır. Geriye yapacak tek bir şey kalır, ayağını kırıp ders çalışmak. Ankara'dan iyi öğrenci çıkar, o iyi öğrenciler de iyi işler kapmak için İstanbul'a giderler. Öğrenciliğinde kitaba merak saldıysa garibanlığı bize denk gelir, zenginliği de İstanbul esnafına nasip olur. Bu iş, öteden beri böyle.

1980'lerin ortalarından bugüne sahaf müdavimi olarak aklınıza ilk kimler gelir?

En başta İlhan Tekeli'yi söylemem lazım. Kitap koleksiyoncusu değildir, ciddi ve önemli bir bilim adamıdır. Muhteşem bir kütüphanesi vardır, aldığını mutlaka okur, ya da bir ürüne dönüştürür.

Ne alır?

Aslında şehircilik, mimarlık hocası ama sosyal bilimlerin her alanına çok ilgilidir. İktisat tarihiyle, sosyolojiyle, eğitim tarihiyle ve tabii kendi alanıyla ilgilenir. Bizimle irtibatı hiç kesmez, düzenli olarak gelir. Ortağı Selim İlkin'le ikisi mesleğe başladığım yıllardan itibaren gelirlerdi. Selim Bey rahmetli oldu. Her ikisinin ayrı ayrı ve birlikte muhteşem kütüphaneleri vardır. İlhan Hoca'mızın müthiş bir kitap hafızası vardır. Uzaktan bir kitap gösteririm, bakar, "O bende var, sen sattın filanca tarihte! Unuttun mu?" der. Sadece bir kere, bir kitabı mükerrer aldı, onun da sebebi var. Kütüphanede her kitabı koyacağı yer belli. Eve götürünce tam yerine koyacakken bakıyor ki yanında aynı kitap! Rengi güneşten solmuş, Hoca o yüzden yanılmış...

Ankara'nın bibliyomanları, bibliyofilleri bu kadar mı?

Enteresan tiplerimiz var, var idi. Bir kısmı hâlâ aramızda yaşıyor. Bibliyoman, bibliyofil, selülozman, selülozfil, en son kitap yamyamı. Kitap katili tanımadım... Bir kısmı yazıldı, sosyal medyada lagalugası olanlar var. Ben bilinmeyen birini anlatayım; Sekiz Köşe Turiz Kasketli Selahattin Abi (Selahattin Ay). Köylüydü Salahattin Abimiz.

Ankaralı mı?

Hayır! Eskişehir-Sivrihisarlı, Sivrihisar'ın Dümbek köyünden. İlkokul mezunu, belki de değildi. Kitap tutkunu bir insandı, arkeolojiye çok meraklıydı.

Okuyor muydu, yoksa sadece topluyor muydu?

Okuyordu. Bir gün Anadolu arkeolojisi uzmanı önemli bir Alman profesör dükkânda kitap bakıyor. Eski, küçük dükkândayız, laf ortaya düşüyor. Profesör kitap bakıyor, arkeolojiyle ilgili kitap soruyor. Bir şeyler gösteriyorum. Selahattin Abi dayanamadı, 'Şu kitap da var, bu kitap da var!' diye araya girdi. Adam dikkat kesildi tabii, çeşitli konularda tavsiyelerini sormaya başladı. O da; "O konuda şu makaleyi tavsiye ederim. Aslında adam şöyle demiş ama öbürü şöyle teyit etmiş!" şeklinde cevap verince Alman Hoca sordu; "Hocam, siz nerede profesörsünüz?"
"Profesör falan değilim. Ben Eskişehir, Sivrihisar, Dümbek köyünden Selahattin Ay! Meraklıyım, arkeoloji seviyorum."...
İyi Türkçe bilen Alman'dan Türkçe hayret nidaları... Köyde oturuyordu Selahattin Bey. Mülk sahibi bir adam, çiftçilik yapıyor. Beni davet etti, gittim. Köy odasında çok güzel bir kütüphane yapmıştı... Gene bunun gibi Trabzon-Maçka Yazlık köyünden İlyas Karagöz büyüğümüz anılmaya değer. Almanya'da bulunmuş. Onun da örgün eğitimi pek iyi değildi. Kendi yöresinin tarihiyle ilgili kitaplar toplar, bir şeyler yazar-çizerdi. Kardeşiyle birlikte gelir, o güzel şivesiyle sohbet ederlerdi. Onlarla da ahbap olduk. Bir ara yolumuz düştü, köylerine de gittik. Fındıklığın içerisinde çok güzel bir evi vardı. Bir odasını çok hoş bir kütüphane yapmıştı. Bir de keşif yaptı İlyas Bey, köyünün kırsalında Büyük İskender'in anıtını buldu. İskender ülkesine dönerken tepeden ilk defa gördüğü denizin şerefine askerlerine taştan bir anıt diktiriyor. İlyas Bey, yıllarca yazılı kaynaklardan izini sürerek, arazi çalışması yaparak o anıtın kalıntılarına ulaşıyor.

İlyas Karagöz Trabzon Maçka Livera (Yazlık) Köyü'ndeki kütüphanesinde - Ağustos 1996 İlyas Karagöz Trabzon Maçka Livera (Yazlık) Köyü'ndeki kütüphanesinde - Ağustos 1996

Hayatta mı?

Maalesef, o da rahmetli oldu... Son bir hikâyeyle bitireyim; bir yaz günü bu dükkândayım. Beyazlar içerisinde, takım elbiseli, geniş terekli fötr şapkalı bir adam bu tarafa doğru geliyor. Bir yerlerden tanıyacağım... Nereye gidiyor, acaba diye düşünürken bize yöneldi, kapıdan girdi. Şapkasını çıkardı, selam verince tanıdım, Tuncel Kurtiz. Bir hafta önce birisi bana Ahmet Caferoğlu'nun Anadolu Ağızlarından Toplamalar kitaplarını sormuştu. Var deyince de "Bir arkadaşım gelip alacak!" deyip gitmişti. O arkadaş Tuncel Kurtiz... Çekimleri Ankara'da yapılan bir dizide oynuyormuş. Sık sık gelmeye başladı. Ben ona istediği kitapları topluyorum. Denk gelen müşterilerle ya da mahalleden görüp gelenlerle sohbet ediyor. Eski filmlerini, Yılmaz Güney'le anılarını anlatıyor. "Haftaya bir daha gelirim" deyip gidiyor.

Özellikle aradığı bir şeyler var mı? Ne alıyor?

Eski sinema, tiyatro kitapları alıyor ama Ahmet Caferoğlu'nun kitaplarını özellikle arıyor. Hatta eski baskılarını da aratmaya başladı, onları da alıyor. Neden özellikle onu aldığını sordum, dedi ki; "O zaman İstanbul Üniversitesi'nde öğrenciydim, Caferoğlu'yla beraber Anadolu'yu dolaştık, bu kitapların hazırlanmasında benim katkım var!" Kendindeki nüshaları Kaz Dağları'na taşınırken kaybetmiş. Güzel cilt de yaptırdım, keyiflendi. Protokol ciltli olanları vardır bu kitapların, aynı renk ciltletiyorum, orijinalinden hiç farkı yok. Son gelişinde; "Bu kitapların yeni baskılarını da bul bana! Eskileri saklayayım, yenileri okuyayım." dedi. Kitap merakına bakın! Eskilerin yıpranmasına gönlü razı değil. Yenilerin de baskısı yok ama "Tamam onları da bulayım" dedim. Buldum, hazırladım. Tuncer Bey gelecek, bunları takdim edeceğim. Bir daha gelmedi... Ölüm haberini aldık! Hâlâ duruyor o kitaplar. Birgün gelip alacak diye umuyorum, o almazsa ben giderken götüreceğim...

Ankara dışından kitap aldınız mı hiç?

2000'li seneler olmalı; Diyarbakırlı, hoş, kitapsever bir adam vardı, adını hatırlamıyorum. Enfiye kullanırdı. Sözlük meraklısıydı. Kitaplarını satmaya karar verince beni Diyarbakır'a davet etti, gittim. Evinde inanılmaz bir Osmanlıca sözlük koleksiyonuyla karşılaştım. Ciltler de muntazam. Bütün kitaplarını Mısır'da, Şam'da ciltletmiş. Oralara gider gelirmiş. Gariban görünümlü bir adamdı ama vaktiyle görmüş geçirmiş olduğu belliydi. Ondan çok nadir Osmanlıca sözlükler aldım. Bibliyografyalarda görülmeyen nüshalar oradan çıktı.

Neden sattı acaba, sordunuz mu?

Bence hayattan sıdkı sıyrılmıştı ve ölmeye hazırlanıyordu. Bunu da hissettirdi bana. Bir yerlere bağışlamayı denemiş ama olmamış. Onun hemşerisi, benim de iyi ahbabım olan Şevket Beysanoğlu (Şevket Amca), Diyarbakır'daki üniversitenin kuruluşuna büyük emek vermişti. Bütün kitaplarını oraya bağışladı. Bölgenin çok nadir gazetelerini, dergilerini toplamıştı. Birgün kütüphaneye gittiğinde memura "Gazeteleri, dergileri tasnif ettiniz mi?" diye sormuş. "Onları attık!" demiş adam. "Neden attınız?" "Tek sayfa gazeteydi onlar, önemli değildi." diye cevap vermiş. O hadiseden sonra kalan kitaplarını bağışlamaktan vazgeçti, bana sattı. Bu adam da o tecrübeden sonra bağışlamaktan vazgeçmişti... Eskiden nereye çağırırlarsa giderdim. Kastamonu'dan çok yazma çıkardı.

Ankara'da, yazma ya da müteferrika gibi spesifik koleksiyon yapan kimse var mı?

Namlı bir kitap koleksiyoneri yok Ankara'nın ama toplayıcı, biriktirici çok. Buna karşılık her zaman değerli araştırmacı da yazar da bilim insanı da çıkar.

Sizin koleksiyonunuz var mı?

At, eşek, tütün, Ankara ve tabii ki bütün sahafların ortak tutkusu olan memleketleri; benimki Amasya, Merzifon, Gümüşhacıköy. Bu konularda yıllardır topluyorum, iyi de bir koleksiyon oluştu.

Sadece kitap mı topluyorsunuz?

Hayır, her şey, basılı basısız, ne bulursam. Misal At konusunda üç nalıyla bir atı eksik. Kudret Emiroğlu ile birlikte Yoldaşımız At kitabımız var... Ben bir tütün kasabasında büyüdüm. Çocukluğum tütün tarlasında geçti. Oradan gelen bir duyguyla tütünle ilgili her şeyi topluyorum. Zamanla çala çala bir havaya dönecek.

Son olarak; Ankara kitap piyasası sizin içinde olduğunuz yıllar zarfında nasıl bir değişiklik gösterdi?

Ankara'da eskiden yeni kitap satan küçük kitapçı dükkânları çoktu. Çoğunluğu pasaj içlerindeydi. Bunlar çok azaldı. Şimdilerde müstakil ya da AVM içlerinde, bana göre devasa, kitabevleri var. Teknolojik imkânlar, genelde bütün kitapçıların çok işine yaradı. İşlerimiz inanılmaz açıldı. Zira bizde önemli olan aradığını bulmaksa bu da teknoloji ile kolay bir hale geldi... Türkiye'deki ilk sanal sahaf benim. 1999'da internet üzerinden satış yapmaya başladım. Google birkaç sene önce Türkiye'deki ilk sanal mağazaları listeledi, ben 11. imişim. Tanıtım sitesi değil, kredi kartıyla alışveriş yaptıran ilk sahaf. Her zaman 'Bu tür imkanlar işimize ne kadar yarar?' diye düşündüm. Yarıyor işte! NadirKitap.com açıldığında da çok destekledim. O zaman Sahaflar Derneği başkanıydım. Dernek olarak destek verdik. Beni gören geldi. İstanbul'daki bazı arkadaşların hiç aklı ermiyordu. "Ne kaybedersiniz?" dedim. "Hiç olmazsa bir deneyin! Oturup katalog yapmıyorsunuz, bu site zorluyor, hiç olmazsa elinizde ne var ne yok bilirsiniz." Esnaflıkta bir laf vardır; Sen malına hâkim olmazsan, malın sana hâkim olur... Şimdi kimse kötü esnaflık yapmasın. İnternette malını satan herkesin işleri iyi, malını pazar eylemeyen düşünsün.

Söyleşi: Ayşe Adlı
Fotoğraf: Bahtiyar İstekli
Arşiv: Ahmet Yüksel(Sanat Kitabevi/Sahaf)
İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.


“IRCICA Kütüphanesi Benim Aşkım!”

Ekmeleddin İhsanoğlu - “IRCICA Kütüphanesi Benim Aşkım!”

“Yozgatlı bir baba ile Rodoslu bir anneden Mısır’da dünyaya gelmiş birinin anlatacak neyi olabilir ki!” Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, “Anılarınızı yazıyor musunuz?” sorusuna verdiği bu cevap, hikâyesini önemsizleştirme amacı taşısa da hayatının yalnızca bu kısmına eğilmek bile çok kıymetli hatıralar dinleyeceğimizi vaat ediyor. 1924’te İstanbul’dan İskenderiye’ye doğru yol alan geminin bizim için iki aşina yolcusu var; biri Yozgatlı İhsan Efendi, diğeri ise İstiklal Marşı şairi Mehmed Âkif. Tevhid-i Tedrisat Kanunu sonrasında medreselerin kapatılması üzerine eğitimini tamamlamak için Kahire’ye doğru yola çıkan genç adam, ileride Türkiye’nin yakın tarihinde iz bırakacak olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası İhsan Efendi. Ekmeleddin Bey, Türkiye’ye ilk kez babasının vefatının ardından, yirmili yaşlarının ikinci yarısında adım atıyor. Yirmi beş yıl boyunca IRCICA Genel Direktörlüğü, on yıl İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliği görevlerini yürütüyor.

Kasım 2025

“Bazı Matbu Kitaplar Yazma Kadar Nadirdir!”

Mustafa Duman Röportajı - “Bazı Matbu Kitaplar Yazma Kadar Nadirdir!”

Doktor Mustafa Duman bir tıp doktoru. Yayın camiasında halk edebiyatı, özellikle Nasreddin Hoca konusunda yaptığı çalışmalarla tanınsa da Tıp eğitimini İstanbul’da, Çapa’da tamamladıktan sonra Almanya’da iç hastalıkları ihtisası yapmış, ultrasonografik görüntüleme teknolojisini Türkiye’ye getirmiş ilk hekimlerden biri. Talih kendisine tıp alanında akademik kariyer yapma fırsatı vermeyince çocukluk tutkusu halk edebiyatına dönmüş ve başarılı işlere imza atmış. 26. kitabının raflarda yerini alması için gün sayan Mustafa Duman’la kitaplar arasında; kitap tutkusunu ve bitmez tükenmez öğrenme şevkini konuştuk. Keyifli okumalar dileriz.

Temmuz 2025

“Yeminliyim, Türkiye üniversitelerinde çalışmam!”

Gönül Tekin Röportajı - “Yeminliyim, Türkiye üniversitelerinde çalışmam!”

Gönül Tekin ve Günay Kut, ömürlerini Türk edebiyatı çalışmalarına adamış, sahalarında çok büyük bir boşluğu doldurmuş iki kız kardeş. Geçtiğimiz aylarda Günay Hoca’yla konuşmuş, hikayenin ona dair kısmını kendisinden dinlemiştik. Bu kez abla Gönül Tekin’in misafiri olduk. Ve maceranın müşterek kısmının üstünden bir kez de onunla geçtikten sonra Gönül Hoca’nın filmlere konu olacak hayat hikayesini dinleme şansına eriştik. Günay Hoca, çocukluklarına iz bırakan simaları anlatırken, söz masallarıyla büyüdükleri anneannelerine geldiğinde “Ablam iyi masalcıdır. Anneannemden kalma mirası var. Anlatacakları bitmez” demişti. Haklıydı nitekim. Hoca’nın anlatacaklarını dinlemeye saatler değil, belki günler gerekiyordu. Hem kişiliklerini hem yollarını tayin eden çocukluk ve ilk gençlik zamanları. Sırasıyla İstanbul, Erzurum, California, Ankara ve Boston yılları. Fahir İz, Ahmet Ateş, Ali Nihat Tarlan, Janos Eckmann, Andreas Titze(Tietze) ve elbette eşi Şinasi Tekin’e dair hatıralar ve daha nicesi.

Mayıs 2025

“Bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum.”

Erol Üyepazarcı Röportajı - “Bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum.”

Erol Üyepazarcı’yı tanıtmak için ne söylenebilir? Hızlı bir internet taramasında karşımıza ilk çıkan cevaplardan bazıları; “Araştırmacı, yazar, çevirmen, kitap dedektifi, muamma koleksiyoncusu, edebiyatımızın polisiye alanındaki en büyük otoritelerinden…” Hepsi doğru olsa da muhatabımızı anlatmak için yetersiz sıfatlar bunlar. Gerçek manada tanıyabilmek için Erol Bey’i diğer araştırmacılardan, yazarlardan, çevirmenlerden ayıran unsurlara dikkat kesilmek gerekiyor. Okumak, öğrenmek ve elbette bir obje olarak kitaplar çok erken yaşlarda bir ibtila gibi giriyor Üyepazarcı’nın hayatına. Müsamahasız bir kitap tutkunu olacağı ilkokul yaşlarında veriyor ilk işaretlerini. Yine erken yaşlarda geçirdiği talihsiz bir kaza, kendi tabiriyle büyük bir şansa dönüşüyor. Bu sayede, yatakta geçirmek zorunda kaldığı aylar boyunca eski harflerle okumayı öğreniyor. Önce tarih, sonra edebiyat ve derken polisiyenin zehri sızıyor kanına.

Mart 2025

“Taşı Toprağı Tarih Bir Ülkede Yaşıyoruz!”

Tunç Uluğ Röportajı - “Taşı Toprağı Tarih Bir Ülkede Yaşıyoruz!”

Tunç Uluğ, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren iş dünyasının merkezinde bulunmuş, Koç Holding başta olmak üzere önemli şirketlerde üst düzey görevler yapmış başarılı bir iş adamı. Yüksek öğrenimine Robert Kolej’in ardından Amerika’da devam eden Uluğ, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren çeşitli kademelerde şirket yönetmiş önemli bir isim. Tecrübesi ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sanayi kuruluşlarının geride kalan yüz yılda kat ettiği mesafeye dair gözlemleri yakın tarih açısından büyük önem arz ediyor. İlgililerine bu küçük hatırlatmayı yaptıktan sonra Tunç Bey’in erken çocukluk yıllarından zuhur eden ve yıllar içinde giderek artan kitap, daha doğru bir ifadeyle “bilme” merakına gelelim. Zira bir araya getirdiği kendi değerlendirmesiyle ‘mütevazı’ kitap koleksiyonundan öncelikli beklentisi ihtiyaç duyduğu bilgiye ulaşmak. Bu nedenle önceliği okuyabildiği dillerde kitap toplamak olmuş.

Ocak 2025

“Türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!”

Cengiz Kahraman Röportajı - “Türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!”

Cengiz Kahraman; fotoğraf editörü, araştırmacısı ve koleksiyoneri. Kariyeri de bu sıralamayla ilerlemiş. Üniversiteden mezun olduktan sonra tesadüfler sonucunda İstanbul Ansiklopedisi’nde yardımcı fotoğraf editörü olarak işe başlamış. Meslek hayatının geri kalanını belirleyen bu karar, kişisel ilgisinin yönünü de büyük ölçüde tayin etmiş diyebiliriz. O vakte kadar fotoğraf çekmekten zevk alan bir gençken zamanla başkalarının çektiği fotoğrafların hikayelerini kovalar olmuş. Eski İstanbul fotoğrafları, o fotoğrafların anlattığı hikayeler, vizörün ardındaki isimler… Cengiz Bey, eski İstanbul fotoğrafları ve erken dönem foto muhabirleri denilince akla gelen ilk isimlerden biri. Kendisini bulmuşken fotoğraf koleksiyonculuğunun incelikleri, zorlukları ve dijital teknolojinin fotoğraf koleksiyonculuğuna etkilerini de içeren keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Aralık 2024

“Biz Çalıkuşu Nesliyiz!”

Günay Kut Röportajı - “Biz Çalıkuşu Nesliyiz!”

Eski Türk Edebiyatı’na ilgi duyan, edebiyat eğitimi almış ya da yolu yazma kitaplarla, kütüphanelerle kesişmiş hemen herkesin aşina olduğu bir isim Prof. Dr. Günay Kut. Üniversite hocalığı vesilesiyle doğrudan hocalık ettikleri dışında, sahaya getirdiği sistematik sayesinde dolaylı yollarla onun rahle-i tedrisinden geçmiş çok insan var. Yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda kütüphanede yazma eserler üzerinde çalışan, eserlerin tespiti, tahlili ve kataloglanması konusuna yıllarca emek veren Günay Kut Hoca, 1950’lerin İstanbul’unda, devr-i kadîm hocalarından ders ve ilham alarak yetişmiş. Aldığı terbiyeyi derslerine aktardığı; ciddiyet, disiplin ve çalışma azmi konusunda günümüz meslektaşlarından ayrı bir yerde durduğu kendisini tanıyanların malumu. Öğrenciliğinde de zeki, gayretli ve çalışkan olduğu muhakkak. Ancak Günay Kut’u Günay Kut yapan çok büyük bir şansı daha olmuş.

Ekim 2024

“Kitap yok olduğunda insan da yok olacak!”

Murat Menteş Röportajı - “Kitap yok olduğunda insan da yok olacak!”

Murat Menteş, genç neslin önemli roman yazarlarından. İmza attığı eserler, yer yer muzip de denilebilecek üslubuyla okurlara sıra dışı bir okuma zevki vadediyor. 2000’lerin ortalarında yayınlanan ilk romanı Dublörün Dilemması’yla inşa etmeye başladığı ve kendisinin kontrollü kaos olarak nitelediği üslup yazarın sonraki romanlarında da devam ediyor. Yer yer polisiyeye de kayan sürükleyici, macerası kurgu, genç okurların daha çok ilgisini çekiyor gibi görünüyor. Murat Menteş’le kendi serüvenini, romana bakışını ve geleceğin dünyasında romanın yerini konuştuk. Buyurun sohbete…

Eylül 2024

“Anadolu Kitabı Koruyamamıştır.”

Necdet Sakaoğlu Röportajı - “Anadolu Kitabı Koruyamamıştır.”

Necdet Sakaoğlu, ilmi çalışmaların sadece akademi çatısı altında yapılabileceği kanaatinin iyice yerleştiği günümüzde, bu algıyı sarsan önemli bir isim. Sivas Öğretmen Lisesi ve Çapa Eğitim Enstitüsü’nde eğitim alan Hoca, öğretmen vasfıyla başladığı meslek hayatını orta öğretim müfettişi olarak tamamlıyor. Hayal kurma lüksü olmayan bir neslin temsilcisi o. Düşünerek, planlanarak inşa edilmiş bir kariyeri yok yani. Tarihçilik yolu, sevk-i ilâhi’yle açılmış önüne. Yirmili yaşlarının ikinci yarısında kaleme aldığı ilk kitabından sonra durmadan üretmiş. Yerel tarih, şehir tarihi, Selçuklu ve Osmanlı tarihi, eğitim tarihi gibi konularda kaleme aldığı, literatürde önemli boşlukları dolduran eserlerin her biri kıymetli elbette. Ancak sözlü tarihin Türkiye’de pek de makbul görülmediği, bilakis bu tür kaynakları kullanmaya tevessül edenlerin itibarsızlaştırıldığı yıllarda, sözlü tarih kaynaklarından istifade etmiş olması, tarih disiplinine yaklaşımını ve eserlerini daha bir kıymetli kılıyor.

Haziran 2024

“Mimarlık Daima Siyasaldır.”

Uğur Tanyeli Röportajı - “Mimarlık Daima Siyasaldır.”

Yüksek Mimar, Akademisyen, Profesör, Yazar… Bunlar Prof. Dr. Uğur Tanyeli için kullanılabilecek sıfatlar. Ancak hiçbiri Uğur Bey’in aydın/mütefekkir kimliğini ifadeye yetmiyor. Evet, Uğur Tanyeli bir mimar. Üniversiteyi bitirdikten sonra mimarlık tarihi ve teorisi çalışmaya başladığı için tarihçi de diyebiliriz kendisine. Ama mimarlık tarihi deyince aklınıza yapı tarihi, mimari ekoller vesaire gelmesin. Merkeze inşa edilmiş bir binayı ya da binayı inşa eden mimarı alıyor olsa da Uğur Bey’in maksadı, son tahlilde insanı anlamak. Mimari esere bakarken; eseri ortaya koyan toplumun inanç ve düşünce sistemini, yaşam biçimini, ihtiyaçlarını hatta siyasetini de tartışmaya dahil ediyor. Zira söz konusu edilen yapı neticede bir insan eylemi ve Uğur Tanyeli’ye göre “Bir toplumdaki bütün bilgiler homolojiktir. Aynı düşünsel ve toplumsal altyapıyı kullanırlar.” Dolayısıyla parçalayarak bakmak sizi doğru cevaba ulaştırmaz.

Kasım 2023

“Bazı konular kenardan baktığınız zaman daha kolay anlaşılabilir.”

Süreyya Faruki Röportajı - “Bazı konular kenardan baktığınız zaman daha kolay anlaşılabilir.”

Süreyya Faruki Hoca; iktisat tarihi, Osmanlı gündelik hayatı, Osmanlı köy toplumu ve kadın tarihi gibi konularda ufuk açıcı çalışmalara imza atan önemli bir tarihçi. Osmanlı çalışmaya Hamburg Üniversitesi’nde tarih öğrencisiyken geldiği İstanbul’da başlıyor. Tarihçi olmaya lisede karar verse de alan olarak Osmanlı’yı seçmesi biraz talihin sevkiyle oluyor. “İnsan, hayatında bir sürü seçenekle karşılaşır. Bazen doğru karar alır, bazen de yanlış tercihler yapar. Sonra keşke yapsaymışım der.” diye özetliyor Hoca. O, şanslı olanlardan. Atmış yılı geride bırakmışken yaptığı seçimlerden ve sonuçlarından duyduğu memnuniyeti gizlemiyor. Hindistanlı bir babayla Alman bir annenin çocuğu olan Süreyya Faruki’nin çocukluğu Almanya, Hindistan ve Endonezya’da; gençliği Almanya’dan sonra kısmen Türkiye ve Amerika’da geçmiş. Bu geniş yelpazenin ve edindiği tecrübenin etkisiyle olsa gerek, hayata ve kimliklere karşı temkinli durmayı tercih ediyor.

Ekim 2023

“Bağışlarla kütüphane kurulmaz.”

Selahattin Öztürk Röportajı - “Bağışlarla kütüphane kurulmaz.”

Bugüne kadar kütüphanelere genellikle kullanıcılar açısından baktık. İhtiyaçları, gelişmeleri, talepleri hep kullanıcının gözüyle gördük. Bu ay bir değişiklik yapıp Türkiye kütüphanelerinin yakın tarihini, İstanbul’da otuz sekiz yıl kütüphanecilik yapan Selahattin Öztürk’le konuşmak istedik. Selahattin Bey, 1980’lerin ortalarında İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) başladığı meslek hayatını geçtiğimiz günlerde noktaladı. Altı yıldır görev yaptığı Zeytinburnu Belediyesi’nde yedi yeni kütüphane kuran Öztürk, idealist bir meslek personeli olarak olanı ve olması gerekeni net bir şekilde ortaya koyuyor. Selahattin Öztürk aynı zamanda kayda değer bir süreli yayınlar koleksiyonunun da sahibi. Eylül ayı itibarıyla memleketi Yozgat’ta, kendi tabiriyle içi kitap, dışı çiçek dolu bir hayata başlayan Öztürk’le gerçekleştirdiğimiz sohbetin ilginizi çekeceğini ümit ediyoruz.

Eylül 2023

“Türkiye’yi Yargılamak Değil Anlamak Gerekiyor.”

Olivier Bouquet Röportajı - “Türkiye’yi Yargılamak Değil Anlamak Gerekiyor.”

Osmanlı tarihi ve Türkoloji çalışmaları, On Dokuzuncu Yüzyıl boyunca Avrupa’da çok ilgi gören iki alan. O dönemde Avrupalı araştırmacıların verdiği eserler sahada hâlâ kullanılıyor. Ancak Avrupa üniversitelerini yakından takip eden herkesin hemfikir olduğu bir husus var; bu alanlar Avrupa’da artık eskisi kadar rağbet görmüyor. Bu vakıanın istisnaları var elbette. Universite Paris Cite, Paris Şehir Üniversitesi Osmanlı tarihi profesörü Olivier Bouquet bu istisnalardan biri. Fransa’nın son Osmanlı büyükelçisi Louis Maurice Bompard torunlarından olan Bouquet, 1994’de henüz üniversite öğrencisiyken geliyor ilk kez Türkiye’ye. Büyük dedesinin görevi ve onun eşi Gabrielle Bompard’ın anıları vesilesiyle zaten haberdar olduğu Osmanlı ve Türkiye bu ziyaretten sonra bir daha hiç çıkmıyor gündeminden. Türkiye’de on yıla yakın yaşadıktan sonra Fransa’ya dönen Prof. Olivier Bouquet ile son İstanbul ziyaretinde Fransa ve Türkiye’deki Osmanlı tarihi çalışmalarını konuştuk.

Temmuz 2023

“Batı, Reşer olmadan yazma konusunda fakir olurmuş.”

Güler Doğan Averbek Röportajı - “Batı, Reşer olmadan yazma konusunda fakir olurmuş.”

Beyazıt Çınaraltı’nda, küçük bir alan üzerine kurulan Sahaflar Çarşısı, 1900’lerin başlarından 90’lara kadar Türkiye entelektüel tarihinde çok önemli bir yer tutuyor. Okuyan, yazan, geçmişin, günün ve geleceğin meselelerine kafa yoran hoca, öğrenci, politikacı, iş adamı… mutlaka yolunu Sahaflar Çarşısı’na düşürüyor. O günlerde yaşananlar, görülenler, o küçücük bahçenin şahitlik ettiği olaylar hâlâ kulaktan kulağa anlatılmaya devam ediyor. Çarşı’nın enteresan simalarından biri de Osman Reşer. Günümüzde bile adı şüpheyle anılan Reşer, Yahudi asıllı bir Alman olarak dünyaya geliyor. 1900’lerin başlarında Müslüman, 30’larda Türk vatandaşı olsa da pek kimseyi ikna edemiyor ‘değiştiğine!’ İyi bir kitap müşterisi olduğu bilinen, Çarşı’dan çok nitelikli yazmalar aldığı anlatılan Osman ya da ilk adıyla Oskar Reşer, birkaç yıl öncesine kadar muamma bir şahsiyetti.

Haziran 2023

“Tarih bilmezseniz siyaset üretemezsiniz!”

Ahmet Kuyaş Röportajı - “Tarih bilmezseniz siyaset üretemezsiniz!”

Başlığa aldığımız cümle, bir devrim tarihi hocasına ait. Fransa, Kanada ve Amerika’da geçirdiği yirmi üç yılın ardından Türkiye’ye dönerek kariyerine Galatasaray Üniversitesi’nde devam eden Ahmet Kuyaş, çalışmalarını İkinci Meşrutiyet ve erken Cumhuriyet tarihi alanında yoğunlaştırmış. Osmanlı son döneminin sosyal ve politik meselelerini bilmeden bugünü anlamanın mümkün olmadığını söyleyen ilk isim Kuyaş değil şüphesiz. Ancak Ahmet Bey bunun neden böyle olduğunu çarpıcı örneklerle bir kez daha ortaya koyuyor. Ahmet Kuyaş, akademisyenliğinin yanında nitelikli bir koleksiyoner aynı zamanda. Babasının ve amcasının izinden giderek erken gençlik yıllarında başladığı pul koleksiyonlarını sürdürüyor. Ayrıca dönemin ruhuna uygun olarak kitap ayracı ve kurşun kalem topluyor. Filateli dünyasına aşina olanların tahmin edebileceği gibi Ahmet Bey, Farabi Pul Evi’nin sahibi, filatelist Salih Kuyaş’ın oğlu. Dünya çapında önemli ödüllere sahip Tevfik Kuyaş’ın da yeğeni. Doç. Dr. Ahmet Kuyaş’la kendi ç

Mayıs 2023

“Genç ve Öğrenci Olmam Avantaj Sağladı.”

Mert Tezcanlıol Röportajı - “Genç ve Öğrenci Olmam Avantaj Sağladı.”

Son yıllarda sahafiye koleksiyon söz konusu olduğunda yaygın bir kabul var; malzeme az, fiyat yüksek! Sahaya yeni girecek kişilerin pek şansı yok… Özellikle gençleri daha yolun başında yıldıran bu iddia tamamen yersiz değil elbette. Ama ne toplayacağınızı ve elde ettiğiniz malzemeyi nasıl yorumlayacağınızı bilirseniz bu açmazdan kurtulmanız da mümkün. Henüz 28 yaşında olmasına rağmen şahsi arşivinden malzemeler ve titiz bir arşiv taramasına dayanan ilk kitabı yayın aşamasında olan Mert Tezcanlıol bu iddianın ispatı. Mert Tezcanlıol, işletme eğitimi almış ve yazılım sektöründe çalışıyor. Ancak yakın tarih ilgisi çok daha eski. 12 yaşından beri sahaf müşterisi. Lise yıllarında konusunu belirlemiş ve topladığı malzemeyi saha çalışmalarıyla desteklemeye başlamış bir araştırmacı. Üniversite yıllarından itibarense mütevazı fakat ne istediğinden emin bir koleksiyoner. Biz bu noktada aradan çekilip sizi Tezcanlıol ve koleksiyonuyla başbaşa bırakalım…

Nisan 2023

“Sahaflar Çarşısı bizim için mektep gibiydi.”

İsmail Kara Röportajı - “Sahaflar Çarşısı bizim için mektep gibiydi.”

İsmail Kara, titiz bir araştırmacı, velûd bir kalem erbabı, profesörlüğe kadar yükselseler dahi talebelerine rehberlik etmeye devam eden bir hoca ve elli yıldan uzun süredir İstanbul sahaflarının müdavimlerinden. Düşük bir ihtimalle adını duymamış dahî olsanız, bu kadar açıklama ne söylediğini merak etmenize kâfi olsa gerek. İhtisas alanı İslam düşüncesi olmakla birlikte, Prof. Dr. İsmail Kara’nın kültür alanında da bizzat kaleme aldığı ya da destek verdiği çok sayıda çalışma bulunuyor. İstanbul’a, 1969 yılında on dört yaşında bir öğrenci olarak geliyor Kara. O tarihlerden itibaren şehirdeki kültür muhitine dahil oluyor. Çok insan tanıyor, çok hatıra biriktiriyor elbette. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Prof. Dr. İsmail Kara’yla baş başa bırakalım…

Mart 2023

“Sahaflar Çarşısı’nı yeniden diriltmek istiyoruz.”

Üsküdar Sahaflar Çarşısı Röportajı - “Sahaflar Çarşısı’nı yeniden diriltmek istiyoruz.”

2022 yılı geride kaldı. Bir senelik muhasebe yapılacak olsa, kitap ve eski eser meraklıları bile, peş peşe epey madde sıralayabilir. Diğer gündemlerin birebir sohbetlerde ele alındığını varsayarak biz, senenin son ve güzel gelişmesini ele almayı seçtik. Yolu İstanbul’a düşenler de orada yaşayanlar kadar bilir ki sahaf müşterileri bir malzemenin peşine düştüğünde bakacağı adresler bellidir. İnternet alışverişi, elbette ilk sırada yer alır. Kitaba dokunmak, alışverişi sohbete bahane etmek isteyenler içinse Sahaflar Çarşısı hâlâ listedeki yerini korurken, Beyoğlu ve Kadıköy’deki çarşılar ve o civarı mekan tutan esnaf da vazgeçilmezdir. Geçtiğimiz Aralık ayına kadar, bir iki esnaf dışında, Üsküdar yoktu o listede. Ancak Üsküdar Belediyesi’nin girişimleriyle şehir, yeni ve mütevazı bir Sahaflar Çarşısı’na daha kavuştu. Üsküdar’da faaliyet gösteren esnafın bir kısmını bir araya getiren bu Çarşı, konum ve mekan olarak da dikkate değer bir noktada yer alıyor.

Ocak 2023

“İstanbul’u eski haliyle hatırlamak istiyorum.”

Sarkis Karamanik Röportajı - “İstanbul’u eski haliyle hatırlamak istiyorum.”

Sarkis Karamanik çocukluğunu ve ilk gençliğini İstanbul’da geçirmiş. 1960’ların İstanbulu bugünküne pek benzemiyor elbette. O tarihlerde Şişli sokaklarında Fransızca’yı, İngilizce’yi, Ermenice’yi, Rumca’yı ve Türkçe’yi bir arada duymak mümkün. Şehir, çok kültürlü kimliğini henüz tam anlamıyla yitirmemiş. Çocuklar, ömürleri boyunca özlemle hatırlayacakları bir zenginlik içinde büyüyor. Ailesine destek olmak için önce nalbur çıraklığı sonra balıkçılık yapıyor Sarkis Karamanik. Son Ermeni reislerle denize açılıyor. Haliç, Boğaz ve Marmara sevgisi daha o yıllarda yerleşiyor içine ve yıllar sonra Fransa’ya taşınınca geçmişiyle arasındaki bağ yine deniz sayesinde diri kalıyor. Kartpostal koleksiyoneri sıfatıyla tanıdığımız Sarkis Karamanik, koleksiyon yapmaya Paris’e taşındıktan sonra başlıyor. Fransız sahaflardan, eskicilerden topladığı Türkiye ve özellikle İstanbul kartpostallarının sayısı on bine yaklaşmış durumda. Toplamakla yetinmiyor.

Aralık 2022

“Bizim kuşaklarda okuma fetişizmi vardı.”

Görgün Taner Röportajı - “Bizim kuşaklarda okuma fetişizmi vardı.”

Çoğu zaman, eksik bir yaklaşımla, sadece hastalıklarda genetik köken aramak eğilimindeyiz. Oysa alışkanlıklarımızdan karakterimizi teşkil eden farklılıklarımıza pek çok özelliğimizi bizden önceki nesillerden devralıyoruz. Damak tadımız söz gelimi. El becerilerimiz, zevklerimiz ve meraklarımız hatta. Zincirin halkalarının bir yerlerde geçmişte bağlanacağı inancıyla görüşmelerimize genellikle aile hikayesiyle başlamayı tercih ediyoruz. Ve nadiren eli boş dönüyoruz maziden. Görgün Taner’de de öyle oldu. Anne iyi bir okur, baba koleksiyoner. Bu özellikler hiçbir yönlendirme ve teşvik olmadan geçmiş çocuklarına. Hem de anne babanınkinden daha bariz bir biçimde... İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) Genel Müdürü Görgün Taner, kendi kütüphanesini ortaokul yıllarında kurmaya başlamış. Koleksiyonerliği de yine aynı yıllara uzanıyor. Topladığı ilk başlık long play. O tarihlerde koleksiyon kastı yok elbette. Dinlemek için alıyor.

Kasım 2022

“Patrikhanemizin kütüphanesi dünyada ilk sıradadır.”

Püzant Akbaş Röportajı - “Patrikhanemizin kütüphanesi dünyada ilk sıradadır.”

Püzant Akbaş, sahaf camiasının kıdemli ve kıymetli isimlerinden. Türkiye’nin yanı sıra Beyrut’ta, Lefkoşa’da ve Erivan’da iyi okullarda eğitim görmüş. Bildiği sekiz dilin altısında okuyor, yazıyor ve konuşabiliyor. Liseden sonra Ermeni Dili ve Tarihi alanında öğrenim görmüş. Yola öğretmen olma niyetiyle çıksa da günün birinde kendini kitapçı ve sahaf olarak bulmuş. Sahaf Turkuaz’ın iki ortağından biri olan Püzant Akbaş’ı sahada görmek pek mümkün değil. Kurumu temsil görevi, gayrı resmi olarak, diğer ortak Nedret İşli tarafından yürütülürken o odasında, kitaplar arasında vakit geçirmeyi tercih ediyor genellikle. 1980’lerin ilk yarısından beri fiilen içinde bulunduğu İstanbul kitap piyasasındaki Ermenice ve Ermeni harfli Türkçe kitap literatürü hakkında Püzant Bey dışında konuşabilecek ikinci bir isim yok. Bu nedenle mutat suskunluğunu bizim için bozan Püzant Akbaş’la yaptığımız görüşmenin anlamı büyük.

Ekim 2022

“Toplumdan kopuk bir arkeolojinin faydası yok.”

Nezih Başgelen Röportajı - “Toplumdan kopuk bir arkeolojinin faydası yok.”

Nezih Başgelen sıra dışı bir şahsiyet. Arkeolog, araştırmacı, yazar, yayıncı. Daha 1960’lı yıllarda, çocuk yaşlarda sahiplendiği “kültür insanı” kimliği, neredeyse elli yıldır durup dinlenmeden çalışmasını gerektirmiş. On beş yaşında dergi yazarı, lise yıllarında gönüllü müze çalışanı olmuş. Cep harçlıklarıyla aldığı fotoğraf makinasıyla İstanbul’u ve pek çok Anadolu şehrini sokak sokak fotoğraflamış. Çocukluk hayali olan arkeoloji eğitimine başladıktan sonra da tek kişilik bir seferberlik ilan etmiş adeta. Yirmi yaşında Türkiye’nin ilk popüler arkeoloji dergisini çıkarmış. Kazılara gitmiş, sayısı binlerle ifade edilebilecek rapor ve kitap yayınlamış bugüne dek. Arkeoloji Sanat Dergisi ve Arkeoloji Sanat Yayınları kurucusu, yayıncı, araştırmacı ve kültür insanı Nezih Başgelen’in hayatı, bir insanın tek başına ne kadar büyük bir fark yaratabileceğinin somut örneği…

Eylül 2022

“Kütüphane bir nevi otobiyografidir!”

Beşir Ayvazoğlu Röportajı - “Kütüphane bir nevi otobiyografidir!”

Yolun başlangıcı, genellikle sonuna dair ekonomik, sosyal, kültürel ipuçları içerir. Önünüzde bir patika varsa siz adımladıkça genişler, düzleşir ama geri dönüp baktığınızda çıkış noktasının ışıklarını seçersiniz. Yolculuğun devamında her zaman büyük sürprizler beklemez kişiyi. Beşir Ayvazoğlu o istisnayı yaşayanlardan. Bir Anadolu kasabası olan Zara’da, maddi imkansızlıklar içinde, dik bir yokuşta başlamış yürümeye. Sonra genişlemiş, birbirinden güzel manzaralara açılmış yolu. Bunun için çok çabalamış elbette. Önce Sivas’ta, sonra Bursa’da, derken İstanbul’da tüm titizliği ve gayretkeşliğiyle kullanmış kalemini. İlkokul yıllarında başladığı şiirle yolları, ilk gençlik döneminden sonra ayrılmış. Belki de iyi ki demeliyiz, zira bu sayede birbirinden kıymetli kitaplar okuyoruz Beşir Bey’in kaleminden. ‘Cahil cesaretiyle yazdım!’ dediği Aşk Estetiği’nin üzerinden kırk yıl geçmiş.

Ağustos 2022

“Kitap Merakı Bakımından Biraz Muallim Cevdet’e Benzerim.”

Dursun Gürlek Röportajı - “Kitap Merakı Bakımından Biraz Muallim Cevdet’e Benzerim.”

Bu ay, kültür tarihçisi, yazar ve Osmanlıca hocası Dursun Gürlek’in misafiriyiz. Gürlek, Tokat Turhal doğumlu. Okula gitmeden okumayı öğrenmiş ve o günden bugüne okuma sevdası giderek artmış bir kitap sevdalısı. Daha çocuk yaşlarda köyün yaşlılarına anlamadığı kitaplar okumuş. Ailesinden gizli kayıt yaptırıp büyük bir özveriyle devam ettiği İmam Hatip yılları boyunca Ankara’da, İstanbul’da yayınlanan dergileri, gazeteleri takip etmiş. Uzaktan uzağa, o mecralarda yazan, muhafazakar camianın önde gelen isimlerinin öğrencisi olmuş. Üniversitesi için İstanbul’a gelen Gürlek, Cemil Meriç’ten Necip Fazıl’a, ulaşabildiği dönem entelektüellerinin kapısını çalmış, iltifatlarına nail olmuş. Biz burada duralım ve gerisini kendisinden dinleyelim…

Temmuz 2022

“Su Müzesi alanında dünyanın en zengin koleksiyonuyuz!”

Ercan Topçu Röportajı - “Su Müzesi alanında dünyanın en zengin koleksiyonuyuz!”

Türkiye, özel müzelerle Koç ve Sabancı ailelerinin kurduğu başarılı örnekler aracılığıyla tanıştı. Onları takip eden ve yakın geçmişte kurulan özel müzeler, ülke kültürüne önemli bir katkı sunuyor. Türkiye’nin en genç özel müzesi olma özelliği de taşıyan İstanbul Su Müzesi, geçtiğimiz Mart ayında ziyarete açıldı. Adell Armatür bünyesinde oluşturulan koleksiyon, alanında dünyanın en zengin koleksiyonları arasında yer alıyor. Doktor Ercan Topçu’nun 1980’li yıllarda, öğrenciyken başlattığı koleksiyon, ileriki yıllarda kazandığı ivme sayesinde önemli bir açığın kapatılmasına hizmet ediyor. Sektöre musluk üreterek giren Adell Armatür, bugün yurtiçine ve yurt dışına ürün pazarlayan önemli bir sanayi kuruluşu. Kendi sahasında müze kurarak diğer sektörlerde faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarına da örnek olan Adell Armatür’ün koleksiyonunda, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerine ait binlerce eser yer alıyor.

Haziran 2022

“Taş plakta, koleksiyonu tamamlama ihtimaliniz yok!”

Cemal Ünlü Röportajı - “Taş plakta, koleksiyonu tamamlama ihtimaliniz yok!”

Asıl işi tiyatro olsa da Cemal Ünlü denildiğinde akla ilk gelen konu, Türk müzik tarihi ve taş plaklar. Kimsenin ilgilenmediği, merak etmediği, plakların pek kıymet görmediği yıllarda kişisel bir merakla işe başlayan Cemal Ünlü, zaman içinde alanın yegâne otoritesi haline geliyor. Osmanlı coğrafyasında icra edilen müzik türleri ve ‘piyasanın’ geçirdiği dönüşüm, tarihle paralel okunduğunda toplum dinamikleri açısından da önemli veriler sağlıyor. Cemal Bey’in çalışmaları sayesinde, İmparatorluğun hızla toprak, güç ve itibar kaybettiği 19’uncu yüzyılda kültür muhitinin hâlâ çok güçlü olduğunu görüyoruz söz gelimi. Adı istibdatla özdeşleşen İkinci Abdülhamid, teknoloji söz konusu olduğunda bütün imkanlarını seferber edebiliyor. Sarah Bernhardt, Lizst konser vermek için İstanbul’a geliyor. İşgal İstanbul’unda erkekler askere alınmışken konservatuar kız öğrencilerle faaliyetlerine devam ediyor. Dünyanın en büyük plak üreticileri stüdyolar, fabrikalar kuruyor şehirde.

Mayıs 2022

“Herkesin ‘hocam’ diyeceği biri olmak istedim!”

Selahattin Özpalabıyıklar Röportajı - “Herkesin ‘hocam’ diyeceği biri olmak istedim!”

Osmanlı dönemi aydın biyografilerinde sıkça geçen bir ifadedir otodidakt. Düzenli bir eğitim almamış, kendi kendini yetiştirmiş kişiler için kullanılır. Modern eğitim yaygınlaştıkça otodidakt kişi sayısı hızla düşüyor. Uzun zamandır insanları tanımaya okudukları okullardan, ders aldıkları hocalardan başlıyoruz. Çok nadir de olsa istisnalar olabileceğini hesaba katmak gerekiyor elbette. Selahattin Özpalabıyıklar bu sıra dışı isimler arasında ilk akla gelmesi gereken portre. Sehalattin Bey, bugünün dünyasında imkansız gibi görünen bir yol izleyerek ezberimizi bozuyor. Ortaokulla noktalanan düzenli eğitimi sonrasında takip ettiği kendi kendini yetiştirme sistemi, onu Türkiye’nin en önemli yayınevlerinde editörlüğe, İngiliz dilinin en önemli isimlerini tercüme edecek seviyede dil hakimiyetine taşıyor. Çevirmen, editör ve yazar Selahattin Özpalabıyıklar’ın serüveni pek çoğumuza ilham olacak nitelikte. Buyrun kendisine kulak verelim…

Nisan 2022

“Anlamsız dünyaya anlam katmaya çalışıyoruz.”

Gökhan Akçura Röportajı - “Anlamsız dünyaya anlam katmaya çalışıyoruz.”

Yazar, dramatrug, araştırmacı, koleksiyoner, senarist, reklamcı, radyo programcısı, sahafsever, efemerist Gökhan Akçura ile gözlerden uzak görkemli kütüphanesinde kitaplar, efemera dosyaları ve plaklar arasında güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Kendi tabiri ile "ıvız zıvır" tarihi konusunda önde gelen isim Akçura’nın yayınlanmış birçok çalışması bulunuyor. Akçura’yı sosyal tarih araştırmalarında benzer konuda çalışan diğer araştırmacılardan ayıran en büyük fark, bu sahada ülkemizde profesyonel olarak çalışan ilk isim olması. Dolayısıyla erken yaşlardan itibaren sahaf camiası ile yakın bir tanışıklığı var. Birçok konuda hâlâ toplamaya ve üretmeye devam ediyor.

Mart 2022

“Yaşama olanaklarının daraltıldığı toplumda insan da önemsizleşir.”

Ekrem Işın Röportajı - “Yaşama olanaklarının daraltıldığı toplumda insan da önemsizleşir.”

Tanıyanları için hiçbir ek açıklama yapmaksızın Ekrem Işın adını anmak yeterli. Ele aldığı her sahada inebildiği kadar derinlere inen; daha önce fark edilmemiş, bakılmamış, görülmemiş şeyleri titizlikle bulup çıkaran ve karşımızdaki bulanık fotoğrafı her çalışmasıyla biraz daha netleştiren bir isim Ekrem Işın. Edebiyatçı, gündelik hayat ve tasavvuf tarihi araştırmacısı, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü kurucu yöneticisi… Peş peşe sıraladığımız bu sıfatlar çalışmalarını anlamakta ve kendisini tanımakta pek yardımcı olmuyor bize. Birbiriyle çok yakın görünmeyen bütün çalışma alanları tek bir amaca hizmet ediyor; insanı tanımak ve anlamak. Ömrünün elli yılını bu çabayla geçirdikten sonra sadece bulduğu cevaplar değil, sorduğu sorular da bambaşka anlamlar kazanıyor. Şu sıralar en zor olanla, kendinin üstesinden gelmekle uğraştığını söylüyor Ekrem Bey. Yani bu söyleşi, toplumsal meseleler kadar ‘insanın anlam arayışı’na da ışık tutuyor. İyi okumalar dileriz…

Şubat 2022

“Etrafımda resim, heykel, kitap olmadan yaşayamıyorum.”

Yahşi Baraz Röportajı - “Etrafımda resim, heykel, kitap olmadan yaşayamıyorum.”

Türkiye’de isimleri bir çırpıda sayılabilecek kadar müze, belki bir o kadar sanat galerisi ve müşterinin/insanın dahil olduğu, eser alıp sattığı bir resim piyasası var. Bu bilgilere; dünya çapında sanatçı ve koleksiyonerimizin olmadığını da Yahşi Baraz ekliyor. Yokluğun bir sebebi, telaffuz edilen rakamların ortalama bütçeler için astronomik oluşu elbette. Fakat maddi imkânsızlık tek başına, mevcut manzarayı izah etmeye yetmiyor. 1800’lerin ikinci yarısından beri eser verilen, yaşanan önemli aksiliklere rağmen kültürel sermaye biriktiren bir toplumda var olan böylesine bir kuraklık, daha detaylı analiz edilmeyi hak ediyor. Akla gelen soruların ilk muhataplarından biri Yahşi Baraz elbette. Osmanlı bakiyesi bir aileye doğmuş, dedelerinden ve babasından ciddi bir entelektüel miras devralmış Baraz. Kitaplar, antikalar; eski halı, yazı, bakır koleksiyonları içinde büyümüş. 1960’ların ikinci yarısında biraz da tesadüflerin etkisiyle sanat dünyasıyla tanışmış.

Ocak 2022

“12 Eylül travmasını atlatmak için kitap topladım belki de!”

Ahmet Salcan Röportajı - “12 Eylül travmasını atlatmak için kitap topladım belki de!”

İş Bankası Kültür Yayınları; hem kurumsal kimliği hem de yayıncılık çizgisi itibarıyla Türkiye’nin önemli yayınevleri arasında. Bu başarıda büyük pay, on altı yıldır Genel Yayın Yönetmeni koltuğunda oturan Ahmet Salcan’a ait. Bankacılık kariyerini yarıda bırakarak yayıncılık işine giren Salcan, bir ihtisas kitapçısı olan Homer’in de kurucusu. Yayıncılık konusundaki yetkinliğinin yanında, en az o kadar önemli bir vasfı daha var Ahmet Salcan’ın. O sahalara meraklı insanların bir kısmının bile bilmediği çok önemli koleksiyonlara sahip. Sayıca en büyük başlık, sosyal bilimler alanında yayınlanmış kitapların yüzde doksanına yakınını barındıran Türkiye’ye dair İngilizce kitaplar. Kısa sürede bir araya getirdiği dünyada yayınlanan ilk resimli gazete olan The Illustrated London News koleksiyonu, Türkiye’de bilinen en geniş koleksiyon.

Aralık 2021

“Kütüphanemde Kontrollü Bir Delilik Var!”

Pelin Batu Röportajı - “Kütüphanemde Kontrollü Bir Delilik Var!”

Yaşadıkları mekanlar, insanlar hakkında kelimelerden daha çok şey anlatır. Bir insanı tanımaya evinden başladığınızda, portreyi doğru fonda inşa etme şansı elde edersiniz. Boşlukları doldurmak için de kelimeler imdadınıza yetişir… Gelin, söyleşiye geçmeden önce bir salon hayal edelim. Antika mobilyalar; masaların, sehpaların üzerinde dünyanın dört bir tarafından toplanmış objeler, duvarlarda Picasso, Bedri Rahmi, Nuri İyem, Erol Akyavaş ve daha onlarca ünlü yerli yabancı ressamın tabloları ve kitaplar, kitaplar, kitaplar… Pelin Batu, annesinin ve babasının kurduğu hayatı, bu fonda, onların bıraktığı yerden sürdürüyor. Ve gariptir; kurgulayanlar artık aramızda olmasa da hikaye hiç kesintiye uğramamış gibi hissediyoruz. Kendi ifadesiyle annesinin ve babasının hayatına devam ediyor Pelin Hanım. Masadaki küllük bile annesi Nevra Batu’nun bıraktığı gibi duruyor. Devraldığı miras önemli ve ilgi çekici elbette. Fakat bu kadarla sınırlı değil.

Kasım 2021

“Okuma zevki olan herkesin elinden çizgi roman geçerdi.”

Murat Sevgikuranlar Röportajı - “Okuma zevki olan herkesin elinden çizgi roman geçerdi.”

“Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk / Hiçbir yere gitmiyor” diyor ya Edip Cansever, hayat da onu doğrulamak için çabalıyor adeta. Kimi zaman şans, kiminde talihsizlik suretine bürünüp gölge gibi takip ediyor bizi çocukluğumuz. Çoğumuz o çocuğu susturmanın bir yolunu bulmuş. Bazılarınınsa böyle bir derdi yok. Onunla el ele geçiriyorlar tüm ömürlerini. Murat Sevgikuranlar onlardan biri. Nedenini tam izah edemese de çocukluğunun yakasını bırakmadığının farkında ve bundan hiç şikayetçi değil. Türkiye’nin önde gelen çizgi roman satıcılarından Murat Bey. Çizgi roman meraklıları ve koleksiyonerleri çok iyi tanıyor kendisini. 35 yıldır fiilen piyasanın içinde. Çizgi romanla mesaisi ise erken çocukluğuna kadar geri gidiyor. Kadıköy Pasajı’ndaki Pecos Bill, Teks, Ken Parker, Karaoğlan ve diğerlerinin maceralarından izlerle dolu dükkanında, özgür bir cumhuriyet kurmanın saadetini yaşıyor. Kendi dili, değerleri ve heyecanları olan bu dünyayı yakından tanımak için bize rehberlik etmesini rica ettik.

Ekim 2021

“Tarihi, müzikle anlatmayı seviyorum!”

Murat Meriç Röportajı - “Tarihi, müzikle anlatmayı seviyorum!”

Türkiye’de pop müziğin ilk örnekleri ne zaman ortaya çıktı? Pek çoğumuz bu soruya 1960’lar ve 70’ler cevabını verme eğilimindeyiz. Oysa Murat Meriç’in çalışmaları bu tarihi 1800’lerin sonlarına, ilk marş ve kanto örneklerine kadar geri götürüyor. Sonra tango, vals, jazz, rock’n roll… Toplum, dinlediği müzikle birlikte yavaş yavaş değişiyor. Müzik tercihlerini, tek başına masum bir zevk de belirlemiyor üstelik. Kulak kabarttığımız melodilere resmi otorite ve dünya siyasetinin etkisiyle karar veriyoruz. Hikaye uzun ve hayli ilgi çekici. Detayları, 1990’ların ikinci yarısından beri Türk pop müziği hakkında araştırmalar yapan Murat Meriç’ten dinleyeceğiz. Meriç, çocukluktan itibaren iyi bir müzik dinleyicisi olmuş. Üniversite yıllarında tesadüfen müzik yazıları yazmaya başlamış ve sahadaki boşluk sebebiyle kendini müzik araştırmacısı olarak bulmuş. 2006 yılında piyasaya çıkan ilk kitabı Pop Dedik’i, 100 Soruda Memleket Tarihi ve Hayat Dudaklarda Mey kitapları izlemiş…

Eylül 2021

“Türkiye hâlâ bir yazma kitap cenneti!”

Sabri Koz Röportajı - “Türkiye hâlâ bir yazma kitap cenneti!”

Sabri Koz, halk edebiyatı okurlarının, sahaf müdavimlerinin ve yayın dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Kendisini kitap meraklısı ve eğitimci olarak tanımlasa da aslında bundan çok daha fazlası olduğu, Sabri Bey’i tanıyanlarca bilinir. Her şeyden önce öğretmen elbette. Sonra derlemeci, makale yazarı, araştırmacı, editör… Mütevazı bir bütçeyle 50 yılda kurduğu halk edebiyatı ‘koleksiyonu’ ve ilk öğrencilik yıllarından itibaren sürdürdüğü titiz okurluğu sayesinde pek çok yayının ortaya çıkmasında büyük emeği var. Kendi ifadesiyle, çalışmakla ve öğrenmekle geçen bir ömrün semeresini, yayına hazırladığı kitaplarda cömertçe ortaya koyuyor. Eski yemek tarifleri, hikayeler, türküler ve bilmeceler gibi konularda hazırladığı derlemeler kadar sohbetine de doyum olmadığını en baştan belirterek sözü Sabri Bey’e bırakalım...

Ağustos 2021

“Entelektüel olan hiçbir şey bana yabancı değil.”

Hilmi Yavuz Röportajı - “Entelektüel olan hiçbir şey bana yabancı değil.”

Herkesin başka bir yönüyle, kendi meşrebince ilişki kurduğu insanlar vardır. Hilmi Yavuz da şairliği, eleştirmenliği, düşünceleriyle her birimiz için farklı anlamlara gelen entelektüellerden. Şairliğinin altını çizsek düşünce adamlığına haksızlık etmiş olacağız. Kendi eserlerini öne çıkarsak eleştirileriyle ufkumuzu açtığını unutacağız. Bu açmazdan kurtulmanın yolunu, eserlerini değil de Hilmi Yavuz’u inşa eden insanları ve muhiti konuşmakta bulduk. Üzerinde izi bulunan hocaları, yazarları, zamanları, şehirleri tanımak; Hilmi Yavuz’a ve eserlerine bir adım daha yaklaşma imkanı sunabilir. Ve kim bilir; 85 yıllık bu zamanda yolculukta, bize rehberlik edecek bazı ipuçları da bulabiliriz belki...

Temmuz 2021

“Varlık, ‘Türk Edebiyatı Var!’ demek için kuruluyor!”

Filiz Nayır Deniztekin Röportajı - “Varlık, ‘Türk Edebiyatı Var!’ demek için kuruluyor!”

Yaşar Nabi Nayır, çağdaş Türk Edebiyatı’nın bugün bulunduğu noktaya gelmesinde büyük emeği olan bir isim. Pek çoğumuzun cep boy edebiyat kitaplarıyla tanıdığımız Varlık Yayınları’nın da kurucusu olan Nayır, Balkan Savaşları’nın yarattığı buhran ortamı sebebiyle çocuk yaşta evini geride bırakıp Türkiye’ye geliyor. Maddi imkansızlıklar sebebiyle Galatasaray Lisesi’nden sonra eğitimini sürdüremiyor. Cumhuriyet’in kurumlarının yeni yeni tesis edildiği 1930’lu yılların başında, daha genç bir çevirmenken, Türk Edebiyatı’nın var olduğunu kanıtlamak amacıyla bir edebiyat dergisi çıkarmaya karar veriyor. Günümüze dek kesintisiz devam edecek olan Varlık dergisi, büyük bir idealin meyvesi olarak 1933 yılında başlıyor yayın hayatına.

Mayıs 2021

“Türklerle ilgili çıkmış bütün dergileri topladım.”

Bülent Kutlu Röportajı - “Türklerle ilgili çıkmış bütün dergileri topladım.”

Bülent Kutlu İzmir’de yaşıyor. 44 yıldır süreli yayın toplamakta. Çizgiroman ile başladığı biriktirme serüveni Türkçü ve siyasi dergiler koleksiyonculuğu ile zirveye çıkmış. Son yıllardaki ilgi alanı fanzinler ve tiyatro dergileri.. Türkiye süreli yayın koleksiyonerleri arasında hâlâ faal birkaç büyük isimden biri…

Mayıs 2021

“Mezar Taşıma ‘Çalışmaya Doyamadan Gitti!’ Yazın…”

Nurhan Atasoy Röportajı - “Mezar Taşıma ‘Çalışmaya Doyamadan Gitti!’ Yazın…”

Nurhan Atasoy, Türkiye’nin yetiştirdiği en yetkin sanat tarihi araştırmacıları arasında ilk sıralarda yer alıyor. 1950’lerde başladığı çalışmalarını, ilk günden bugüne aynı titizlikle sürdürüyor. Bırakın kitabı, makale yazmak için bile yeterli kaynağın bulunmadığı konular, onun ilhama açık zihninde emsalsiz eserlere dönüşüyor. Osmanlı Bahçeleri ve Hasbahçeler, Derviş Çeyizi; Türkiye'de Tarikat Giyim - Kuşam Tarihi, İznik Seramikleri, Surname-i Hümayun: Düğün Kitabı, İpek: Osmanlı Dokuma Sanatı, Otağ-ı Hümayun: Osmanlı Çadırları, Yadigar-ı İstanbul: Yıldız Sarayı Fotoğraf Albümleri, Matrakçı Nasuh ve Menazilnamesi… sayısını hatırlamadığı araştırmalarından sadece bir kaçı. Nurhan Hoca kitaba ve kaynağa ulaşmanın bugüne kıyasla hayli zor olduğu yıllarda çıkıyor yola. Tek bir konu için aylarca süren yolculuklar yapıyor. Çalışmalarının kitaba dönüşmesi yıllar alıyor.

Nisan 2021

“Gırgır’ın temeli bizim evde atıldı.”

Turhan Günay Röportajı - “Gırgır’ın temeli bizim evde atıldı.”

Turhan Günay, Türk yayıncılığını ve çağdaş Türk edebiyatını en iyi bilen birkaç isimden biri. Gazeteci, yayıncı, eleştirmen ve kendisi öyle isimlendirmese de koleksiyoner. 1960’ların sonunda üniversite eğitimi almak için geliyor İstanbul’a. Ama yolunun, hayatının geri kalanını geçireceği mecraya evrilmesi uzun sürmüyor. Önce gazetecilik, sonra dönemin bütün önemli kalemlerinin katıldığı Cuma toplantıları ve elbette Oğuz Aral’la tanışması. Takvimler 1971’i gösterdiğinde henüz mühendislik fakültesi öğrencisi olan Turhan Günay, bu söyleşide boyutları hakkında fikir sahibi olacağınız tecrübeyi kazanmaya başlıyor. 70’li ve 80’li yılların gençleri Gırgır’dan tanıyacaktır kendisini. Ve okurlar tabii ki 1991’den itibaren çıkardığı Cumhuriyet Kitap Eki’nden. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Turhan Günay’la baş başa bırakalım. Keyifli okumalar…

Mart 2021

"İyi tasarlanmış bir koleksiyon, tarih kitaplarında bulamayacağınız bilgiler sunar."

Timur Kuran Röportajı -

Prof. Dr. Timur Kuran, örneğine az rastlanır bir akademisyen. Henüz 5 yaşındayken başladığı koleksiyonculuğu, Kuran’ı anlatmak için kullanılacak ilk sıfat. İktisat tarihçisi, araştırmacı ve yazar kimliklerinin her biri; koleksiyonculuğundan besleniyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin Kurucu Rektörü Aptullah Kuran’ın oğlu olan Timur Kuran’ı, bugün bulunduğu noktaya taşıyan unsurların başında yetiştiği çevre geliyor. Aile ortamında, henüz okuma bilmeyen bir çocuğun tüm soruları dikkatle cevaplanıyor. İlgi alanları destekleniyor ve cesaretlendiriliyor… Bazıları dünya çapında, onlarca koleksiyona sahip olan Duke Üniversitesi Öğretim Üyesi Timur Kuran’la yaptığımız bu sıradışı söyleşi, pek çok konuda ip uçları içeriyor. Öncelikle koleksiyonerlere ve koleksiyon yapmaya niyetli okurlarımıza söyleyecek çok şeyi var Kuran’ın. Ama sadece onlara değil! Tarihe ve gündelik hayatın satır aralarında gizli ipuçlarını takip etmeyi seven bizlere de… Sabırla okumanızı tavsiye ederiz…

Ocak 2021

"Bizim bir şansımız var, dünyanın en nadir pulları bizde."

Yaşar Temiz Röportajı -

Yaşar Temiz, filateli koleksiyoncularının yakından tanıdığı bir isim. Pul toplamanın bugüne nazaran çok daha muteber olduğu 1970'li yıllarda, şans eseri başlamış koleksiyon yapmaya. O zamanlar, harçlığını çıkarmak için çalışmak zorunda olan bir üniversite öğrencisi. Bütün sermayesi, mütevazı bir bütçe ve büyük bir merak. Topladıkça ilgisi artmış, ilgilendikçe de devamı gelmiş. 1980'lerin başında kurulan Burak Filateli, 40 yıl içinde Türkiye'den hatta dünyadan önemli koleksiyoncuların uğrak yeri konumuna ulaşmış. Binlerce müzayede yapmış Yaşar Bey. Bir o kadar katalog hazırlamış. Milyonlarca evrak görmüş. Sahanın en önemli isimlerini yakından tanımış. 4 kitap hazırlamış... Gelin Yaşar Temiz'in değerlendirmelerine birlikte kulak verelim...

Aralık 2020

"Hikayesiz bir yaşamın anlamı yok."

Emine Çaykara Röportajı -

Bu kez Emine Çaykara eşliğinde huzurlarınızdayız. Konuşulacak çok şey var; Arkeoloji eğitimi, çevirmenlik, biyografi yazarlığı, İstanbul'a karşı duyduğu tutkulu aşk ve tabii Halil İnalcık, Muhibbe Darga ve Oktay Sinanoğlu... Çok renkli bir kariyeri var Emine Hanım'ın. Ve biriktirdiği çok hikâye... Evinin kapısından içeri girdiğinizde atmosferin değiştiği hemen hissediliyor. Kendisi sadece bir köşeye o ismi verse de, aslında Emine Çaykara'nın evinin tamamı bir zamanda yolculuk mekânı. Duvarlarda Muhibbe Darga'dan, Mehmet Abud'dan yâdigar tablolar, masanın üstünde Halil İnalcık'ın el yazısı notları, büyükannesinin koltuğu, babasının masası, antikacılardan toplanmış dolaplar, raflar... Hikayeler ve hatıralar arasında yaşıyor yani. Çok geriye gitmiyor belki zaman makinesi ama geçtiğimiz yüzyılda çok güzel duraklarda duruyor. Buyurun siz de eşlik edin bize...

Kasım 2020

"Koleksiyon hastalık değil, iyi bir tedavi yöntemi..."

Ahmet Yamaç Röportajı -

Herkes; zaman içinde gündelik hayatın sıradanlığını aşmak için, imkanı ve ilgisi doğrultusunda bir yol bulur kendine. Ahmet Yamaç'ın bugün mütevazı bir müze boyutlarına ulaşan koleksiyonları da böyle bir meşgale arayışı sonucunda doğmuş. İşler yoluna girmiş, hayat sükunete ermişken gönül eğlemek kastıyla rotasını sahaflara doğru kıran Yamaç, 'tesadüfler neticesinde' önemli bir birikimin sahibi olmuş. Anadolu'nun farklı şehirlerindeki sahaflardan, antikacılardan, bit pazarlarından toplanan çeşitli başlıklardaki malzeme, 30 yıldır can yoldaşlığı ediyor Ahmet Bey'e. Kendisine sorarsanız berber malzemelerinden kuş kafeslerine, kitap ayracından Süheyl Ünver evrakına uzanan birbirinden farklı ve renkli koleksiyonlarla yolları ayırma vakti gelmiş, gözü de gönlü de doymuş artık.

Ekim 2020

"Herkes Günün Birinde Çocukluğunu Toplar."

Turgay Erol Röportajı -

Turgay Erol, nam-ı diğer Kaptan'ın misafiriyiz bu kez. Vitrinde sergilenen malzemeye ilgisi olsun olmasın, yolu İstiklal Caddesi'ne düşen hemen herkes Denizler Kitabevi'nin önünde bir süre oyalanmıştır. Sergilenen / satılan prestij kitaplar, nadir eserler, objeler; mimarisi ve iç dekorasyonuyla hayli davetkâr bir mekan Denizler Kitabevi. Turgay Bey 1993'te kurduğu işletmeye ısrarla 'sahaf' demiyor. Bir 'meraklısına' dükkan burası. Turgay Erol'un ilk gençlik hayallerinde olduğu gibi deniz tutkunlarına hizmet vermek için kurulsa da ilgi ve faaliyet alanı zaman içinde genişlemiş. Mottoları çok net, "Bizde olmayabilir ama nerede olduğunu bilir, sizi yönlendiririz!" Bu iki cümle Kaptan'ın meseleye ve mesleğine bakış açısı hakkında da önemli bir ipucu veriyor. 40 yıllık ilgi, 30 yıllık mesai neticesinde malzemenin geçici, bilginin kalıcı olduğunu idrak etmiş Turgay Bey. Koleksiyona ve koleksiyonculuğa da derinlemesine bilgiye erişmenin yolu olarak bakıyor.

Eylül 2020

"Kartpostaldaki imajı ne fotoğraf, ne gravür karşılar."

Murat Kargılı Röportajı -

Şu günlerde 4'üncü kitabı üzerinde çalışan koleksiyoner Murat Kargılı'nın hikayesi, bir soruyla başlıyor. Tüm koleksiyonerlerin ortak noktası olan merak ve tutku, onda bir umre ziyareti sonrası kendini gösteriyor. Kutsal şehirleri ziyaret eden hemen herkesin aklından geçen, ‘tarihinden ve ruhundan koparılmış bu şehirler 100 yıl önce nasıldı?' sorusu, isminin önüne ‘araştırmacı' vasfı eklenmesiyle sonuçlanacak bir yola sevkediyor Murat Beyi. İstanbul'un tarihi mekanlarından Kanaat Lokantası'nın işletmecisi de olan Murat Kargılı, kısa süren bir acemilik süreci sonrasında, araştırmacı titizliği ve dikkatiyle sahada kayda değer bir yer ediniyor. Mekke, Medine, Kudüs, Hac gibi konularda akla ilk gelen isim olan Kargılı, ikinci kitabı henüz piyasaya çıkmışken yenisi için kolları çoktan sıvamış bile...

Temmuz 2020

"Kitap çağlara, savaşlara, büyük aşklara tanıklık ediyor."

Hamdi Alkan Röportajı -

Sahaf camiasında, Türk Tiyatro Tarihi yazması yönünde bir beklenti olduğunu fark etmek şaşırtıcıydı bizim açımızdan. Zira herkes gibi biz de sadece oyuncu ve yönetmen kimliğiyle tanıyorduk Hamdi Alkan'ı. Sonra 90'larda sahaf çıraklığı yaptığını öğrendik. Ve tabii tiyatro tarihi konusunda iyi bir arşivi olduğunu da. Fakat bu kadarla sınırlı değilmiş Alkan hakkında bilmediklerimiz. 1980'lerin ortalarında önce Beyazıt'ta, ardından Ortaköy'de tezgâh açtığını, o tarihlerden beri, kendi tabiriyle 'ayakçılığa' hiç ara vermediğini, tesbihten Osmanlı kartpostallarına, tiyatrodan teneke oyuncaklara pek çok alanda hatırı sayılır koleksiyonlar yaptığını ve hatta günün birinde bir sahaf dükkânı açma hayali kurduğunu öğrenmek için sohbet etmemiz gerekiyormuş. Buyrun siz de katılın sohbetimize...

Mayıs 2020

"Sahaflar olmasa bu koleksiyon olmazdı!"

Rüyan Soydan Röportajı -

Ortamın verdiği ipuçlarından yola çıkarak Rüyan Soydan'ın mesleği hakkında tahmin yürütme şansınız yok. 3 duvarı kitaplıklarla kaplı odanın kalan boşlukları Şerif Muhittin Targan imzalı bir resim, hat ve ebru tabloları ve yakın tarihlere kadar kullanılıyor olsa da bugün artık 'antika' vasfı kazanmış çeşitli objelere ayrılmış. Ama kısa bir mesai; ortama tek bir ismin, Mehmet Akif Ersoy'un hâkim olduğunu anlamaya yetiyor. 2000'lerin başlarına kadar Mehmed Akif'in Rüyan Bey'in hayatındaki yeri ve anlamı hemen hepimizinkiyle aynı. İstiklal Marşı şairi olmasının yanısıra vatanperver ve ahlaklı bir insan olmasından kaynaklı bir saygı besliyor Akif'e karşı. Ancak 2002 senesinin son aylarında yaptığı Mısır seyahati yeni bir başlangıca vesile oluyor. Geçtiğimiz 15 yılda bütçesinin ve mesaisinin önemli bir kısmını işgal eden Mehmet Akif koleksiyonunu Rüyan Bey'den dinliyoruz.

Mart 2020

"Babam kitapla varolan bir adam."

Halil Bingöl ve Barış Bingöl Röportajı -

Halil Bingöl, sahaflık mesleğinin eskilerinden. 70'lerde müşteri olarak gidip gelmeye başladığı Sahaflar Çarşısı'na, 1980'de, mesleğini bir kenara bırakarak çırak olarak girmiş. Muhittin Eren, Aslan Kaynardağ, Muzaffer Ozak, İbrahim Manav gibi mesleğin eskilerini yakından tanımış, ticaretlerini gözlemlemiş. Sahaflığın geride kalan 40 yılına yakından şahitlik eden Halil Bingöl'e 15 yıldır oğlu Barış da eşlik ediyor. Barış Sahaf'ın Anadolu ve Avrupa yakası temsilcisi olan baba-oğul, mesleğin bugününü ve geleceğini de temsil ediyor.

Şubat 2020

"Okulda yalnızca 1453'ü ve Atatürk'ü öğrendik."

Nobuo Misawa Röportajı -

Prof. Dr. Nobuo Misawa, 1980'lerin ikinci yarısından itibaren Osmanlı Tarihi ve Türk Japon ilişkileri konularında araştırmalar yapan bir Türkolog. Fujio Mitsumashi ve Yuzo Nagata'dan izini takip ederek Osmanlı Tarihi çalışan Misawa'nın Osmanlı ilgisi çok erken yaşlarda başlamış. Ortaokul yıllarında okuduğu tarih kitaplarının Ortaçağ'ın iki büyük imparatorluğundan biri olan Osmanlı'dan bahsetmediğini farketmesiyle doğan merak, 40 yıldır devam eden akademik çalışmalarının temel motivasyonu olmuş. Yüksek lisansta, hem de hiç Türkiye'ye gelmeden Malatya tarihi ve Dulkadiroğulları Beyliği'ni çalışan Nobuo Misawa'yı bugün meşgul olduğu konulara çeken ilk büyük araştırma ise Türk Japon ilişkilerini başlattığı varsayılan Ertuğrul Fırkateyni kazası...

Ocak 2020

"Kendimi hep Nâzım'a ve Ahmed Arif'e yakın hissettim."

Haluk Oral Röportajı -

Haluk Oral, Boğaziçi Üniversitesi'nden emekli bir matematik profesörü. Başlıca çalışma konuları; kodlar teorisi, şifreleme ve kombinatorik. Ancak Hoca'yı tanıyanların sadece bir kısmı bu ihtisasını biliyor. Matematik sahasındaki çalışmalarının detaylarındansa, meslektaşları ve öğrencileri dışında pek kimsenin haberi yok... Bizim için Haluk Oral, Türkiye'nin en büyük imza koleksiyoneri. Tarihçi olmasa da Çanakkale Savaşı'nı ve cephe gerisini en iyi bilen isimler arasında. Edebiyatçı değil ama Nâzım Hikmet ve Orhan Veli denildi mi gözler Hoca'ya dönüyor... Oral'a mesleğinin yanında yeni ihtisas sahaları kazandıran çalışmalarının ilk tohumları, çocukluk yıllarında okuma merakıyla ekilmiş. Uzunca bir süre filizlenmeyi beklemiş o tohumlar. Yüksek Lisans sonrası Kanada'da kendisine hediye edilen imzalı Nazım Hikmet kitabı, toprağına can suyu olmuş adeta.

Aralık 2019

"İçime Süheyl Ünver'in ruhu kaçmış sanki."

Mert Sandalcı Röportajı -

Mert Sandalcı'nın Nişantaşı'ndaki ofisindeyiz. Yine yoğun bir çalışma döneminde. Üniversitede Eczacılık Tarihi dersi vermeye devam ediyor. Bir yandan da İzmir merkezli bir projenin içinde. Kendisinin, sahaya yeni girdiği yıllarda uyguladığı yöntemle tanıtalım Sandalcı'yı. 1980'lerin ortalarına kadar büyük ve başarılı işler yapmış bir İnşaat Mühendisi Mert Bey. Aslında hiç aklında yokken, bir anda ve dramatik bir şekilde farketmiş yapmakta olduğu işin onu geleceğe taşımayacağını. Her biri alanında büyük boşluklar dolduran kitapların, bir benzeri olmayan koleksiyonların arkasında işte o yüzleşme var. İlk kitabı Max Fruchtermann Kartpostalları 2000 yılında çıkmış piyasaya. O tarihlerden beri giderek artan bir hızla araştırmaya ve yazmaya devam ediyor. Yaptığı işleri ilk günkü heyecanıyla anlatıyor. İlginçtir, neredeyse her başlık çocukluğuna görünmez bağlarla bağlıyor Sandalcı'yı.

Kasım 2019

"20 sene sonra 'Çıraklık bitti!' dedim."

Lütfi Bayer Röportajı -

Lütfi Bayer, 30 yıl önce eğitimini aldığı meslek yerine kitapçılık yapmaya karar verdiğinde niyet etmiş Babil Kitaplığı'nı kurmaya. İşi kitap satmak olan biri için gerçekleştirilmesi zor bir hayal. Ama imkansız değil! Nitekim Lütfi Bey, Babil Sahaf çatısı altında kitap kitap yükseltiyor kulesini. Selimiye Kışlası'nın devasa bir sahaf işliğine dönüştürülmesi fikri karşılık bulsa, hedefi asıl o zaman gerçekleşecek. Ancak ülkenin yakın geçmişini hurda depolarından, eskicilerden, boşaltılan evlerden çıkan malzeme ışığında değerlendiren Lütfi Bayer, pek de iyimser bir tablo çizmiyor.


Ekim 2019

"Devleti bulsam müzeler kuracaktım!"

Zeki Kuşoğlu Röportajı -

Kadıköy'de bir hanın 2. katı. İçerideki kalabalık, yarı açık durumdaki sürgülü kapının sınırında son buluyor. Koltuklar için açılan yer dışında boşluk yok odada. Duvarlar, yerler, masa ve sehpaların üstü, birbiriyle bağlantısını sadece Zeki Bey'in kurabileceği binlere objeyle dolu. Bir ömrün hülasası var karşımızda. Hangi malzemeyi elimize alıp konuşmaya başlasak mevzu aynı yere, Mehmet Zeki Kuşoğlu'nun hayat gayesine gelecek; sahip çıkanı az bir kültür dünyasına hizmet etmek. Gaziantep'te, zenaatkâr bir aileye doğmuş Kuşoğlu. 4 yaşında heykel yapmaya başlamış. Sonrası bilindik hikaye; ilk ve orta öğrenim yılları boyunca resim kabiliyetiyle öne çıkmış, sınıf arkadaşlarının ödevleri onun elinden geçmiş. Nihayet Güzel Sanatlar Akademisi ve devlet bursuyla gittiği Almanya. Biz buradan sonrasını konuşuyoruz, zira 5 yıl kaldığı Avrupa'dan başka bir insan olarak dönmüş Zeki Bey. Mevzunun bizi daha çok ilgilendiren kısmı da o zaman başlamış...

Eylül 2019

"Türkan Şoray'la ilk röportajı ben yaptım."

Agah Özgüç Röportajı -

Agah Özgüç, Türk Sineması tarihi açısından önemli bir isim. Kendini 'sinema tarihçisi' kabul etmese de Yeşilçam'a dair pek çok bilgi ve belge, onun sayesinde kayda geçti. 1960'da gazetecilikle birlikte başladığı koleksiyonu sayesinde yapım şirketlerinde ve sanatçılarda bile olmayan döküman ve görüntünün günümüze ulaşmasını sağladı. Sayısını bilmediği kitaplarına bir yenisini eklemek üzere son hazırlıkları yapan Agah Özgüç'le sohbetimiz, Yeşilçam filmlerinin afişleriyle dolu bir koridorda başladı. Sedat Simavi'nin çektiği, ancak şimdiye dek hakkında hiçbir kayıt bulunmayan iki filmle ilgili yeni belgeler yer alacak bu çalışmasında. Heyecanı hâlâ dipdiri. Kafasında ve arşiv dosyalarında yazılmayı / yayınlanmayı bekleyen çalışmalar sıranın kendilerine gelmesini bekliyor...

Ağustos 2019

"Kitabı ve arabayı Ankara'dan alacaksın!"

Güven Özgüç Röportajı -

Güven Özgüç, Ankara'nın genç sahaflarından. Piyasaya, evlerden ve hurdacılardan kitap aktığı günlere yetişememiş. Kaynak, malzeme ve müşteri eskiyle kıyaslanamayacak kadar değişmişken mesleğe yeni bir dil kazandırmaya çalışan esnafa iyi bir örnek teşkil ediyor Güven Bey. Ankara piyasası ve yeni neslin sahaflığa bakışını öğrenmek istiyorsanız buyrun başlayalım...

Temmuz 2019

"Koleksiyonculuk da matematik gibi bir bilim!"

Korkut Erkan Röportajı -

Ankara, Tunalı Hilmi'de, içi binlerce objeyle dolu bir mekan. Gözünüz neye değse, yarım kalmış bir anlatı beliriyor önünüzde. Geçmiş, hiç bitmiyor zira. Ona temas eden her yeni insanla, başka bir anlam kazanarak devam ediyor. Korkut Erkan ve eşi Nur Hanım 25 yıl önce açmış Eski Zaman Sanat ve Kültür Merkezi'ni. Adı bu ama biz şirin bir 'antikacı' dükkanından bahsettiğimizi söyleyelim ki hayalinizde canlandırmanız kolay olsun. Fakat sıradan bir mekan değil burası. İki kişinin emeği neticesinde bu küçücük dükkandan; bir dernek, 20 yıldır devam eden bir müzayede ve onlarca kitap ve sergi doğmuş. Korkut Bey, hatırı sayılır bir koleksiyoncuyken kaderin cilvesiyle kendini tezgâhın diğer tarafında buluvermiş. Ve başkalarının 'bitti' diyebileceği yerden, yepyeni bir yola çıkmış. Bize sorarsanız iyi de yapmış. Buyrun kendisinden dinleyelim...

Haziran 2019

"Ağabeyimin çalışmalarından hastalığından sonra haberdar olduk!"

Belma Aksun Röportajı -

Belma Aksun, kökü Balkanlara dayanan bir Osmanlı ailesine mensup. Dedelerden itibaren bütün aile çeşitli kademelerde devlet hizmetinde bulunmuş. Belma Hanım da uzun yıllar gazetecilik yaparak dahil olmuş bu halkaya. 1940'lı yılların Konya'sında büyüyen Aksun'un hayatında pek çok insanın izi var elbette. Ancak en kalıcı etki şüphesiz ki ağabeyi tarihçi, yazar Ziya Nur Aksun'a ait. 46 yaşında felç geçiren Ziya Nur Bey, o zamana kadar, en yakınındakilere dahi sezdirmeden önemli işler yapmış, eserler vermiş bir isim. Belma Aksun'dan Konya'dan İstanbul'a resimden gazeteciliğe pek çok şey dinledik elbette. Ancak söyleşinin asıl konusu, 2010 yılında kaybettiği ağabeyi Ziya Nur Aksun'du...

Mayıs 2019

"Doymayan bir iştahım var."

İsmail Kemal Sayğan Röportajı -

Herkesin kabul ettiği gibi koleksiyonerlik, bir aşırılık meselesi. Önlenemez bir sahip olma, biriktirme arzusu. Avukat İsmail Kemal Sayğan, "doymayan bir iştah" diye tanımlıyor kendi durumunu. Ancak doyuma ulaşan her koleksiyon zamanla yol ayrımına getiriyor sahibini. Hikaye er ya da geç; kişinin ve koleksiyonun imkanına göre kütüphane ya da müze kurmak, bağışlamak ya da pes edip elden çıkarmak şeklinde sonuçlanıyor. İsmail Bey, üniversite yıllarından beri defalarca farklı temalarda koleksiyon yapmış, her birini bir sebeple noktalamış bir koleksiyoner. Bazen hayatî ihtiyaçların bile önüne geçebilen bir tutkuyu ıslah etmek, vazgeçmek, yok saymak o kadar da kolay olmuyor. Olmamış nitekim. Defalarca 'Bu son!' dedikten sonra bakmış ki sözünü tutamıyor, kızına bir sahaf dükkanı açmakta bulmuş çareyi... Öncesini ve sonrasını kendisinden dinleyelim...

Nisan 2019

"Ramses değiliz ki tombak buhurdanla gömülelim!"

Bahattin Öztuncay Röportajı -

Koleksiyoner, araştırmacı ve Arter Genel Koordinatörü Bahattin Öztuncay, 1990'ların ikinci yarısından itibaren imza attığı her işle adından söz ettirmiş önemli bir isim. Viyana'daki öğrencilik yıllarında başlayan tarih ve koleksiyon merakı zamanla hobi olmaktan çıkıp yeni bir iş alanı açmış Bahattin Bey'e. 2000 yılında faaliyete geçen Arter'de, önemli sergi ve kitap projeleri yapan ekibin başında bulunan Öztuncay, aynı zamanda Koç Holding'de üst düzey yöneticilik yapıyor. Ömer Koç'u ve koleksiyonunu da yakından tanıyan Bahattin Öztuncay'la şahsi çalışmalarını ve Ömer Koç koleksiyonunu konuştuk. İyi okumalar...

Şubat 2019

"Etrafta kitap olunca kendimi güvende hissediyorum."

Saadet Özen Röportajı -

Saadet Özen; mektepli bir arkeolog, alaylı edebiyatçı, profesyonel rehber ve sahada yeni bir tarihçi... 10 yılı aşkın süredir, iddiadan uzak bir tavırla; belgeseller, kurum ve şehir tarihi çalışmaları, müze ve arşiv projeleri gibi önemli işler yapıyor. İki yıl kadar önce başladığı sosyal medya paylaşımlarından önce, Saadet Hanım'dan ve işlerinden sınırlı bir çevre haberdardı. Yapımına katkı sağladığı belgeseller aracılığıyla tanıştığı film arşivleri, onun gibi pek çok takipçisi için de yeni ufuklar açtı. Saadet Özen'le Nakkaliye'de; babasının marangoz tezgâhından devşirdiği masasının başında buluştuk. Makedonya'dan Rusya'ya, Yeni Zelanda'dan Hollanda'ya dünyanın çeşitli yerlerindeki arşivlerden bulup çıkardığı görüntülerden hareketle projelerini, yakın geçmişte yeniden şekillenen tarihçilik anlayışını ve görüntülerin hangi katmanlarda hangi sorulara cevap verdiğini konuştuk. Buyrun sohbete...

Ocak 2019

"Büyük bir edebi birikim kaybolup gidiyor."

Selim İleri Röportajı -

2018'de yazarlığının 50. yılını kutladığımız Selim İleri, yazdıkları kadar hatırladıkları ve aktardıklarıyla da Türk edebiyatına eşsiz bir hizmet sunmaya devam ediyor. İleri'nin edebiyatla bağı ilk çocukluk günlerinde başlıyor. Anne, baba ve ablasının farklı zevklere hitap eden kitaplıkları; öğle uykusuna yatırılırken dinlediği masallar; Kadıköy'de, Beyoğlu'nda, Cağaloğlu'nda ilk kitaplarını aldığı kitapçılar, yazmayı bir tutku olarak benimsemesine sebep olan ilk okuma tecrübesi... neredeyse ilk günkü tazeliğiyle duruyor hafızasında. İleri, onu bugünlere taşıyacak bir muhitin içine doğuyor adeta. Yolu, Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı'nın pek çok önemli kalemiyle kesişiyor. Attila İlhan'dan Cemal Süreya'ya, Peride Celal'den Yakup Kadri'ye ve Kemal Tahir'e ve Behçet Necatigil'e pek çok isim bir görünüp kayboluyor. Her birini önce okur ama bunun yanında öğrenci, dost, dert ve sohbet arkadaşı sıfatıyla anlatıyor İleri...

Aralık 2018

"Askerde kitaplarımı toprağa gömüyordum."

Mevlüt Ceylan Röportajı -

Mevlüt Ceylan, Türkiye ve Ortadoğu'daki yazma eserler konusunda uzman bir isim. Mesleğe, tesadüfler sonucu Şam'da başlıyor. Türkiye'ye yerleşmeden önce İran, Beyrut, Mısır başta olmak üzere Arap coğrafyası literatürü konusunda kayda değer bir tecrübe kazanıyor. 20 yıllık profesyonel hayatın gerisinde, tüm hayatı boyunca devam eden kitap tutkusu var. Yatılı okulda, askerde, üniversite öğrencisi olarak gittiği Suriye'de bu tutkunun izini sürerek buluyor yolunu. Detayları kendisinden dinleyelim...

Kasım 2018

"Bizim toplum kitabın bir meta olduğunu henüz anlamış değil."

Hakan Erdem Röportajı -

Y. Hakan Erdem, Osmanlı tarihine ilgi duyanların aşina olduğu bir isim. Tarihçilik tarzı, eserleri, tartışmalı ya da tartışması uzun zaman önce kapanmış konulara yönelik yaklaşımıyla ortalamanın dışında bir 'tarihçi' profili sergiliyor. Subjektif yorum yapmaktan kaçınan, bir belgenin, üzerinden asırlar geçtikten sonra bile yeni bir gözle bakmayı başaranlara yeni şeyler söyleyebileceğine inanan Hoca, yaşanmış tecrübelerden hareketle varıyor bu düşünceye... Hakan Erdem, 70'li yılların sonlarından beri sahaf müşterisi. O ortamlarda çok insan görmüş, çok kitap ve belgeyle temas etmiş ve haliyle çok 'hikâye' biriktirmiş. Zira Hakan Erdem'e göre 'Kurumsallaşmanın olmadığı yerde anekdot birikiyor!' Buyrun birlikte dinleyelim...

Ekim 2018

"Eşyaya sinmiş rüyalar alıp satıyoruz."

Bahtiyar İstekli Röportajı -

Günümüz sahaflığından bahsedilecekse akla ilk gelecek isimlerden biri, Bahtiyar İstekli olmalı. İstekli'nin İstanbul sahafları arasında geçirdiği 30 yıl, bir yakın tarih panoraması sunuyor bize. Sahaf dükkanlarında alınıp satılan malzemenin ve o malzemeye talip olan müşterinin geçirdiği dönüşüm, içinde bulunduğumuz kültür ortamına dair yabana atılmayacak ipuçları içeriyor. Osmanlıca evrak konusunda ihtisas sahibi olan İstekli'nin esnaf, araştırmacı ve yazar olarak çizdiği çerçeve, sahafiye malzemenin ifade ettiği mânâyı da etraflıca ortaya koyuyor.

Haziran 2018

"Efemeranın Önemini Geç Farkettim."

Haluk Perk Röportajı -

Haluk Perk, sanat tarihi ve arkeolojik eser koleksiyonculuğu ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı bir isim. Sahaya geç sayılabilecek bir dönemde, 1980'lerin ikinci yarısında girmiş olsa da pek çok başlıkta dünya çapında koleksiyonlar oluşturmuş durumda.

Mayıs 2018

"Koleksiyon yapmak, Taksim Meydanı'nı karış karış satın almak gibidir."

Uğur Güracar Röportajı -

Librarie de Pera, 1900'lü yılların ilk yarısından beri İstanbul kitapçılık tarihi açısından önemli bir yere sahip. Uğur Güracar, bu yüz yıllık hikayeye 1984'te dahil oluyor. Kuruluşundan itibaren azınlık mensubu isimler tarafından işletilen Librarie de Pera'yı Talya Nomidis'ten devralan Güracar, o tarihten itibaren Türkiye sahaflığı açısından önemli işlere imza atıyor. Cumhuriyet tarihinin ilk kıymetli kitap müzayedelerinin altında, Librarie de Pera yani Uğur Güracar imzası bulunuyor.

Nisan 2018

"40 yıllık hayalim şimdi gerçekleşiyor."

Mary Işın Röportajı -

Türk kültürüyle tanıştığı yıllarda, yemek kitabı yazmak niyetiyle eline kalem alan Mary Işın, bugün Türk Mutfak Kültürü sahasında hatırı sayılır bir isme sahip. Araştırmaları derinleştikçe çerçevesi; tarih, antropoloji, sosyoloji disiplinlerini de kapsayacak biçimde genişlemiş. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye'de de insanların neyi kaybettiklerini yeni yeni anladıklarını düşünen Işın'ın öncelikli gayesi, Türkiye'nin doğru yüzünü göstermek...

Şubat 2018

Okur, Yazar Bir Sahafın Sandık Odasından...

Sahafname Kitabı Hakkında - Okur, Yazar Bir Sahafın Sandık Odasından...

Hep; eski, nadir eserlerden, koleksiyonlardan bahsedecek değiliz ya, bu sefer de dumanı üstünde bir kitap hakkında söyleyeceklerimiz var. Emin Nedret İşli'nin geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan Sahafnâme kitabından söz ediyoruz. Kitap yeni olsa da içeriği NadirKitap takipçilerini yakından ilgilendiriyor. Turkuaz Sahaf Nedret Bey; mesleği sayesinde haberdar olduğu, gördüğü, alıp sattığı ve hatta bir kısmını şahsi koleksiyonuna kaydettiği evrak hakkında kaleme aldığı yazılarda kıymetli bilgiler veriyor.

Şubat 2018

"Bende fren yok, beşinci vitesle gidiyorum!"

Halil Üner Röportajı -

Halil Üner, basketbol severlerin yakından tanıdığı bir isim. Başarılı spor kariyerinin ardından aralarında Fenerbahçe, Galatasaray ve Milli Takım'ın da bulunduğu çok sayıda kulüpte antrenörlük yaptı. Sağlık sorunları sebebiyle basketbol kariyerine son veren Üner, tutkulu bir karaktere sahip. 10 yaşında başladığı basketbol ilk ve en büyük tutkusu mutlaka. Ancak yine çocukluk yıllarında kendini gösteren ve 'emeklilik' günlerine kadar pusuda bekleyen ikinci bir ibtilası daha var; koleksiyonerlik.

Aralık 2017

"Göbek Bağımı Sahaflar Çarşısı'na Gömmüşler."

Turan Türkmenoğlu Röportajı -

Turan Türkmenoğlu, büyükbabasından ve babasından devraldığı sahaflık mesleğini, Beyazıt'taki Sahaflar Çarşısı'nda sürdürüyor. Türkmenoğlu ailesinin hikayesi ve Turan Bey'in ilk çocukluk günlerinden itibaren biriktirdiği anılar, mesleğin tarihi açısından önemli izler taşıyor...

Kasım 2017

"Başkaları gibi tanınmış değilim ama!"

Semavi Eyice Röportajı -

Karşımızda, mükemmeliyetçi yapısına uygun bir titizlikle oturuyor Semavi Eyice. Yaşadıklarının, yaptıklarının ve umduklarının ortaya koyduğu gibi, bir 'Eski zaman efendisi' o. Bu sebeple sonraki nesillerin içinde bulunduğu rahatlığı, görece ihmâlkârlığı anlamakta zorlanıyor.

Ekim 2017

Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda

Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda - Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda

Yaşar Kemal, 1954'te Cumhuriyet gazetesi için muhabirlik yapmaktadır. Soğuk bir Ocak gününde, akşamüstü yolu Beyazıt'a, Sahaflar Çarşısı'na düşer. Belli ki planlı bir ziyaret değildir bu. Ancak anlatılanlar dikkatini çekmiştir. O ziyarette gördüklerini ve Muzaffer Ozak'la konuştuklarını gazete için kaleme alır.

Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ocak 1954

"Ben Değil Zaman Biriktirdi!"

Sermet Erkin Röportajı -

Çocukluğu 70'li ve 80'li yıllarda geçenler arasında Sermet Erkin'i tanımayan yoktur. Sahne üstünde sergilediği performansı soluksuz izlerken perdenin gerisinde de en az sihirbazlık numaraları kadar etkileyici bir hayatı olduğundan habersizdik...

Ağustos 2017

"Kitap sanatında zincir koptu!"

Fatih Hündür Röportajı -

Eskiden tek bir kitapta toplanan geleneksel sanatların şimdi çerçeveye hapsedildiğini söyleyen Mücellit Fatih Hündür, "Üstad olarak gördüğüm, yaptığı her işe hayranlık duyduğum kişi odur!" dediği Necmettin Okyay'ın rehberliğinde ilerlediğini belirtiyor.

Haziran 2017

"Alamadığıma değil göremediğime yanarım!"

Emin Nedret İşli Röportajı -

Emin Nedret İşli konuşurken; yakın tarihin pek çok mühim ismi hatıralar sahnesinde bir görünüp bir kayboluyor. Politikacılar, iş adamları, akademisyenler, eski kitap tozu aldıktan sonra bir daha iflah olmamış koleksiyonerler... Enderun Kitabevi'ne adım attığında henüz 10'lu yaşlarının başında olan İşli, sahaf dünyasının 40 yılını anlatıyor...

Mayıs 2017

"Yeni şeyler konusunda cahil kalma hakkımı kullanıyorum!"

Musa Dağdeviren Röportajı -

Musa Dağdeviren, geleneksel Anadolu mutfağını büyük bir titizlik ve başarıyla sunan Çiya restoranlarının sahibi. Nizip'te, hafızasındaki canlılığını bugüne kadar koruyan 'hayat'lı bir evde doğmuş. 10'lu yaşlardan beri, o zenginliğin kaybolmasına mani olmak için çalışıyor!

Nisan 2017

"Kitap, bir yatırım aracına dönüştü."

Asuman Bektaş Röportajı -

"Şimdi insanlar, kitabı bir yatırım aracı olarak görüyor. Kitapların koleksiyonlara girmesi belli bir disiplin içinde muhafaza edilmelerini sağlıyor. Bu bilinç daha çok oturmadı. Ama insanlar biliyor ki, birgün o kitabı artık istemediğinde ondan para kazanabilecek..."

Şubat 2017

"Bir hurdacının genlerini taşıyorum!"

Osmantan Erkır Röportajı -

Biz Osmantan Erkır'ı ulusal televizyonlara yaptığı büyük çaplı prodüksiyonlardan tanıyoruz. Popstar Alaturka, En Zayıf Halka, Kim 500 Milyar İster gibi pek çok yapımda imzası var. Ancak bu kadar göz önünde olmasına rağmen hiç bilinmeyen bir yönü daha var Erkır'ın. O, aynı zamanda iyi bir koleksiyoner.

Ocak 2017

"Bu işte satan değil alan kazanır!"

Lütfü Seymen Röportajı -

Sahaf camiasının en kıdemli isimlerinden Lütfü Seymen, alınıp satılan eserlerin niteliği değişse de insanlık var olduğu sürece sahaf müşterisinin de sahaflığın da bitmeyeceği kanaatinde...



Aralık 2016

"Eski tarz sahaflığın zamanı doldu."

Prof. Dr. İsmail Erünsal Röportajı -

Sahafların kültür ortamında yetişen, akademik çalışmalarını o ortamlar sayesinde eriştiği evrak üzerinde inşa eden Osmanlılar'da Sahaflar ve Sahaflık kitabının yazarı Prof. Dr. İsmail Erünsal'la sahaflığın yakın tarihini ve geçirdiği dönüşümü konuştuk...

Kasım 2016