Aradığınız Kitabın Adresi İndirimler ve Kampanyalar 19 Yıldır Güvenle

"Göbek Bağımı Sahaflar Çarşısı'na Gömmüşler."

Kasım 2017

Her şey büyük bir hızla değişiyor. Mekânlar, insanlar, şehirler ve kültürler... Değişime uyum sağlamaya çalışırken geri dönüp bakacak vaktimiz olmuyor çoğu zaman. Ertelediğimiz sorular için vakit bulduğumuzdaysa, cevap talep edeceğimiz kimsenin kalmadığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz... Sahaflar Çarşısı, 1950'li yıllardın başlarından 2000'lere kadar İstanbul'un kültürel merkezi niteliğinde. Ülkenin politik, sosyolojik ve kültürel dinamiklerini, Çarşı'ya akan malzeme ve ona talip olan insanlar üzerinden takip etmek mümkün. Ancak bu yapılamıyor ne yazık ki. Ne alınıp satılan milyonlarca kitabın, ne de o 8 - 10 metrekarelik dükkânlarda yapılan ve tüm hayatı kuşatan sohbetlerin kaydı mevcut. Ve o günleri, o insanları, sesleri, kokuları, hayatları ve hatıraları hatırlayan çok az insan var bugün. Bu sebeple, Turan Türkmenoğlu'nun anlattıkları, kendi kişisel tarihinin yanısıra şehrin ve toplumun kültürel mazisi açısından da emsalsiz bir değer ifade ediyor. Türkmenoğlu, 3 nesildir sahaflık yapan bir aileye mensup. Sahaflar Çarşısı'ndaki Elif Kitabevi'ni devrettiği oğlu, 4'üncü nesil olarak iş başında. Büyükbaba Mustafa Mehmet Bey 1800'lerin sonlarında Beyazıt'ta sergi açarak başlıyor mesleğe. İlk dükkânının tabelasını ise 1901'de asıyor... Buyrun gerisini Turan Bey'den dinleyelim.

Turan Türkmenoğlu

Kaç yıldır Sahaflar Çarşısı'ndasınız?

1951'de doğmuşum. Doğuma kadar cinsiyetin bilinmiyor tabii. Babam haber almak için Süleymaniye Doğum Evi'ne gidiyor sabırsızlıkla. Ablam var, bir de erkek çocuk lazım. İsim yürüyecek ya... Sonra annem getirip göbek bağımı buraya, Çarşı'ya gömüyor. Hiç pişman değiller, iki nesil sahaflık yapmış üçüncü devam ettirsin diye göbek bağımı Çarşı'ya gömmüşler. "Başka yer yok muydu anne?" dedim öğrenince ama biz de oğluma aynısını yaptık. Sonra torunumunkini aldım üniversitenin duvarına sıkıştırdım. Çok da uzağa götüremedim yine. Kontrol altında olsun, neme lazım...

Çarşıya doğmuşsunuz, hiç kaçarınız yokmuş...

Tabii, babam da çarşıya doğmuş. Büyükbabam 1901'de tabela asmış. Oğluma vasiyet ettim. "Kitaplar içinde doğdu, kitaplara doyamadan öldü!" diye yazacaksınız mezar taşıma. Hakikat bu! Burnumda iki güzel koku var; bir tanesi kitabın küf kokusu, öteki bebeklerin ten kokusu. İkinci kokuyu çocuklarımda değil, torunumda hissettim. Çocuklarımda vaktim olmamıştı...

Büyükbabanızı hatırlıyor musunuz?

Hatırlıyorum, 6 yaşındaydım vefat ettiğinde. Büyükbabam askeriyeye harita bezliyordu. Laleli'deki evimizin bir katını kendisine atölye yapmıştı. Tülbentleri ıslatıp duvardan duvara yayar, ben de ona kola taşıyıp harita paftası veriyordum. Harita yapıştırdığını hatırlıyorum. Bir kış günü Çarşı'ya geliyoruz. Tam Beyazıt Camii'nin minaresinin dibinde, yerde bir gümüş 50 kuruş gördüm. Çocukluk refleksiyle uçtum o paranın üzerine. Yerler buz! Büyükbabam kolumda... "Ne yapıyorsun?" dedi.
- Para buldum!
Kızdı, "Koy yerine!"
- Ama buldum!
"Sahibi gelir bulamaz" dedi... Bir laf vardır ya 'Yerde para bulsa almaz!' demek onlar böyle insanlarmış...

Adı neydi büyükbabanızın?

Mustafa Mehmet. Gedizli bir aileye mensup. Aile Gediz'de orduya yelken dokuyor. Bahriye'yle bir bağları var. Büyükbabam İstanbul'a askerî okula geliyor. Zeytinburnu'nda silah fabrikası var. Oradaki dersler esnasında gözüne çapak kaçıyor ve bir gözü kör oluyor. Okulu bırakmak zorunda kalıyor. Beyazıt'ta kitap tezgahı açıyor. Elindekileri satıp yol harçlığı yapacak. Daha onlar bitmeden bir grup kitap alıyor. Bir grup daha derken kitap sayısı artmaya başlıyor. Büyük valide de burada. "Oğlum, memlekete haber gönderdik, bizi bekliyorlar!" diyor. "Anne kitaplarımı satayım gideriz, kitaplarımı satayım!" falan derken ev alıyor büyükbabam. Sonradan düşündüm, kendime göre yorumladım tabii ama sanki memlekettekilerin 'Asker bile olamadan geldin!' demelerinden çekindiği için gitmiyor gibi geliyor bana. Yoksa ertesi gün gider, ne olacak! 4 tane kitap... Sonra yayıncılık yapmaya başlamış. Nedim Divanı'nı ilk defa büyükbabam yayınlatıyor. Julles Verne'i kimse bilmezken onun Deniz Feneri'ni Fransızca'dan tercüme ettiriyor. Yemek Kitabı, Kanarya Bakımı... bir sürü kitap basıyor peşpeşe. O yüzden bizde selülöz zehirlenmesi var. Kurtulamıyoruz.

Hangi yıllarda yayınlatmış bu kitapları?

1901'de sahaflığa başladığına göre 1922 - 23 falan olsa gerek. Eski yazıyla basılıyor.

Tezgah açmaya başladığı tarih mi 1901?

Hayır, 1901'de dükkân satın almış. Tabela astığı tarih yani. Öncesi var. 2 - 3 sene tezgah açıyor sonra dükkân sahibi oluyor. Başlangıcı 17 - 18 yaş olsa gerek. Hiç kimsenin çırağı olmamış. Babamın da ustası yok, bizi de çırak vermedi kimseye. Babam, büyükbabamın yanında yetişmiş. Çok şanslı o nesil. Tam Harf İnkılabı sonrası, kitabın aktığı dönem. Bizim de şansımız şu oldu; 1960'tan sonra İstanbul'a laz müteahhitler girdi. Şehrin altından girip üstünden çıktılar. Konakların hepsi tarümar edildi. Tavan arasındaki, bodrumdaki kitaplar buraya geldi. Ne biz kıymet bilebildik ne de devlet bilebildi. Bir tek rahmetli Seyfettin Bey (Özege) farkındaydı durumun.

Ne hatırlıyorsunuz Seyfettin Bey hakkında?

Akşam üzerleri gelir. Onu görünce biraz canım sıkılır; "Eyvah! bu ihtiyar geldi, yine geç çıkacağız galiba" derim. Tanımıyorum, bilmiyorum ama babam büyük ihtiramatta bulunuyor kendisine. 'Babam saygı gösterdiğine göre önemli biri herhalde!' diye düşünürüm. Uzun kalacaksa kahve, fazla kalmayacaksa çay içer. Babamın hazırladığı kitapları önüne koyarız. Cebinden çelik mezurosunu çıkarır; ölçer, not eder, gider. Benim canım sıkılıyor tabii. O kadar beklemişiz, bir şey almadan gitmiş. Birgün dayanamadın sordum babama; "Bu adam geliyor, yazıp yazıp gidiyor. Ne yapacak bunları?" "Oğlum elinde liste var, mükerrer almamak için evdekilerle karşılaştırıyor. Sonra gelecek!" dedi. Birkaç gün sonra yine Seyfettin Bey gelir. Bu sefer mezuroyu çıkarmaz. Listesi elinde, kendisinde olmayan kitapları ayırır. Fiyat sorar ve babam son derece insaflı bir fiyat söyler. Ya, 'Geçerken alayım' der. Ya İsmail Bey'in dükkânına göndeririz orada birikir kitaplar. Hiç konuşmazdı Seyfettin Bey. Konuşsa işi bitmez. Dükkânda bir hasır sandalyesi vardı. Oturur, devamlı not eder. Birgün cür'et ettim ve "Bu kitapları ne yapıyorsunuz? Okuyacak mısınız?" dedim. "Yok evladım!" dedi. "Atatürk Üniversitesi'nde kütüphane yokmuş, oranın kütüphanesini ben kuracağım." Daha üniversite faaliyete geçmemişti. "Çok uzak değil mi? Taşıması, nakliyesi zor. Hem arada bir kitaplarınızı görmek istersiniz. Neden burada bir yere vermiyorsunuz?" dedim. "Evladım, orası uzak olduğu için gönderiyorum zaten. Yoksa o insanlar bu kitaplara nasıl ulaşır!" dedi. Benim için kırılma noktası oldu o cümle. Seyfettin Bey bir anda abide oldu. Kitapları bağışladıktan sonra kütüphaneden epey kitap çalındı galiba. Bizim elimize 3 - 5 defa oradan çıkma kitap geldi. Sağlığında gelenleri kendisine veriyorduk. Epey zaman bu trafik devam etti. Dijitale geçildikten sonra herhalde dışarı kitap vermeyi bıraktılar ki gelmez oldu. Ya da başka kitapçılara gidiyor.

Ne tür kitaplar alırdı?

Osmanlı sınırları içinde basılmış tüm kitaplar. Konu ayrımı yapmaz, içeriğine bakmazdı. Bir daha ulaşılamayacak çok kitap vardı aldıkları arasında.

O kitapları nerede topluyordu? Deposunu gördünüz mü hiç?

Fatih'te oturuyordu. Yeğeni kitapların fişlerini tanzim ediyordu. Evli değildi, hiç evlenmemiş. Emekli, son derece beyefendi bir insan. Gelip gittiğini hissetmezsiniz. Kimseye rahatsızlık vermez. Bu insanları görmüş olmak kazanç ama bugünle mukayese ettiğinizde insana "Ne günlere kaldık!" dedirtiyor.

Yaptığı işin önemi farkedilmiş miydi?

3 yere uğruyordu burada. İsmail Açay (Turan Türkmenoğlu, Nihâl Kitabevi'nin sahibi İsmail Bey'in Akçay olarak bilinen soyadının aslında Açay olduğunu belirtiyor.), abisi Ali Bey ve bizim dükkân. Gittiği yerlerde çok saygı görürdü. Bu dükkânları tercih etmesinin sebebi herhalde daha çok Osmanlıca kitap olmasıydı. Biraz da ilgi görmesiydi belki. Diğer dükkânlara pek uğramazdı. Kendimi şanslı görüyorum; ona kahve getirdim, hizmetinde bulundum... Dükkâna enteresan simalar gelir, her birinden bir şey öğrenirsiniz. Sohbetler oluyordu. Hava kararıyor, kapılar kilitleniyor, ben burada babamı bekliyorum... Kimler gelmiyordu ki... Birgün Şemsettin Yeşil, babam, İbrahim Elmalı, galiba hâkim Bahâ Bey de vardı. 'Radyoda Kur'an-ı Kerim okunması helal midir, değil midir?' onu tartışıyorlar. Öyle tatlı bir muhabbet ki... İlerleyen saatlere kadar devam ediyor, konuşulacaklar bitmiyor. Geç oldu diye ilerleyen günlerde devam etmek üzere ayrılıyorlar. Sonra Muallim Cevdet Bey'in hatıralarını karıştırırken gördüm ki onun zamanında da varmış böyle sohbetler. Kitabın muhabbeti de dedikodusu da bitmez. "O onu almış, bu bunu almış!" dedikodu bu. "Sen gördün mu o kitabı? Ucuz kaptı bak!" , "O zaten anlamaz!"

Büyükbabanızın ilk dükkânı neredeymiş?

Beyazıt'ta, eskiden elektrik idaresinin bulunduğu yerde kemerli tonozlar var. Orada sahaf dükkânları var o zamanlar, bir tanesi de büyükbabamın.

Orada bir de Ermeni bir sahafın bulunduğu söyleniyor...

Evet, Agop Efendi; dükkânı üst katta. Sevan Nişanyan'ın dedesi. Onun hikayesini babamdan dinledim. Çok önemli bir sahaf , Batıya kapı açan kitapçılardan bir tanesi. Müşterileri var, Avrupa'dan onlar için kitap getirtiyor. Reşat Ekrem Koçu, vefatının ardından bir yazı yazmış. Galiba İstanbul'la ilgili eserler koleksiyonu yapmış. "O kitaplar nerede?" diye soruyor Reşat Ekrem! O yazıyı okuyunca sordum babama "Kimdi Nişanyan?" diye. "Adnan ve Metin Kitabevi vardı, baba oğul! Onların olduğu yerdeydi dükkânı. Yabancı dil kitap sattığı için bize pek uğramazdı. Nizamettin Bey'e gelir giderdi." dedi. Bir ara yüklü miktarda para buldukları duyulmuş. Sonradan öğrenilmiş ki dükkânda üzerinde yattıkları sedirin yüzünü değiştirtmek istemişler. Evvelden sokakta döşemeciler dolaşırdı. Onlardan birini çağırmışlar. Adam sediri bir açmış ki içinde bir kese altın. Bu hikayeyi Sevan Nişanyan'a da anlattım. "Benim böyle bir şeyden haberim yok! Amcamlar paylaşmış olacak." dedi.

Geçmişe dair böyle çok hikaye anlatılır. Gerçekliği var demek...

Var tabii. Ben Nizamettin Bey'den de, eski ustalardan da gördüm. Eski sehpa, masa falan aldıklarında ellerini şöyle bir altında gezdirirlerdi. Argoda zula dedikleri gizli bölme var mı diye. Dışardan bakınca göremezsiniz... Müteferrika baskısı bir Van Kulu Lugatı almıştım. Seviniyorum tabii. Cildi açtım, iç kapağı görünce mutluluğuma gölge düştü.

Neden?

Cildin içinde sarı liralar varmış, adam kağıdı açmış, altınları toplayıp yeniden kapatmış; izi duruyor... Daha neler, neler! Babam Eyüp Sultan'da bir evden, Şemseddin Sami'nin ya da İkdam Matbaası'nın sahibinin varislerinden kitap alıyor. Kitaplar gelince rafa yerleştirmeden sallayıp tozunu silkeliyor. Bir tanesinden sarı liralar dökülmeye başlıyor. Bir şok yaşıyor tabii. O arada birileri geliyor dükkâna, 'Kitapları geri istiyoruz.' diyorlar. "Niye?" Kitapların içinde altın vardı, biz altınları satmadık, kitapları sattık. Babam "Kitapları da alın, altınları da. Masrafımı verin, gidin." diyor. Başka türlü unutulmaz o hadise!

Büyükbabanızın dükkânı yukarıdayken Sahaflar Çarşısı ne durumda?

Sahaflar Çarşısı yok daha o zaman. Burası Hakkaklar Caddesi. Büyükbabam önce kiracı. Para kazanıyor, ev alıyor. Ev belediye sarayının arkasındaki küçük caminin sokağında. Kel Aynak Kuşu sokak. Çok çalışkan bir insan. Kötü alışkanlığı yok. Disiplinli çalışır, lüzumsuz bir şey konuşmaz. 5 katlı bir apartmanımız var, büyükbabamın sofrasında herkes. O başlamadan kimse başlamaz. Konuşulmaz. Yemek yenir, herkes müsaade ister, katlarına iner. Radyodan ajans dinlenir. Bazı akşamlar halamın biri ud çalar, öbürü keman. Kendi aralarında meşk ederler. Onun dışında hava kararınca hayat biter.

Büyükbabanız ne yapıyor o saatten sonra?

Okuyor, araştırıyor çünkü kitap neşredecek. Ayrıca harita yapıştırıyor. Kiralık kitap veriyor, onları not ettiği bir defter var. Onları takip ediyor.

Kime veriliyor kiralık kitap?

Kimine kitap pahalı geliyor ya da kütüphanesi yok, evde saklamaya değer bulmuyor ama okumak istiyor. Bir zamanlar çok popülerdi kiralık romanlar. Bayağı kalın bir defteri vardı, yakın zamana kadar durdu o defter. Sonra ne yazık ki kaybettim... Büyükbabam ev aldıktan sonra kazandığı parayla caminin minaresinin dibinde dükkân alıyor. Orası İmaret Sokak. Hacı Muzaffer Ozak'ın, hattat Kazım (Mutlu) Amca'nın, Nizamettin Aktuç'un dükkânları da orada o zaman. Aşağıda da saatçiler, hakkâklar (mühür kazıcılar), Tunuslu fesçiler, tesbihçiler, çorapçılar falan var. Yangından önce burası Tahtakale gibi salaş bir yer.

Yangına dair ne anlattılar size?

Aşağıda bir saatçi var. Bir rivayete göre mangalın üzerini kapatmadan gidiyor. Oradan bir kıvılcım sıçrıyor ve o başlatıyor yangını. Samanlar arasına atılan bir sigara izmariti sebebiyle başladığını söyleyenler de var. Onun öncesinde sahaflar Kapalıçarşı'da. Orada dükkân sahibi olmak zor. Hem yaşlı, kıdemli hem de para sahibi olacaksınız. Evliya Çelebi'nin bahsettiği Sahaflar Caddesi'nden 1890 Depremi'nden sonra kaçmaya başlamış esasında sahaflar. Ama yine de orada kalanlar var. Sonradan canlanmış burası. Remzi Kitabevi burada, Raif Yelkenci Çarşı'nın arka tarafında tütün satıyor. Babasının orada tütün dükkânı var, esas meslekleri tütüncülük. Raif Bey kitaba ve okumaya meraklı olduğu için kulvar değiştiriyor.

Büyükbabanızdan sonra başlıyor bu işlere öyleyse...

Büyükbabamdan yaşça çok küçük onlar. Büyükbabam 1879 doğumlu.

Kimler varmış onun döneminde. Babanızla konuşma fırsatınız oldu mu hiç?

Bir şeye dikkat ettim, birkaç kişi dışında okuyan yazan adam yok aralarında. Merakları yok. İran'dan bir göç gelmiş o tarihlerde. Zincirli Han'da Şirket-i Sahafiye'yi kurmuşlar. Adamlar kitabiyat bilgisi açısından bizden önde. Onlar buraya bir canlılık getirmiş. Yayıncılık yapmışlar. Maarif Kütüphanesi'nin kurcusu Hacı Kasım Bey'in babası, Şark Kitabevi'nin sahibi Hüseyin Tutya, Naci Kasım'ın kardeşi... Yayıncılıkta ve kitapçılıkta çığır açmışlar. Maarif Kütüphanesi'nin varislerinden bir tanesinin kitaplarını aldım. Bir kısmını satmaya kıyamadım zaten aldığım hanımefendi de satmaya kıyamamıştı. İçlerinde kendilerine gelmiş, kitap yayınlatma ricasında bulunulan mektuplar, takvim hazırlama metotları falan var.

Sizde olduğu gibi mesleği babasından devralan başka kimse var mıydı?

Çoğunluk öyle. Sahaflar arasında Aslan Kaynardağ dışında üniversite mezunu yok diye yazılıp çiziliyor bazen. Düşünmüyorlar ki o dönemde sahafların akademik eğitime ihtiyacı yok. Zaten gözünü kitaplar arasında açıyor. İçinde doğuyor, içinde büyüyor. Metodoloji bakımından eksiği olabilir ama bu sahafların okumaz olduğu anlamına gelmez. Bir ara hep toplamış bizimkiler, hiç okumadan satmışlar. O da doğru tabii. Ama eskiler hep çekirdekten yetişme, akademik eğitim almış iki ya da üç kişi ancak var. Yeni kuşak ise eğitimli. Çarşıyı bir baştan bir başa dolaşın orta tahsilli ya üç kişi çıkar ya dört kişi. Ben oğluma şart koştum. "Önce üniversiteyi bitireceksin. Sonra oturup konuşacağız, ne olacağına okuldan sonra karar verirsin. Ben bu işi yapmayacağım dediğin anda dükkânları satar giderim!" Sonra annesine demiş ben kitapçı olmak istiyorum, şimdiden söylersem babam beni sıkıştıracak. İktisat Fakültesini bitirdi geldi işlerin başına geçti.

Yetiştiğiniz evde kütüphane var mıydı? Büyükbabanız kendine kitap toplamış mıydı?

Büyükbabamın da vardı, babamın da. Babam halkevlerinin mücellidlik kurslarına gitmiş. Klasik Osmanlı cildi yapardı. Şimdiki ciltleri görüyorum, cilt falan değil bunlar. Babam deriyi traş ettiği zaman arka taraftan resminizi görürdünüz, zar gibi olurdu. Harika şiraze örerdi. Meraklı baktığımı görünce bana anlatırdı. 'Buna sıçan dişi derler, ilmeği böyle atacaksın' falan diye. Dükkânda kitapları koyduğumuz tezgâhın yanında bir de mücellid tezgâhı vardı. Kütüphanesindeki bütün kitapların ciltlerini kendi yapardı. Evimizde duvardan duvara kapaklı bir kitaplık vardı. Kur'an Dili yeni çıkmaya başlamıştı. 9 cilt, 10. cilt de fihrist. Eve getirdi, cildini söktü, dağıttı. 'Ne yapıyorsun?' dedim. "Takip etmek zor oluyor, her cildin fihristini kitabın arkasına dikeceğim." dedi. Diyanet de sonradan o şekilde bastı. Babam hezarfen bir adamdı. Elinden her iş gelirdi. Çok güzel kitap derlemeleri vardı. İzahlı Büyük Dua Mecmuası'nı ilk o hazırlamıştı, Adnan Tevfik Türkmenoğlu. Türkiye'de en çok satan dini kitaplar arasına girdi o kitap.

Çarşıyı kaç yaşlarından itibaren hatırlıyorsunuz?

2 yaşında dükkânın kapısında çekilmiş fotoğrafım var. Okul tatillerinde düzenli geliyordum. Kendi başıma hareket edebildiğim 8 - 9 yaşından itibaren de okuldan çıktıktan sonra geliyor, akşam babamla beraber dönüyordum. Babam bir yere gidecekse hazır çırak gelmiş, bana bırakıp çıkıyordu. Ödevlerimi dükkânda yapıyordum.

Başka çırağı var mıydı?

Vardı tabii. İbrahim Manav babamın çırağıydı. İsmail Abi (Açay) bir ara babamın yanında çalışmış. Babam Gümülcineli Mustafa Efendi'nin talebesiydi. Hocası, ihtiyaç sahibi mollaları harçlığını çıkarsın diye onun yanına gönderirdi. Mümin Çevik bu suretle abamın yanında bulunmuştu mesela. Çarşıda aylak gezen çok insan olurdu. Gün görmüş ama paraları tükenmiş, başlarına bir hal gelmiş falan. Onlar zaten kolluyor, mal gelse de taşısam diye. İşini yapar, ya 'parmağım içinde!' der, ya 'imşamı istiyorum!' der.

Ne demek bunlar?

Buranın kendine göre bir terminolojisi var. İki kitapçı karşılıklı konuşsun hiç bir şey anlamazsınız.

Bu lügat şimdilerde de kullanılıyor mu?

Karşımda kullanacak kimseyi bulamıyorum ki! Hatırladıklarımı ve kullandıklarımı sıraladım. Not olarak duruyor bende. Bazıları argo lugatında olacak kelimeler neredeyse. Kitapçıya yakıştıramadığımdan babama sordum. "Kitapçılar Kapalıçarşı'dan gelirken koltukçuların dilini getirmişler, burada şekil değiştirmiş." dedi. Hanut orada hala devam ediyor. Buraya geldiklerinde aynı mana için imşa'yı kullanmaya başlamışlar. Hacı Muzaffer Efendi'nin vefatından sonra çarşıda kültürel manada bir gedik açıldı. Ve o gediğin içerisine muzârafat doldu. O, bir denge unsuruymuş demek ki. Babam, dedem falan demiyorum. Hacı Bey'in vefatından sonra böyle oldu.

Babanız ne zaman vefat etti?

1926'da doğmuştu, 82'de vefat etti. Cenazesini Muzaffer Hoca kaldırdı. Bir alışverişten dolayı araları açıktı. Ama ondan önce kardeş gibiydiler. 'Ayaklı Kütüphane' Gümülcineli Mustafa Efendi'den birlikte ders alıyorlar.

Turan Türkmenoğlu

Büyükbabanızın kütüphanesinde kıymetli eserler, yazmalar var mıydı?

Yazma vardı elbette. Ama o dönem için yazma kıymetli görülmüyordu ki. Elimizde kalmasın diye ucuz fiyatlara satılıyordu. Harf İnkılabı'ndan dolayı insanlar korkudan ellerindeki eski kitapları evinden çıkarma gereği duymuş. Buralara getirip yığmışlar. Esnaf bir çoğuna para bile vermemiş. Müşteri de eski eseri almaya korkuyor. O yüzden zaman içinde Osmanlıca eserler birikiyor. Zaman geçtikçe okumayı bilen insan da azalınca sahafların bu eserleri paylaşacak kimsesi kalmıyor. Osmanlıca kitap uzun bir zaman para etmedi.

Ne zaman tekrar kıymet kazandı, hatırlıyor musunuz?

Şöyle söyleyeyim; birgün Fransız bir iki müsteşrik gelmişti. Tasavvuf ve fıkıhla ilgili kitap topluyorlardı. Ben de herhalde 17 - 18 yaşında falandım. Babam bana döndü ve "Birgün dinimizi bu adamlardan öğrenmek zorunda kalacağız!" dedi. "O ne demek baba?" dedim. "Bak bizimkiler okumuyor, bunlar yazmaları topluyor!" dedi.

Yabancılara her kitap satılır mıydı?

Hiçbir mahsuru yoktu, parayı veren alıyordu. Sonra bir hoca efendi ikaz etti beni. O günden sonra satmadım. Çok cazip, kıymetli bir şey çıkarsa koleksiyonerler alırdı. Şevket Rado, Hüseyin Kocabaş gibi bir iki hem parası hem de bu işe merakı olan insan vardı. Onlar kıymetli eser topluyordu. Koleksiyon için paranız, merakınız ve evde sizi destekleyen bir eşiniz olacak. Parmakla sayılacak kadar meraklı vardı. Senede bir iki defa da Katar Şeyhi gelirdi. Hilton Oteli'ne yerleşir ve haber gönderirdi. Herkes koltuğunun altına bir şeyler alır giderdi.

Ne tür kitaplar alırdı?

Arapça yazma! Antika değeri olan kitap alıyor esasında ama birgün babam pek de önemli olmayan bir kitap götürmüş alacak mı bakalım diye. Onu da almış, çok güldü babam. Kitap, o gün de bugün de para etmiyor aslında. Ama çok iyi bir parayla satmış o adama. "Bunlar hiçbir şeyden anlamıyor!" demişti.

Eskilerden hatırladığınız mühim kütüphaneler var mı?

Bir ara Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış bir zat vardı, Avni Başman, onun kütüphanesini aldık. Sedef kakmalı komidinler, masalar, sehpalar... Ben küçüktüm, 12 - 13 yaşlarında. Babam muhtemelen birkaç ortakla almıştı. Hem yer, hem de imkan bakımından bizim şartlarımız müsait değildi.

Zengin bir kütüphane miydi?

Evet. Bizim dükkâna sedef komidin, birkaç güzel kılıç vesaire gelmişti.

Ya kitaplar?

Kitaplar Hacı Muzaffer Efendi'nin dükkânında müzayede usulü satıldı.

Alınan bütün kitaplar müzayedeyle paylaşılır mıydı? Bir sahafın hepsini aldığı olmaz mıydı?

Kitabı sahaf alır da müzayede de bir an evvel paraya çevirir. Çünkü yerler ufak, bir de medarı maişet motorunun dönmesi lazım, para bağlanmamalı! O dönemin şartlarında, içinden bir grup sattınız mı gerisi bedavaya kalırdı. 'Bir an önce sermayemi cebime koyayım, gerisini satıp yiyeyim.' diye düşünürdü esnaf.

Herkes birbirinin elinde ne olduğunu bilirdi o halde?

Her zaman değil. Esnaf bazı durumlarda diğerlerini kendine ortak eder. Ya adres size gelmiştir ama yeterli paranız yoktur. Dersiniz ki, 'Adres benden para senden!' ya da para da adres de var, ama yeriniz ufak veya bu kitaplara uygun müşteriniz yok. Öyle durumlarda esnaf ortağa ihtiyaç duyar. Başka sebepleri de var tabii; benim elimde bir kitap 5 liraya gidiyorsa sizin elinizde 20 liraya gidiyor. Benim ya yaşımı küçümsüyorlar, ya acemi görüyorlar. Ondan dolayı almaya giderken de satarken de yanında bir ortak olması adettendi. Bir de şu var; size iki kamyon kitap gelmiş, dükkâna indiriyorsunuz. Diğer esnaf da iş yapmamış. Herkesin gözü üzerinde kalacak... Etraftakiler çağırılır, 'Tut ucundan ortak ol!' denir... Ben ya ilkokul sondaydım ya da orta bire gidiyordum. Babam Mazarakis'in, Amerikan Kitabevi'nin kitaplarını almıştı. Mazarakis, Fransa'daki neşriyatı takip ediyordu, Türkiye'nin tek bayisiydi. Piyasaya epey borç taktıktan sonra almış ceketini Yunanistan'a gitmiş. Depolar dolusu kitap geldi oradan. Beyazıt Camii'nin şadırvanlı avlusu, bu bahçenin etrafı leba leb kitap dolmuştu.

Hepsini babanız mı almıştı?

Babam tek başına alsa, 'Çarşıyı işgal ediyorsun!' diyecekler. Mecburen 3 - 5 kişiyi ortak etti. Ben haftalarca diyeyim siz aylarca anlayın, satıldı satıldı bitmedi. Hala eski kitapçı raflarında kalan mutlaka bir şey vardır. Ne bereketli, ne kadar ucuz kitaplardı. Böyle bir kütüphane geldiğinde mecburen birilerini ortak etmek zorunda kalıyorsunuz. Ortak aldığınızda hırsızlık riskinden de kurtuluyorsunuz. Kendi malı, neyi çalacak?

Esnaf birbirinden çalar mı?

Çalar... Çünkü kazançlar eşit değil. Adamın ihtiyacı var. Ayakçılık yapanlar var mesela. Onu esnaftan sayarsanız... Bir gün kapıda duruyorum, dükkânlardan birine kitap taşınıyor. Götüren adama espri olsun diye, "Oraya kadar yorulma, bir kucak da bize bırak!" dedim. Getirdi bıraktı gerçekten. Sonra götürüp sahibine iade ettim.

Unutamadığınız kütüphaneler vardır mutlaka!

Şükrü Kaya'nınkini unutmam mesela. 20 sene kadar önce, bir akşamüstü saatlerinde hafriyat kamyonu gibi büyük bir kamyon geldi meydana. Lebaleb kitap dolu. Kamyon boşaldı. Ben o kitapların şaşkınlığını yaşarken yarım saat kadar sonra bir kamyon daha geldi. Bende film koptu.

Nereye geliyor bu kitaplar, çarşıya mı?

Hayır, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ne. Hiç olmazsa ne olduğunu görelim diye kamyonun yanına gittik bir arkadaşla. Şoföre yanaşıp nereden geldiğini sordu arkadaş. "Fenerbahçe'den geliyor." dedi. "Şükrü Kaya dediler, bakan mıymış neymiş! Onun kitapları..." "Hadi atla gidiyoruz!" dedim arkadaşa. Doğru köşke gittik. Umur Kaya, oğlu. Çapa'da beyin cerrahı, onu bulduk. Köşkü müteahhite vermişler. Yerine 7 - 8 tane dubleks villa yapılacakmış. Bir an önce de boşaltılması gerekiyormuş. Kitap para etmez diye düşündükleri için kütüphaneye yollamışlar. Neler var içinde ama... "Envanter yaptınız mı?" dedim. Hiç akıllarına gelmemiş. "Ya memurlar akşam evlerine taşırsa ne olacak?" dedim. Dediğim de oldu, bir kamyonu gitmiş olabilir o kitapların. Götüren kişi kimse görmedi demesin. Her akşam görüyordum ben... Neyse efendim, eli boş dönmeyelim diye köşke girdik. Vitray pencereler, muhteşem mobilyalar... Bir sehpayı çevirdim, altında Abdülhamid imzası. Şampanyalar... 3 kamyon dolusu eşya aldık. Bahçede büyük bir havuz var, neredeyse bu çarşının meydanını kaplar. Duvarları çeşitli yerlerden patlamış. Kahya etrafımda dolaşıyor. "Yazık değil mi, bu havuzun içinde yaprak yakılır mı?" dedim. Havuz sağlam olsa; al, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün bahçesine koy! İçim yandı. "Sandığınız gibi değil mesele!" dedi. "Beyefendi öldükten sonra Milli Emniyet'ten geldiler. Ne kadar yazılı evrak varsa hepsini buraya doldurdular. Benzin döküp, kül olana kadar başında beklediler..."

Harf İnkılabından sonra kitap sayısının çok arttığnı söylediniz, eski yazı eserleri alıp satmak da yasaklanmış mı?

Yok, basmak yasak ama alıp satmakta sıkıntı yok. Babam Osmanlıca eser neşretti diye Atatürk İlkeleri'ne muhalefetten 27 Mayıs İnkılabı'nda 40 gün cezaevinde yattı. O yasak, Özal dönemine kadar devam etti. 60'tan sonra bir hile-i şer'iyye buldular. Önce Kamus'ta denediler. Basacakları kitabın ilk formasına, latin alfabesiyle yazılmış, kitabın muhtevasını anlatan bir metin koyuyorlar. Devamında, 'orijinali budur' diyerek kitabı basıyorlar. Babam o zaman Süleyman Hüsni'nin "Kenzü'l Havas ve Keyfiyeti Celp ve Teshir" isimli dört ciltlik kitabını neşretti. O da tıpkı basımdı. Çok satıyordu, yetiştiremiyorduk müşteriye...

Bulundurulması, satılması yasak kitaplar da döneme göre değişiyordu herhalde?

Tabii. Bir defa bunun takibini yapan insanlar cahildi. Bir sene üniversitelerin yeni açıldığı günlerdeydi. Kapıya çıktım, karşı tarafta halamın oğlunun dükkânının önünde bir kalabalık var. Göz işaretiyle "Hayırdır!" dedim. Bir anda iki kişi koluma girip beni yerden kesti. "Ne oluyor?" demeye kalmadan "Çıkar kitapları!" dedi biri. Ne kitabı falan. Keynez'in İktisat Devrimi diye bir kitap çıkmış o zaman. 3 tane var rafta. "Bulduk!" deyip 3'ünü de aldılar, "Çok ayıp ediyorsunuz!" dedim. "Yerine koyun, kimse görmesin, size cahil derler." Fakültede ders kitabı... Sonra ortaya çıktı ki, çarşıdan alışveriş yapmak isteyen biri, satıcıyla anlaşamamış, aralarında tartışma çıkmış. Dükkânda bir bağ içinde Nazım Hikmet kitapları varmış. Nazım'ın yasaklı olduğu dönem. Adam yemiyor içmiyor Gayrettepe'ye telefon ediyor; "Kapıdan girince köşedeki dükkânda yasaklanmış kitaplar var!" diye. Ben de köşedeyim o zaman...

Turan Türkmenoğlu ve oğlu Burak Türkmenoğlu

Çocukluğunuzdan çarşının müdavimi olarak kimleri hatırlarsınız?

Celal Bayar gelirdi, o gittikten hemen sonra da polisler gelir; "Ne konuştunuz?" diye babamı sorguya çekerdi. "Kitapçı dükkânında ne konuşulursa onu konuştuk." dediğine şahidim. Damadı Ahmet İhsan Gürsoy, kızı Nilüfer Hanım yakın zamana kadar gelirlerdi.

Bayar'ı mı takip ediyorlardı?

Son geldiğinde Kayseri Cezaevi'nden çıkmıştı. Babamın ve büyükbabamın çarşıdan iyi müşterisiydi. Benim de müşterim oldu.

Ne alırdı?

En son Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu'nun cenazesine geldi. Meydanda karşıladım. Koluma girdi, dükkâna geldik. "Evlat, namaza kadar ne varsa bakayım!" dedi. Tarih Kurumu'ndan iki sıra, sivil yayınlardan bir sıra yaptık. Ezan okununca cenazeye gittik, tekrar geldik. Bayar bakmaya devam ediyor. Alacağı kitapları 'Bizde yok!' diye bir kenara ayırıyor. Nilüfer Hanım geldi, ona gösterdi ayırdıklarını. Bir kitapta takıldı Nilüfer Hanım; "Babacağım bu kitap bizde var!" dedi.
- Yok kızım!
102 yaşındaydı galiba o zaman. Vardı yoktu derken Bayar, "Bana içinden bir iki satır oku bakayım." dedi. Dinledi ve 'Bizde yok' dedi yine. Nilüfer Hanım "Var, Umurbey'e göndermiş olabiliriz" diyor. O ara kütüphane memuresi hanım geldi. Ona sordular. Baktı ve "Hayır efendim, bizde yok" dedi. O hafıza Allah vergisiydi. Her kitaptan iki tane alırdı. Biri Umurbey'deki kütüphane, diğeri evdeki kitaplık için. Tarih ağırlıklı kitaplar alıyordu. Son zamanlarda çıkan popüler kitaplardan baktıkları da olurdu. Cemal Kutay iyi müşterimizdi bizim. Tarihi belge topluyordu, dergi çıkarıyordu o zamanlar. Çok çalışkan bir adamdı. Mustafa diye bir asistanı vardı, yıllarca iki kişi hem dergi çıkardılar, hem yayın yaptılar. Hiç boş göremezdiniz.

Başka kimleri hatırlıyorsunuz?

Semavi Bey gelir giderdi. Hırçın bir insandı, pek sevilmezdi. Benimle arası çok iyiydi, anı defterimi de imzalamıştı. Eğer esnafla iyi geçinse daha çok kitabı olurdu, bizim de onunla ilgili anlatacak bir şeylerimiz olurdu... Faruk Akün Hoca gelirdi, dünya tatlısı bir insan. Yolunu gözlerdik gelsin de iki laf etsin diye. Çok önemli insan geldi geçti buralardan. Bir anı defterim var, bazılarına imzalattım o defteri. Hasan Ali Yücel de imzalamış; "Bir şey satacaksan kitap sat, bir şey alacaksan kitap al. Hiçbir nimet onun kadar kıymetli olmamıştır." Bizim düsturumuz bu oldu.

Çarşının havası ne zaman değişmeye başladı?

Önceden babadan oğula ya da ustadan çırağa geçerdi meslek. Askerden geldim, babam aşağıdaki dükkânı bana bıraktı. Bir müddet sonra o dükkân iki kişiye bakamaz oldu. Duvarın dibinde iki salaş tezgah vardı, babamın yanından ayrılıp orda tezgah açmak zorunda kaldım.

Yine kitap satıyorsunuz değil mi?

Evet, yine kitap. Hem bilmiyoruz hem de başka şeye izin yok. 1973 falandı, 20 bin lira para verdim ve iki tezgahlık yer aldım duvar dibinden. Cami tarafındaki girişin sağ tarafındaki duvarın dibinde tezgahlar vardı. Esnaf bizden rahatsız oldu, şikayet falan ettiler. Sonra hak verdim onlara. Enflasyon olunca kalite bozuluyor. 3 - 4 tane tezgah idare edilirdi ama sen başkalarına emsal oluyorsun, yoldan geçen de geliyor. Adam defter satıyor geldi burada tezgah açtı. Okuma yazma bilmiyor, tezgah açtığı için ona bir hak tanındı falan derken çarşının kalitesi 1982'den itibaren yavaş yavaş gerilemeye başladı. Görülmüş şey mi kapının önüne çıkıp "Güzel kitaplarımız var, buyrun!" diye müşteri topluyorlar. Hâlâ bunu yapanlar var... Bize "Sakın müşteriye buyrun falan deme. Burası Kapalıçarşı değil. Alacağı varsa girer içeri." derlerdi. 12 Eylül'ün bir faydası oldu bu çarşıya, dağınıklığı toparladı ama bu arada muzârafat da bize miras kaldı.

Dağınıklıktan kastınız ne?

O tarihe kadar tezgahların sayısı 17 - 18'i bulmuştu. Bir akşam belediyede şube müdürü olan rahmetli Sami Erdem geldi. Eliyle bir 'Kaldırın!' işareti verdi yanındakilere. Tek hareketle yıkacaklar tezgahları. O saatlerde hareketli de buralar. Ben de peşindeyim. Döndü, "Peşimden ayrılmıyorsun, kimsin sen?" dedi. "Kaderim sizin iki dudağınızın arasında, onu duymak istediğim için takip ediyorum sizi!" dedim. "Gel görüşelim!" dedi. Makamına gittim. Sahafları anlattık, kendi tarihimizden biraz bahsettik. "Bana bir hafta içinde hayata geçireceğin bir projeyle geleceksin. Kimsenin de buna itirazı olmayacak. Yapamazsan tezgahından olursun!" dedi.

Sadece kendinizle ilgili bir proje mi?

Hayır, çarşıyla ilgili. Büyük sorumluluk! Arkadaşları toparladık. Durumu anlattık. Projeyi biz tarif edeceğiz, belediyeciler çizecek. Fakat sonunda beğendiremezsek kapının önünde kalmak var. Kimi itiraz etti, kimi hadi bir görelim dedi. Nihayet ya Allah deyip harekete geçtik. Projeyi beğendi. Bir gecede çarşı kurulur mu? Kovboy filmlerindeki gibi bir gecede kasaba kurduk.

1951'de açılan çarşı bu değil yani, öyle mi?

Hayır değil. Bu hadise 1982'de oldu. Duvarda bir boşluk kalmıştı, oraya Atatürk büstü koyalım dedim. Yoksa mutlaka biri gelip dolduracak boşluğu. Sami Bey, "Sizin hüviyetinize uygun bir şey olsun." dedi. Müteferrika'da karar kıldık ama ara da yapacak adam bul. Münif Fehim'in dergilere çizdikleri dışında malzeme yok elde. Erol Kınacı diye bir heykeltraş bulduk. 20 bin ya da 25 bin liraya anlaştık. Albay açılışa yetiştirin diyor. Yetiştirdik yetiştirmesine de öyle bir heykel geldi ki; gören, "Müteferrika kambur muydu?" diye soruyor. En son işi pişkinliğe verdik "Sahaflık size mi kalmış" diye küsmüş dedik.

Söyleşinin 2. bölümünü okumak için lütfen tıklayınız.


Söyleşi: Ayşe Adlı

Fotoğraflar: İ. Bahtiyar İstekli


İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.


“IRCICA Kütüphanesi Benim Aşkım!”

Ekmeleddin İhsanoğlu - “IRCICA Kütüphanesi Benim Aşkım!”

“Yozgatlı bir baba ile Rodoslu bir anneden Mısır’da dünyaya gelmiş birinin anlatacak neyi olabilir ki!” Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, “Anılarınızı yazıyor musunuz?” sorusuna verdiği bu cevap, hikâyesini önemsizleştirme amacı taşısa da hayatının yalnızca bu kısmına eğilmek bile çok kıymetli hatıralar dinleyeceğimizi vaat ediyor. 1924’te İstanbul’dan İskenderiye’ye doğru yol alan geminin bizim için iki aşina yolcusu var; biri Yozgatlı İhsan Efendi, diğeri ise İstiklal Marşı şairi Mehmed Âkif. Tevhid-i Tedrisat Kanunu sonrasında medreselerin kapatılması üzerine eğitimini tamamlamak için Kahire’ye doğru yola çıkan genç adam, ileride Türkiye’nin yakın tarihinde iz bırakacak olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası İhsan Efendi. Ekmeleddin Bey, Türkiye’ye ilk kez babasının vefatının ardından, yirmili yaşlarının ikinci yarısında adım atıyor. Yirmi beş yıl boyunca IRCICA Genel Direktörlüğü, on yıl İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliği görevlerini yürütüyor.

Kasım 2025

“Bazı Matbu Kitaplar Yazma Kadar Nadirdir!”

Mustafa Duman Röportajı - “Bazı Matbu Kitaplar Yazma Kadar Nadirdir!”

Doktor Mustafa Duman bir tıp doktoru. Yayın camiasında halk edebiyatı, özellikle Nasreddin Hoca konusunda yaptığı çalışmalarla tanınsa da Tıp eğitimini İstanbul’da, Çapa’da tamamladıktan sonra Almanya’da iç hastalıkları ihtisası yapmış, ultrasonografik görüntüleme teknolojisini Türkiye’ye getirmiş ilk hekimlerden biri. Talih kendisine tıp alanında akademik kariyer yapma fırsatı vermeyince çocukluk tutkusu halk edebiyatına dönmüş ve başarılı işlere imza atmış. 26. kitabının raflarda yerini alması için gün sayan Mustafa Duman’la kitaplar arasında; kitap tutkusunu ve bitmez tükenmez öğrenme şevkini konuştuk. Keyifli okumalar dileriz.

Temmuz 2025

“Yeminliyim, Türkiye üniversitelerinde çalışmam!”

Gönül Tekin Röportajı - “Yeminliyim, Türkiye üniversitelerinde çalışmam!”

Gönül Tekin ve Günay Kut, ömürlerini Türk edebiyatı çalışmalarına adamış, sahalarında çok büyük bir boşluğu doldurmuş iki kız kardeş. Geçtiğimiz aylarda Günay Hoca’yla konuşmuş, hikayenin ona dair kısmını kendisinden dinlemiştik. Bu kez abla Gönül Tekin’in misafiri olduk. Ve maceranın müşterek kısmının üstünden bir kez de onunla geçtikten sonra Gönül Hoca’nın filmlere konu olacak hayat hikayesini dinleme şansına eriştik. Günay Hoca, çocukluklarına iz bırakan simaları anlatırken, söz masallarıyla büyüdükleri anneannelerine geldiğinde “Ablam iyi masalcıdır. Anneannemden kalma mirası var. Anlatacakları bitmez” demişti. Haklıydı nitekim. Hoca’nın anlatacaklarını dinlemeye saatler değil, belki günler gerekiyordu. Hem kişiliklerini hem yollarını tayin eden çocukluk ve ilk gençlik zamanları. Sırasıyla İstanbul, Erzurum, California, Ankara ve Boston yılları. Fahir İz, Ahmet Ateş, Ali Nihat Tarlan, Janos Eckmann, Andreas Titze(Tietze) ve elbette eşi Şinasi Tekin’e dair hatıralar ve daha nicesi.

Mayıs 2025

“Bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum.”

Erol Üyepazarcı Röportajı - “Bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum.”

Erol Üyepazarcı’yı tanıtmak için ne söylenebilir? Hızlı bir internet taramasında karşımıza ilk çıkan cevaplardan bazıları; “Araştırmacı, yazar, çevirmen, kitap dedektifi, muamma koleksiyoncusu, edebiyatımızın polisiye alanındaki en büyük otoritelerinden…” Hepsi doğru olsa da muhatabımızı anlatmak için yetersiz sıfatlar bunlar. Gerçek manada tanıyabilmek için Erol Bey’i diğer araştırmacılardan, yazarlardan, çevirmenlerden ayıran unsurlara dikkat kesilmek gerekiyor. Okumak, öğrenmek ve elbette bir obje olarak kitaplar çok erken yaşlarda bir ibtila gibi giriyor Üyepazarcı’nın hayatına. Müsamahasız bir kitap tutkunu olacağı ilkokul yaşlarında veriyor ilk işaretlerini. Yine erken yaşlarda geçirdiği talihsiz bir kaza, kendi tabiriyle büyük bir şansa dönüşüyor. Bu sayede, yatakta geçirmek zorunda kaldığı aylar boyunca eski harflerle okumayı öğreniyor. Önce tarih, sonra edebiyat ve derken polisiyenin zehri sızıyor kanına.

Mart 2025

“Taşı Toprağı Tarih Bir Ülkede Yaşıyoruz!”

Tunç Uluğ Röportajı - “Taşı Toprağı Tarih Bir Ülkede Yaşıyoruz!”

Tunç Uluğ, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren iş dünyasının merkezinde bulunmuş, Koç Holding başta olmak üzere önemli şirketlerde üst düzey görevler yapmış başarılı bir iş adamı. Yüksek öğrenimine Robert Kolej’in ardından Amerika’da devam eden Uluğ, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren çeşitli kademelerde şirket yönetmiş önemli bir isim. Tecrübesi ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sanayi kuruluşlarının geride kalan yüz yılda kat ettiği mesafeye dair gözlemleri yakın tarih açısından büyük önem arz ediyor. İlgililerine bu küçük hatırlatmayı yaptıktan sonra Tunç Bey’in erken çocukluk yıllarından zuhur eden ve yıllar içinde giderek artan kitap, daha doğru bir ifadeyle “bilme” merakına gelelim. Zira bir araya getirdiği kendi değerlendirmesiyle ‘mütevazı’ kitap koleksiyonundan öncelikli beklentisi ihtiyaç duyduğu bilgiye ulaşmak. Bu nedenle önceliği okuyabildiği dillerde kitap toplamak olmuş.

Ocak 2025

“Türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!”

Cengiz Kahraman Röportajı - “Türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!”

Cengiz Kahraman; fotoğraf editörü, araştırmacısı ve koleksiyoneri. Kariyeri de bu sıralamayla ilerlemiş. Üniversiteden mezun olduktan sonra tesadüfler sonucunda İstanbul Ansiklopedisi’nde yardımcı fotoğraf editörü olarak işe başlamış. Meslek hayatının geri kalanını belirleyen bu karar, kişisel ilgisinin yönünü de büyük ölçüde tayin etmiş diyebiliriz. O vakte kadar fotoğraf çekmekten zevk alan bir gençken zamanla başkalarının çektiği fotoğrafların hikayelerini kovalar olmuş. Eski İstanbul fotoğrafları, o fotoğrafların anlattığı hikayeler, vizörün ardındaki isimler… Cengiz Bey, eski İstanbul fotoğrafları ve erken dönem foto muhabirleri denilince akla gelen ilk isimlerden biri. Kendisini bulmuşken fotoğraf koleksiyonculuğunun incelikleri, zorlukları ve dijital teknolojinin fotoğraf koleksiyonculuğuna etkilerini de içeren keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Aralık 2024

“Biz Çalıkuşu Nesliyiz!”

Günay Kut Röportajı - “Biz Çalıkuşu Nesliyiz!”

Eski Türk Edebiyatı’na ilgi duyan, edebiyat eğitimi almış ya da yolu yazma kitaplarla, kütüphanelerle kesişmiş hemen herkesin aşina olduğu bir isim Prof. Dr. Günay Kut. Üniversite hocalığı vesilesiyle doğrudan hocalık ettikleri dışında, sahaya getirdiği sistematik sayesinde dolaylı yollarla onun rahle-i tedrisinden geçmiş çok insan var. Yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda kütüphanede yazma eserler üzerinde çalışan, eserlerin tespiti, tahlili ve kataloglanması konusuna yıllarca emek veren Günay Kut Hoca, 1950’lerin İstanbul’unda, devr-i kadîm hocalarından ders ve ilham alarak yetişmiş. Aldığı terbiyeyi derslerine aktardığı; ciddiyet, disiplin ve çalışma azmi konusunda günümüz meslektaşlarından ayrı bir yerde durduğu kendisini tanıyanların malumu. Öğrenciliğinde de zeki, gayretli ve çalışkan olduğu muhakkak. Ancak Günay Kut’u Günay Kut yapan çok büyük bir şansı daha olmuş.

Ekim 2024

“Kitap yok olduğunda insan da yok olacak!”

Murat Menteş Röportajı - “Kitap yok olduğunda insan da yok olacak!”

Murat Menteş, genç neslin önemli roman yazarlarından. İmza attığı eserler, yer yer muzip de denilebilecek üslubuyla okurlara sıra dışı bir okuma zevki vadediyor. 2000’lerin ortalarında yayınlanan ilk romanı Dublörün Dilemması’yla inşa etmeye başladığı ve kendisinin kontrollü kaos olarak nitelediği üslup yazarın sonraki romanlarında da devam ediyor. Yer yer polisiyeye de kayan sürükleyici, macerası kurgu, genç okurların daha çok ilgisini çekiyor gibi görünüyor. Murat Menteş’le kendi serüvenini, romana bakışını ve geleceğin dünyasında romanın yerini konuştuk. Buyurun sohbete…

Eylül 2024

“Anadolu Kitabı Koruyamamıştır.”

Necdet Sakaoğlu Röportajı - “Anadolu Kitabı Koruyamamıştır.”

Necdet Sakaoğlu, ilmi çalışmaların sadece akademi çatısı altında yapılabileceği kanaatinin iyice yerleştiği günümüzde, bu algıyı sarsan önemli bir isim. Sivas Öğretmen Lisesi ve Çapa Eğitim Enstitüsü’nde eğitim alan Hoca, öğretmen vasfıyla başladığı meslek hayatını orta öğretim müfettişi olarak tamamlıyor. Hayal kurma lüksü olmayan bir neslin temsilcisi o. Düşünerek, planlanarak inşa edilmiş bir kariyeri yok yani. Tarihçilik yolu, sevk-i ilâhi’yle açılmış önüne. Yirmili yaşlarının ikinci yarısında kaleme aldığı ilk kitabından sonra durmadan üretmiş. Yerel tarih, şehir tarihi, Selçuklu ve Osmanlı tarihi, eğitim tarihi gibi konularda kaleme aldığı, literatürde önemli boşlukları dolduran eserlerin her biri kıymetli elbette. Ancak sözlü tarihin Türkiye’de pek de makbul görülmediği, bilakis bu tür kaynakları kullanmaya tevessül edenlerin itibarsızlaştırıldığı yıllarda, sözlü tarih kaynaklarından istifade etmiş olması, tarih disiplinine yaklaşımını ve eserlerini daha bir kıymetli kılıyor.

Haziran 2024

“Mimarlık Daima Siyasaldır.”

Uğur Tanyeli Röportajı - “Mimarlık Daima Siyasaldır.”

Yüksek Mimar, Akademisyen, Profesör, Yazar… Bunlar Prof. Dr. Uğur Tanyeli için kullanılabilecek sıfatlar. Ancak hiçbiri Uğur Bey’in aydın/mütefekkir kimliğini ifadeye yetmiyor. Evet, Uğur Tanyeli bir mimar. Üniversiteyi bitirdikten sonra mimarlık tarihi ve teorisi çalışmaya başladığı için tarihçi de diyebiliriz kendisine. Ama mimarlık tarihi deyince aklınıza yapı tarihi, mimari ekoller vesaire gelmesin. Merkeze inşa edilmiş bir binayı ya da binayı inşa eden mimarı alıyor olsa da Uğur Bey’in maksadı, son tahlilde insanı anlamak. Mimari esere bakarken; eseri ortaya koyan toplumun inanç ve düşünce sistemini, yaşam biçimini, ihtiyaçlarını hatta siyasetini de tartışmaya dahil ediyor. Zira söz konusu edilen yapı neticede bir insan eylemi ve Uğur Tanyeli’ye göre “Bir toplumdaki bütün bilgiler homolojiktir. Aynı düşünsel ve toplumsal altyapıyı kullanırlar.” Dolayısıyla parçalayarak bakmak sizi doğru cevaba ulaştırmaz.

Kasım 2023

“Bazı konular kenardan baktığınız zaman daha kolay anlaşılabilir.”

Süreyya Faruki Röportajı - “Bazı konular kenardan baktığınız zaman daha kolay anlaşılabilir.”

Süreyya Faruki Hoca; iktisat tarihi, Osmanlı gündelik hayatı, Osmanlı köy toplumu ve kadın tarihi gibi konularda ufuk açıcı çalışmalara imza atan önemli bir tarihçi. Osmanlı çalışmaya Hamburg Üniversitesi’nde tarih öğrencisiyken geldiği İstanbul’da başlıyor. Tarihçi olmaya lisede karar verse de alan olarak Osmanlı’yı seçmesi biraz talihin sevkiyle oluyor. “İnsan, hayatında bir sürü seçenekle karşılaşır. Bazen doğru karar alır, bazen de yanlış tercihler yapar. Sonra keşke yapsaymışım der.” diye özetliyor Hoca. O, şanslı olanlardan. Atmış yılı geride bırakmışken yaptığı seçimlerden ve sonuçlarından duyduğu memnuniyeti gizlemiyor. Hindistanlı bir babayla Alman bir annenin çocuğu olan Süreyya Faruki’nin çocukluğu Almanya, Hindistan ve Endonezya’da; gençliği Almanya’dan sonra kısmen Türkiye ve Amerika’da geçmiş. Bu geniş yelpazenin ve edindiği tecrübenin etkisiyle olsa gerek, hayata ve kimliklere karşı temkinli durmayı tercih ediyor.

Ekim 2023

“Bağışlarla kütüphane kurulmaz.”

Selahattin Öztürk Röportajı - “Bağışlarla kütüphane kurulmaz.”

Bugüne kadar kütüphanelere genellikle kullanıcılar açısından baktık. İhtiyaçları, gelişmeleri, talepleri hep kullanıcının gözüyle gördük. Bu ay bir değişiklik yapıp Türkiye kütüphanelerinin yakın tarihini, İstanbul’da otuz sekiz yıl kütüphanecilik yapan Selahattin Öztürk’le konuşmak istedik. Selahattin Bey, 1980’lerin ortalarında İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) başladığı meslek hayatını geçtiğimiz günlerde noktaladı. Altı yıldır görev yaptığı Zeytinburnu Belediyesi’nde yedi yeni kütüphane kuran Öztürk, idealist bir meslek personeli olarak olanı ve olması gerekeni net bir şekilde ortaya koyuyor. Selahattin Öztürk aynı zamanda kayda değer bir süreli yayınlar koleksiyonunun da sahibi. Eylül ayı itibarıyla memleketi Yozgat’ta, kendi tabiriyle içi kitap, dışı çiçek dolu bir hayata başlayan Öztürk’le gerçekleştirdiğimiz sohbetin ilginizi çekeceğini ümit ediyoruz.

Eylül 2023

“Türkiye’yi Yargılamak Değil Anlamak Gerekiyor.”

Olivier Bouquet Röportajı - “Türkiye’yi Yargılamak Değil Anlamak Gerekiyor.”

Osmanlı tarihi ve Türkoloji çalışmaları, On Dokuzuncu Yüzyıl boyunca Avrupa’da çok ilgi gören iki alan. O dönemde Avrupalı araştırmacıların verdiği eserler sahada hâlâ kullanılıyor. Ancak Avrupa üniversitelerini yakından takip eden herkesin hemfikir olduğu bir husus var; bu alanlar Avrupa’da artık eskisi kadar rağbet görmüyor. Bu vakıanın istisnaları var elbette. Universite Paris Cite, Paris Şehir Üniversitesi Osmanlı tarihi profesörü Olivier Bouquet bu istisnalardan biri. Fransa’nın son Osmanlı büyükelçisi Louis Maurice Bompard torunlarından olan Bouquet, 1994’de henüz üniversite öğrencisiyken geliyor ilk kez Türkiye’ye. Büyük dedesinin görevi ve onun eşi Gabrielle Bompard’ın anıları vesilesiyle zaten haberdar olduğu Osmanlı ve Türkiye bu ziyaretten sonra bir daha hiç çıkmıyor gündeminden. Türkiye’de on yıla yakın yaşadıktan sonra Fransa’ya dönen Prof. Olivier Bouquet ile son İstanbul ziyaretinde Fransa ve Türkiye’deki Osmanlı tarihi çalışmalarını konuştuk.

Temmuz 2023

“Batı, Reşer olmadan yazma konusunda fakir olurmuş.”

Güler Doğan Averbek Röportajı - “Batı, Reşer olmadan yazma konusunda fakir olurmuş.”

Beyazıt Çınaraltı’nda, küçük bir alan üzerine kurulan Sahaflar Çarşısı, 1900’lerin başlarından 90’lara kadar Türkiye entelektüel tarihinde çok önemli bir yer tutuyor. Okuyan, yazan, geçmişin, günün ve geleceğin meselelerine kafa yoran hoca, öğrenci, politikacı, iş adamı… mutlaka yolunu Sahaflar Çarşısı’na düşürüyor. O günlerde yaşananlar, görülenler, o küçücük bahçenin şahitlik ettiği olaylar hâlâ kulaktan kulağa anlatılmaya devam ediyor. Çarşı’nın enteresan simalarından biri de Osman Reşer. Günümüzde bile adı şüpheyle anılan Reşer, Yahudi asıllı bir Alman olarak dünyaya geliyor. 1900’lerin başlarında Müslüman, 30’larda Türk vatandaşı olsa da pek kimseyi ikna edemiyor ‘değiştiğine!’ İyi bir kitap müşterisi olduğu bilinen, Çarşı’dan çok nitelikli yazmalar aldığı anlatılan Osman ya da ilk adıyla Oskar Reşer, birkaç yıl öncesine kadar muamma bir şahsiyetti.

Haziran 2023

“Tarih bilmezseniz siyaset üretemezsiniz!”

Ahmet Kuyaş Röportajı - “Tarih bilmezseniz siyaset üretemezsiniz!”

Başlığa aldığımız cümle, bir devrim tarihi hocasına ait. Fransa, Kanada ve Amerika’da geçirdiği yirmi üç yılın ardından Türkiye’ye dönerek kariyerine Galatasaray Üniversitesi’nde devam eden Ahmet Kuyaş, çalışmalarını İkinci Meşrutiyet ve erken Cumhuriyet tarihi alanında yoğunlaştırmış. Osmanlı son döneminin sosyal ve politik meselelerini bilmeden bugünü anlamanın mümkün olmadığını söyleyen ilk isim Kuyaş değil şüphesiz. Ancak Ahmet Bey bunun neden böyle olduğunu çarpıcı örneklerle bir kez daha ortaya koyuyor. Ahmet Kuyaş, akademisyenliğinin yanında nitelikli bir koleksiyoner aynı zamanda. Babasının ve amcasının izinden giderek erken gençlik yıllarında başladığı pul koleksiyonlarını sürdürüyor. Ayrıca dönemin ruhuna uygun olarak kitap ayracı ve kurşun kalem topluyor. Filateli dünyasına aşina olanların tahmin edebileceği gibi Ahmet Bey, Farabi Pul Evi’nin sahibi, filatelist Salih Kuyaş’ın oğlu. Dünya çapında önemli ödüllere sahip Tevfik Kuyaş’ın da yeğeni. Doç. Dr. Ahmet Kuyaş’la kendi ç

Mayıs 2023

“Genç ve Öğrenci Olmam Avantaj Sağladı.”

Mert Tezcanlıol Röportajı - “Genç ve Öğrenci Olmam Avantaj Sağladı.”

Son yıllarda sahafiye koleksiyon söz konusu olduğunda yaygın bir kabul var; malzeme az, fiyat yüksek! Sahaya yeni girecek kişilerin pek şansı yok… Özellikle gençleri daha yolun başında yıldıran bu iddia tamamen yersiz değil elbette. Ama ne toplayacağınızı ve elde ettiğiniz malzemeyi nasıl yorumlayacağınızı bilirseniz bu açmazdan kurtulmanız da mümkün. Henüz 28 yaşında olmasına rağmen şahsi arşivinden malzemeler ve titiz bir arşiv taramasına dayanan ilk kitabı yayın aşamasında olan Mert Tezcanlıol bu iddianın ispatı. Mert Tezcanlıol, işletme eğitimi almış ve yazılım sektöründe çalışıyor. Ancak yakın tarih ilgisi çok daha eski. 12 yaşından beri sahaf müşterisi. Lise yıllarında konusunu belirlemiş ve topladığı malzemeyi saha çalışmalarıyla desteklemeye başlamış bir araştırmacı. Üniversite yıllarından itibarense mütevazı fakat ne istediğinden emin bir koleksiyoner. Biz bu noktada aradan çekilip sizi Tezcanlıol ve koleksiyonuyla başbaşa bırakalım…

Nisan 2023

“Sahaflar Çarşısı bizim için mektep gibiydi.”

İsmail Kara Röportajı - “Sahaflar Çarşısı bizim için mektep gibiydi.”

İsmail Kara, titiz bir araştırmacı, velûd bir kalem erbabı, profesörlüğe kadar yükselseler dahi talebelerine rehberlik etmeye devam eden bir hoca ve elli yıldan uzun süredir İstanbul sahaflarının müdavimlerinden. Düşük bir ihtimalle adını duymamış dahî olsanız, bu kadar açıklama ne söylediğini merak etmenize kâfi olsa gerek. İhtisas alanı İslam düşüncesi olmakla birlikte, Prof. Dr. İsmail Kara’nın kültür alanında da bizzat kaleme aldığı ya da destek verdiği çok sayıda çalışma bulunuyor. İstanbul’a, 1969 yılında on dört yaşında bir öğrenci olarak geliyor Kara. O tarihlerden itibaren şehirdeki kültür muhitine dahil oluyor. Çok insan tanıyor, çok hatıra biriktiriyor elbette. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Prof. Dr. İsmail Kara’yla baş başa bırakalım…

Mart 2023

“Sahaflar Çarşısı’nı yeniden diriltmek istiyoruz.”

Üsküdar Sahaflar Çarşısı Röportajı - “Sahaflar Çarşısı’nı yeniden diriltmek istiyoruz.”

2022 yılı geride kaldı. Bir senelik muhasebe yapılacak olsa, kitap ve eski eser meraklıları bile, peş peşe epey madde sıralayabilir. Diğer gündemlerin birebir sohbetlerde ele alındığını varsayarak biz, senenin son ve güzel gelişmesini ele almayı seçtik. Yolu İstanbul’a düşenler de orada yaşayanlar kadar bilir ki sahaf müşterileri bir malzemenin peşine düştüğünde bakacağı adresler bellidir. İnternet alışverişi, elbette ilk sırada yer alır. Kitaba dokunmak, alışverişi sohbete bahane etmek isteyenler içinse Sahaflar Çarşısı hâlâ listedeki yerini korurken, Beyoğlu ve Kadıköy’deki çarşılar ve o civarı mekan tutan esnaf da vazgeçilmezdir. Geçtiğimiz Aralık ayına kadar, bir iki esnaf dışında, Üsküdar yoktu o listede. Ancak Üsküdar Belediyesi’nin girişimleriyle şehir, yeni ve mütevazı bir Sahaflar Çarşısı’na daha kavuştu. Üsküdar’da faaliyet gösteren esnafın bir kısmını bir araya getiren bu Çarşı, konum ve mekan olarak da dikkate değer bir noktada yer alıyor.

Ocak 2023

“İstanbul’u eski haliyle hatırlamak istiyorum.”

Sarkis Karamanik Röportajı - “İstanbul’u eski haliyle hatırlamak istiyorum.”

Sarkis Karamanik çocukluğunu ve ilk gençliğini İstanbul’da geçirmiş. 1960’ların İstanbulu bugünküne pek benzemiyor elbette. O tarihlerde Şişli sokaklarında Fransızca’yı, İngilizce’yi, Ermenice’yi, Rumca’yı ve Türkçe’yi bir arada duymak mümkün. Şehir, çok kültürlü kimliğini henüz tam anlamıyla yitirmemiş. Çocuklar, ömürleri boyunca özlemle hatırlayacakları bir zenginlik içinde büyüyor. Ailesine destek olmak için önce nalbur çıraklığı sonra balıkçılık yapıyor Sarkis Karamanik. Son Ermeni reislerle denize açılıyor. Haliç, Boğaz ve Marmara sevgisi daha o yıllarda yerleşiyor içine ve yıllar sonra Fransa’ya taşınınca geçmişiyle arasındaki bağ yine deniz sayesinde diri kalıyor. Kartpostal koleksiyoneri sıfatıyla tanıdığımız Sarkis Karamanik, koleksiyon yapmaya Paris’e taşındıktan sonra başlıyor. Fransız sahaflardan, eskicilerden topladığı Türkiye ve özellikle İstanbul kartpostallarının sayısı on bine yaklaşmış durumda. Toplamakla yetinmiyor.

Aralık 2022

“Bizim kuşaklarda okuma fetişizmi vardı.”

Görgün Taner Röportajı - “Bizim kuşaklarda okuma fetişizmi vardı.”

Çoğu zaman, eksik bir yaklaşımla, sadece hastalıklarda genetik köken aramak eğilimindeyiz. Oysa alışkanlıklarımızdan karakterimizi teşkil eden farklılıklarımıza pek çok özelliğimizi bizden önceki nesillerden devralıyoruz. Damak tadımız söz gelimi. El becerilerimiz, zevklerimiz ve meraklarımız hatta. Zincirin halkalarının bir yerlerde geçmişte bağlanacağı inancıyla görüşmelerimize genellikle aile hikayesiyle başlamayı tercih ediyoruz. Ve nadiren eli boş dönüyoruz maziden. Görgün Taner’de de öyle oldu. Anne iyi bir okur, baba koleksiyoner. Bu özellikler hiçbir yönlendirme ve teşvik olmadan geçmiş çocuklarına. Hem de anne babanınkinden daha bariz bir biçimde... İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) Genel Müdürü Görgün Taner, kendi kütüphanesini ortaokul yıllarında kurmaya başlamış. Koleksiyonerliği de yine aynı yıllara uzanıyor. Topladığı ilk başlık long play. O tarihlerde koleksiyon kastı yok elbette. Dinlemek için alıyor.

Kasım 2022

“Patrikhanemizin kütüphanesi dünyada ilk sıradadır.”

Püzant Akbaş Röportajı - “Patrikhanemizin kütüphanesi dünyada ilk sıradadır.”

Püzant Akbaş, sahaf camiasının kıdemli ve kıymetli isimlerinden. Türkiye’nin yanı sıra Beyrut’ta, Lefkoşa’da ve Erivan’da iyi okullarda eğitim görmüş. Bildiği sekiz dilin altısında okuyor, yazıyor ve konuşabiliyor. Liseden sonra Ermeni Dili ve Tarihi alanında öğrenim görmüş. Yola öğretmen olma niyetiyle çıksa da günün birinde kendini kitapçı ve sahaf olarak bulmuş. Sahaf Turkuaz’ın iki ortağından biri olan Püzant Akbaş’ı sahada görmek pek mümkün değil. Kurumu temsil görevi, gayrı resmi olarak, diğer ortak Nedret İşli tarafından yürütülürken o odasında, kitaplar arasında vakit geçirmeyi tercih ediyor genellikle. 1980’lerin ilk yarısından beri fiilen içinde bulunduğu İstanbul kitap piyasasındaki Ermenice ve Ermeni harfli Türkçe kitap literatürü hakkında Püzant Bey dışında konuşabilecek ikinci bir isim yok. Bu nedenle mutat suskunluğunu bizim için bozan Püzant Akbaş’la yaptığımız görüşmenin anlamı büyük.

Ekim 2022

“Toplumdan kopuk bir arkeolojinin faydası yok.”

Nezih Başgelen Röportajı - “Toplumdan kopuk bir arkeolojinin faydası yok.”

Nezih Başgelen sıra dışı bir şahsiyet. Arkeolog, araştırmacı, yazar, yayıncı. Daha 1960’lı yıllarda, çocuk yaşlarda sahiplendiği “kültür insanı” kimliği, neredeyse elli yıldır durup dinlenmeden çalışmasını gerektirmiş. On beş yaşında dergi yazarı, lise yıllarında gönüllü müze çalışanı olmuş. Cep harçlıklarıyla aldığı fotoğraf makinasıyla İstanbul’u ve pek çok Anadolu şehrini sokak sokak fotoğraflamış. Çocukluk hayali olan arkeoloji eğitimine başladıktan sonra da tek kişilik bir seferberlik ilan etmiş adeta. Yirmi yaşında Türkiye’nin ilk popüler arkeoloji dergisini çıkarmış. Kazılara gitmiş, sayısı binlerle ifade edilebilecek rapor ve kitap yayınlamış bugüne dek. Arkeoloji Sanat Dergisi ve Arkeoloji Sanat Yayınları kurucusu, yayıncı, araştırmacı ve kültür insanı Nezih Başgelen’in hayatı, bir insanın tek başına ne kadar büyük bir fark yaratabileceğinin somut örneği…

Eylül 2022

“Kütüphane bir nevi otobiyografidir!”

Beşir Ayvazoğlu Röportajı - “Kütüphane bir nevi otobiyografidir!”

Yolun başlangıcı, genellikle sonuna dair ekonomik, sosyal, kültürel ipuçları içerir. Önünüzde bir patika varsa siz adımladıkça genişler, düzleşir ama geri dönüp baktığınızda çıkış noktasının ışıklarını seçersiniz. Yolculuğun devamında her zaman büyük sürprizler beklemez kişiyi. Beşir Ayvazoğlu o istisnayı yaşayanlardan. Bir Anadolu kasabası olan Zara’da, maddi imkansızlıklar içinde, dik bir yokuşta başlamış yürümeye. Sonra genişlemiş, birbirinden güzel manzaralara açılmış yolu. Bunun için çok çabalamış elbette. Önce Sivas’ta, sonra Bursa’da, derken İstanbul’da tüm titizliği ve gayretkeşliğiyle kullanmış kalemini. İlkokul yıllarında başladığı şiirle yolları, ilk gençlik döneminden sonra ayrılmış. Belki de iyi ki demeliyiz, zira bu sayede birbirinden kıymetli kitaplar okuyoruz Beşir Bey’in kaleminden. ‘Cahil cesaretiyle yazdım!’ dediği Aşk Estetiği’nin üzerinden kırk yıl geçmiş.

Ağustos 2022

“Kitap Merakı Bakımından Biraz Muallim Cevdet’e Benzerim.”

Dursun Gürlek Röportajı - “Kitap Merakı Bakımından Biraz Muallim Cevdet’e Benzerim.”

Bu ay, kültür tarihçisi, yazar ve Osmanlıca hocası Dursun Gürlek’in misafiriyiz. Gürlek, Tokat Turhal doğumlu. Okula gitmeden okumayı öğrenmiş ve o günden bugüne okuma sevdası giderek artmış bir kitap sevdalısı. Daha çocuk yaşlarda köyün yaşlılarına anlamadığı kitaplar okumuş. Ailesinden gizli kayıt yaptırıp büyük bir özveriyle devam ettiği İmam Hatip yılları boyunca Ankara’da, İstanbul’da yayınlanan dergileri, gazeteleri takip etmiş. Uzaktan uzağa, o mecralarda yazan, muhafazakar camianın önde gelen isimlerinin öğrencisi olmuş. Üniversitesi için İstanbul’a gelen Gürlek, Cemil Meriç’ten Necip Fazıl’a, ulaşabildiği dönem entelektüellerinin kapısını çalmış, iltifatlarına nail olmuş. Biz burada duralım ve gerisini kendisinden dinleyelim…

Temmuz 2022

“Su Müzesi alanında dünyanın en zengin koleksiyonuyuz!”

Ercan Topçu Röportajı - “Su Müzesi alanında dünyanın en zengin koleksiyonuyuz!”

Türkiye, özel müzelerle Koç ve Sabancı ailelerinin kurduğu başarılı örnekler aracılığıyla tanıştı. Onları takip eden ve yakın geçmişte kurulan özel müzeler, ülke kültürüne önemli bir katkı sunuyor. Türkiye’nin en genç özel müzesi olma özelliği de taşıyan İstanbul Su Müzesi, geçtiğimiz Mart ayında ziyarete açıldı. Adell Armatür bünyesinde oluşturulan koleksiyon, alanında dünyanın en zengin koleksiyonları arasında yer alıyor. Doktor Ercan Topçu’nun 1980’li yıllarda, öğrenciyken başlattığı koleksiyon, ileriki yıllarda kazandığı ivme sayesinde önemli bir açığın kapatılmasına hizmet ediyor. Sektöre musluk üreterek giren Adell Armatür, bugün yurtiçine ve yurt dışına ürün pazarlayan önemli bir sanayi kuruluşu. Kendi sahasında müze kurarak diğer sektörlerde faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarına da örnek olan Adell Armatür’ün koleksiyonunda, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerine ait binlerce eser yer alıyor.

Haziran 2022

“Taş plakta, koleksiyonu tamamlama ihtimaliniz yok!”

Cemal Ünlü Röportajı - “Taş plakta, koleksiyonu tamamlama ihtimaliniz yok!”

Asıl işi tiyatro olsa da Cemal Ünlü denildiğinde akla ilk gelen konu, Türk müzik tarihi ve taş plaklar. Kimsenin ilgilenmediği, merak etmediği, plakların pek kıymet görmediği yıllarda kişisel bir merakla işe başlayan Cemal Ünlü, zaman içinde alanın yegâne otoritesi haline geliyor. Osmanlı coğrafyasında icra edilen müzik türleri ve ‘piyasanın’ geçirdiği dönüşüm, tarihle paralel okunduğunda toplum dinamikleri açısından da önemli veriler sağlıyor. Cemal Bey’in çalışmaları sayesinde, İmparatorluğun hızla toprak, güç ve itibar kaybettiği 19’uncu yüzyılda kültür muhitinin hâlâ çok güçlü olduğunu görüyoruz söz gelimi. Adı istibdatla özdeşleşen İkinci Abdülhamid, teknoloji söz konusu olduğunda bütün imkanlarını seferber edebiliyor. Sarah Bernhardt, Lizst konser vermek için İstanbul’a geliyor. İşgal İstanbul’unda erkekler askere alınmışken konservatuar kız öğrencilerle faaliyetlerine devam ediyor. Dünyanın en büyük plak üreticileri stüdyolar, fabrikalar kuruyor şehirde.

Mayıs 2022

“Herkesin ‘hocam’ diyeceği biri olmak istedim!”

Selahattin Özpalabıyıklar Röportajı - “Herkesin ‘hocam’ diyeceği biri olmak istedim!”

Osmanlı dönemi aydın biyografilerinde sıkça geçen bir ifadedir otodidakt. Düzenli bir eğitim almamış, kendi kendini yetiştirmiş kişiler için kullanılır. Modern eğitim yaygınlaştıkça otodidakt kişi sayısı hızla düşüyor. Uzun zamandır insanları tanımaya okudukları okullardan, ders aldıkları hocalardan başlıyoruz. Çok nadir de olsa istisnalar olabileceğini hesaba katmak gerekiyor elbette. Selahattin Özpalabıyıklar bu sıra dışı isimler arasında ilk akla gelmesi gereken portre. Sehalattin Bey, bugünün dünyasında imkansız gibi görünen bir yol izleyerek ezberimizi bozuyor. Ortaokulla noktalanan düzenli eğitimi sonrasında takip ettiği kendi kendini yetiştirme sistemi, onu Türkiye’nin en önemli yayınevlerinde editörlüğe, İngiliz dilinin en önemli isimlerini tercüme edecek seviyede dil hakimiyetine taşıyor. Çevirmen, editör ve yazar Selahattin Özpalabıyıklar’ın serüveni pek çoğumuza ilham olacak nitelikte. Buyrun kendisine kulak verelim…

Nisan 2022

“Anlamsız dünyaya anlam katmaya çalışıyoruz.”

Gökhan Akçura Röportajı - “Anlamsız dünyaya anlam katmaya çalışıyoruz.”

Yazar, dramatrug, araştırmacı, koleksiyoner, senarist, reklamcı, radyo programcısı, sahafsever, efemerist Gökhan Akçura ile gözlerden uzak görkemli kütüphanesinde kitaplar, efemera dosyaları ve plaklar arasında güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Kendi tabiri ile "ıvız zıvır" tarihi konusunda önde gelen isim Akçura’nın yayınlanmış birçok çalışması bulunuyor. Akçura’yı sosyal tarih araştırmalarında benzer konuda çalışan diğer araştırmacılardan ayıran en büyük fark, bu sahada ülkemizde profesyonel olarak çalışan ilk isim olması. Dolayısıyla erken yaşlardan itibaren sahaf camiası ile yakın bir tanışıklığı var. Birçok konuda hâlâ toplamaya ve üretmeye devam ediyor.

Mart 2022

“Yaşama olanaklarının daraltıldığı toplumda insan da önemsizleşir.”

Ekrem Işın Röportajı - “Yaşama olanaklarının daraltıldığı toplumda insan da önemsizleşir.”

Tanıyanları için hiçbir ek açıklama yapmaksızın Ekrem Işın adını anmak yeterli. Ele aldığı her sahada inebildiği kadar derinlere inen; daha önce fark edilmemiş, bakılmamış, görülmemiş şeyleri titizlikle bulup çıkaran ve karşımızdaki bulanık fotoğrafı her çalışmasıyla biraz daha netleştiren bir isim Ekrem Işın. Edebiyatçı, gündelik hayat ve tasavvuf tarihi araştırmacısı, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü kurucu yöneticisi… Peş peşe sıraladığımız bu sıfatlar çalışmalarını anlamakta ve kendisini tanımakta pek yardımcı olmuyor bize. Birbiriyle çok yakın görünmeyen bütün çalışma alanları tek bir amaca hizmet ediyor; insanı tanımak ve anlamak. Ömrünün elli yılını bu çabayla geçirdikten sonra sadece bulduğu cevaplar değil, sorduğu sorular da bambaşka anlamlar kazanıyor. Şu sıralar en zor olanla, kendinin üstesinden gelmekle uğraştığını söylüyor Ekrem Bey. Yani bu söyleşi, toplumsal meseleler kadar ‘insanın anlam arayışı’na da ışık tutuyor. İyi okumalar dileriz…

Şubat 2022

“Etrafımda resim, heykel, kitap olmadan yaşayamıyorum.”

Yahşi Baraz Röportajı - “Etrafımda resim, heykel, kitap olmadan yaşayamıyorum.”

Türkiye’de isimleri bir çırpıda sayılabilecek kadar müze, belki bir o kadar sanat galerisi ve müşterinin/insanın dahil olduğu, eser alıp sattığı bir resim piyasası var. Bu bilgilere; dünya çapında sanatçı ve koleksiyonerimizin olmadığını da Yahşi Baraz ekliyor. Yokluğun bir sebebi, telaffuz edilen rakamların ortalama bütçeler için astronomik oluşu elbette. Fakat maddi imkânsızlık tek başına, mevcut manzarayı izah etmeye yetmiyor. 1800’lerin ikinci yarısından beri eser verilen, yaşanan önemli aksiliklere rağmen kültürel sermaye biriktiren bir toplumda var olan böylesine bir kuraklık, daha detaylı analiz edilmeyi hak ediyor. Akla gelen soruların ilk muhataplarından biri Yahşi Baraz elbette. Osmanlı bakiyesi bir aileye doğmuş, dedelerinden ve babasından ciddi bir entelektüel miras devralmış Baraz. Kitaplar, antikalar; eski halı, yazı, bakır koleksiyonları içinde büyümüş. 1960’ların ikinci yarısında biraz da tesadüflerin etkisiyle sanat dünyasıyla tanışmış.

Ocak 2022

“12 Eylül travmasını atlatmak için kitap topladım belki de!”

Ahmet Salcan Röportajı - “12 Eylül travmasını atlatmak için kitap topladım belki de!”

İş Bankası Kültür Yayınları; hem kurumsal kimliği hem de yayıncılık çizgisi itibarıyla Türkiye’nin önemli yayınevleri arasında. Bu başarıda büyük pay, on altı yıldır Genel Yayın Yönetmeni koltuğunda oturan Ahmet Salcan’a ait. Bankacılık kariyerini yarıda bırakarak yayıncılık işine giren Salcan, bir ihtisas kitapçısı olan Homer’in de kurucusu. Yayıncılık konusundaki yetkinliğinin yanında, en az o kadar önemli bir vasfı daha var Ahmet Salcan’ın. O sahalara meraklı insanların bir kısmının bile bilmediği çok önemli koleksiyonlara sahip. Sayıca en büyük başlık, sosyal bilimler alanında yayınlanmış kitapların yüzde doksanına yakınını barındıran Türkiye’ye dair İngilizce kitaplar. Kısa sürede bir araya getirdiği dünyada yayınlanan ilk resimli gazete olan The Illustrated London News koleksiyonu, Türkiye’de bilinen en geniş koleksiyon.

Aralık 2021

“Kütüphanemde Kontrollü Bir Delilik Var!”

Pelin Batu Röportajı - “Kütüphanemde Kontrollü Bir Delilik Var!”

Yaşadıkları mekanlar, insanlar hakkında kelimelerden daha çok şey anlatır. Bir insanı tanımaya evinden başladığınızda, portreyi doğru fonda inşa etme şansı elde edersiniz. Boşlukları doldurmak için de kelimeler imdadınıza yetişir… Gelin, söyleşiye geçmeden önce bir salon hayal edelim. Antika mobilyalar; masaların, sehpaların üzerinde dünyanın dört bir tarafından toplanmış objeler, duvarlarda Picasso, Bedri Rahmi, Nuri İyem, Erol Akyavaş ve daha onlarca ünlü yerli yabancı ressamın tabloları ve kitaplar, kitaplar, kitaplar… Pelin Batu, annesinin ve babasının kurduğu hayatı, bu fonda, onların bıraktığı yerden sürdürüyor. Ve gariptir; kurgulayanlar artık aramızda olmasa da hikaye hiç kesintiye uğramamış gibi hissediyoruz. Kendi ifadesiyle annesinin ve babasının hayatına devam ediyor Pelin Hanım. Masadaki küllük bile annesi Nevra Batu’nun bıraktığı gibi duruyor. Devraldığı miras önemli ve ilgi çekici elbette. Fakat bu kadarla sınırlı değil.

Kasım 2021

“Okuma zevki olan herkesin elinden çizgi roman geçerdi.”

Murat Sevgikuranlar Röportajı - “Okuma zevki olan herkesin elinden çizgi roman geçerdi.”

“Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk / Hiçbir yere gitmiyor” diyor ya Edip Cansever, hayat da onu doğrulamak için çabalıyor adeta. Kimi zaman şans, kiminde talihsizlik suretine bürünüp gölge gibi takip ediyor bizi çocukluğumuz. Çoğumuz o çocuğu susturmanın bir yolunu bulmuş. Bazılarınınsa böyle bir derdi yok. Onunla el ele geçiriyorlar tüm ömürlerini. Murat Sevgikuranlar onlardan biri. Nedenini tam izah edemese de çocukluğunun yakasını bırakmadığının farkında ve bundan hiç şikayetçi değil. Türkiye’nin önde gelen çizgi roman satıcılarından Murat Bey. Çizgi roman meraklıları ve koleksiyonerleri çok iyi tanıyor kendisini. 35 yıldır fiilen piyasanın içinde. Çizgi romanla mesaisi ise erken çocukluğuna kadar geri gidiyor. Kadıköy Pasajı’ndaki Pecos Bill, Teks, Ken Parker, Karaoğlan ve diğerlerinin maceralarından izlerle dolu dükkanında, özgür bir cumhuriyet kurmanın saadetini yaşıyor. Kendi dili, değerleri ve heyecanları olan bu dünyayı yakından tanımak için bize rehberlik etmesini rica ettik.

Ekim 2021

“Tarihi, müzikle anlatmayı seviyorum!”

Murat Meriç Röportajı - “Tarihi, müzikle anlatmayı seviyorum!”

Türkiye’de pop müziğin ilk örnekleri ne zaman ortaya çıktı? Pek çoğumuz bu soruya 1960’lar ve 70’ler cevabını verme eğilimindeyiz. Oysa Murat Meriç’in çalışmaları bu tarihi 1800’lerin sonlarına, ilk marş ve kanto örneklerine kadar geri götürüyor. Sonra tango, vals, jazz, rock’n roll… Toplum, dinlediği müzikle birlikte yavaş yavaş değişiyor. Müzik tercihlerini, tek başına masum bir zevk de belirlemiyor üstelik. Kulak kabarttığımız melodilere resmi otorite ve dünya siyasetinin etkisiyle karar veriyoruz. Hikaye uzun ve hayli ilgi çekici. Detayları, 1990’ların ikinci yarısından beri Türk pop müziği hakkında araştırmalar yapan Murat Meriç’ten dinleyeceğiz. Meriç, çocukluktan itibaren iyi bir müzik dinleyicisi olmuş. Üniversite yıllarında tesadüfen müzik yazıları yazmaya başlamış ve sahadaki boşluk sebebiyle kendini müzik araştırmacısı olarak bulmuş. 2006 yılında piyasaya çıkan ilk kitabı Pop Dedik’i, 100 Soruda Memleket Tarihi ve Hayat Dudaklarda Mey kitapları izlemiş…

Eylül 2021

“Türkiye hâlâ bir yazma kitap cenneti!”

Sabri Koz Röportajı - “Türkiye hâlâ bir yazma kitap cenneti!”

Sabri Koz, halk edebiyatı okurlarının, sahaf müdavimlerinin ve yayın dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Kendisini kitap meraklısı ve eğitimci olarak tanımlasa da aslında bundan çok daha fazlası olduğu, Sabri Bey’i tanıyanlarca bilinir. Her şeyden önce öğretmen elbette. Sonra derlemeci, makale yazarı, araştırmacı, editör… Mütevazı bir bütçeyle 50 yılda kurduğu halk edebiyatı ‘koleksiyonu’ ve ilk öğrencilik yıllarından itibaren sürdürdüğü titiz okurluğu sayesinde pek çok yayının ortaya çıkmasında büyük emeği var. Kendi ifadesiyle, çalışmakla ve öğrenmekle geçen bir ömrün semeresini, yayına hazırladığı kitaplarda cömertçe ortaya koyuyor. Eski yemek tarifleri, hikayeler, türküler ve bilmeceler gibi konularda hazırladığı derlemeler kadar sohbetine de doyum olmadığını en baştan belirterek sözü Sabri Bey’e bırakalım...

Ağustos 2021

“Entelektüel olan hiçbir şey bana yabancı değil.”

Hilmi Yavuz Röportajı - “Entelektüel olan hiçbir şey bana yabancı değil.”

Herkesin başka bir yönüyle, kendi meşrebince ilişki kurduğu insanlar vardır. Hilmi Yavuz da şairliği, eleştirmenliği, düşünceleriyle her birimiz için farklı anlamlara gelen entelektüellerden. Şairliğinin altını çizsek düşünce adamlığına haksızlık etmiş olacağız. Kendi eserlerini öne çıkarsak eleştirileriyle ufkumuzu açtığını unutacağız. Bu açmazdan kurtulmanın yolunu, eserlerini değil de Hilmi Yavuz’u inşa eden insanları ve muhiti konuşmakta bulduk. Üzerinde izi bulunan hocaları, yazarları, zamanları, şehirleri tanımak; Hilmi Yavuz’a ve eserlerine bir adım daha yaklaşma imkanı sunabilir. Ve kim bilir; 85 yıllık bu zamanda yolculukta, bize rehberlik edecek bazı ipuçları da bulabiliriz belki...

Temmuz 2021

“Varlık, ‘Türk Edebiyatı Var!’ demek için kuruluyor!”

Filiz Nayır Deniztekin Röportajı - “Varlık, ‘Türk Edebiyatı Var!’ demek için kuruluyor!”

Yaşar Nabi Nayır, çağdaş Türk Edebiyatı’nın bugün bulunduğu noktaya gelmesinde büyük emeği olan bir isim. Pek çoğumuzun cep boy edebiyat kitaplarıyla tanıdığımız Varlık Yayınları’nın da kurucusu olan Nayır, Balkan Savaşları’nın yarattığı buhran ortamı sebebiyle çocuk yaşta evini geride bırakıp Türkiye’ye geliyor. Maddi imkansızlıklar sebebiyle Galatasaray Lisesi’nden sonra eğitimini sürdüremiyor. Cumhuriyet’in kurumlarının yeni yeni tesis edildiği 1930’lu yılların başında, daha genç bir çevirmenken, Türk Edebiyatı’nın var olduğunu kanıtlamak amacıyla bir edebiyat dergisi çıkarmaya karar veriyor. Günümüze dek kesintisiz devam edecek olan Varlık dergisi, büyük bir idealin meyvesi olarak 1933 yılında başlıyor yayın hayatına.

Mayıs 2021

“Türklerle ilgili çıkmış bütün dergileri topladım.”

Bülent Kutlu Röportajı - “Türklerle ilgili çıkmış bütün dergileri topladım.”

Bülent Kutlu İzmir’de yaşıyor. 44 yıldır süreli yayın toplamakta. Çizgiroman ile başladığı biriktirme serüveni Türkçü ve siyasi dergiler koleksiyonculuğu ile zirveye çıkmış. Son yıllardaki ilgi alanı fanzinler ve tiyatro dergileri.. Türkiye süreli yayın koleksiyonerleri arasında hâlâ faal birkaç büyük isimden biri…

Mayıs 2021

“Mezar Taşıma ‘Çalışmaya Doyamadan Gitti!’ Yazın…”

Nurhan Atasoy Röportajı - “Mezar Taşıma ‘Çalışmaya Doyamadan Gitti!’ Yazın…”

Nurhan Atasoy, Türkiye’nin yetiştirdiği en yetkin sanat tarihi araştırmacıları arasında ilk sıralarda yer alıyor. 1950’lerde başladığı çalışmalarını, ilk günden bugüne aynı titizlikle sürdürüyor. Bırakın kitabı, makale yazmak için bile yeterli kaynağın bulunmadığı konular, onun ilhama açık zihninde emsalsiz eserlere dönüşüyor. Osmanlı Bahçeleri ve Hasbahçeler, Derviş Çeyizi; Türkiye'de Tarikat Giyim - Kuşam Tarihi, İznik Seramikleri, Surname-i Hümayun: Düğün Kitabı, İpek: Osmanlı Dokuma Sanatı, Otağ-ı Hümayun: Osmanlı Çadırları, Yadigar-ı İstanbul: Yıldız Sarayı Fotoğraf Albümleri, Matrakçı Nasuh ve Menazilnamesi… sayısını hatırlamadığı araştırmalarından sadece bir kaçı. Nurhan Hoca kitaba ve kaynağa ulaşmanın bugüne kıyasla hayli zor olduğu yıllarda çıkıyor yola. Tek bir konu için aylarca süren yolculuklar yapıyor. Çalışmalarının kitaba dönüşmesi yıllar alıyor.

Nisan 2021

“Gırgır’ın temeli bizim evde atıldı.”

Turhan Günay Röportajı - “Gırgır’ın temeli bizim evde atıldı.”

Turhan Günay, Türk yayıncılığını ve çağdaş Türk edebiyatını en iyi bilen birkaç isimden biri. Gazeteci, yayıncı, eleştirmen ve kendisi öyle isimlendirmese de koleksiyoner. 1960’ların sonunda üniversite eğitimi almak için geliyor İstanbul’a. Ama yolunun, hayatının geri kalanını geçireceği mecraya evrilmesi uzun sürmüyor. Önce gazetecilik, sonra dönemin bütün önemli kalemlerinin katıldığı Cuma toplantıları ve elbette Oğuz Aral’la tanışması. Takvimler 1971’i gösterdiğinde henüz mühendislik fakültesi öğrencisi olan Turhan Günay, bu söyleşide boyutları hakkında fikir sahibi olacağınız tecrübeyi kazanmaya başlıyor. 70’li ve 80’li yılların gençleri Gırgır’dan tanıyacaktır kendisini. Ve okurlar tabii ki 1991’den itibaren çıkardığı Cumhuriyet Kitap Eki’nden. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Turhan Günay’la baş başa bırakalım. Keyifli okumalar…

Mart 2021

"İyi tasarlanmış bir koleksiyon, tarih kitaplarında bulamayacağınız bilgiler sunar."

Timur Kuran Röportajı -

Prof. Dr. Timur Kuran, örneğine az rastlanır bir akademisyen. Henüz 5 yaşındayken başladığı koleksiyonculuğu, Kuran’ı anlatmak için kullanılacak ilk sıfat. İktisat tarihçisi, araştırmacı ve yazar kimliklerinin her biri; koleksiyonculuğundan besleniyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin Kurucu Rektörü Aptullah Kuran’ın oğlu olan Timur Kuran’ı, bugün bulunduğu noktaya taşıyan unsurların başında yetiştiği çevre geliyor. Aile ortamında, henüz okuma bilmeyen bir çocuğun tüm soruları dikkatle cevaplanıyor. İlgi alanları destekleniyor ve cesaretlendiriliyor… Bazıları dünya çapında, onlarca koleksiyona sahip olan Duke Üniversitesi Öğretim Üyesi Timur Kuran’la yaptığımız bu sıradışı söyleşi, pek çok konuda ip uçları içeriyor. Öncelikle koleksiyonerlere ve koleksiyon yapmaya niyetli okurlarımıza söyleyecek çok şeyi var Kuran’ın. Ama sadece onlara değil! Tarihe ve gündelik hayatın satır aralarında gizli ipuçlarını takip etmeyi seven bizlere de… Sabırla okumanızı tavsiye ederiz…

Ocak 2021

"Bizim bir şansımız var, dünyanın en nadir pulları bizde."

Yaşar Temiz Röportajı -

Yaşar Temiz, filateli koleksiyoncularının yakından tanıdığı bir isim. Pul toplamanın bugüne nazaran çok daha muteber olduğu 1970'li yıllarda, şans eseri başlamış koleksiyon yapmaya. O zamanlar, harçlığını çıkarmak için çalışmak zorunda olan bir üniversite öğrencisi. Bütün sermayesi, mütevazı bir bütçe ve büyük bir merak. Topladıkça ilgisi artmış, ilgilendikçe de devamı gelmiş. 1980'lerin başında kurulan Burak Filateli, 40 yıl içinde Türkiye'den hatta dünyadan önemli koleksiyoncuların uğrak yeri konumuna ulaşmış. Binlerce müzayede yapmış Yaşar Bey. Bir o kadar katalog hazırlamış. Milyonlarca evrak görmüş. Sahanın en önemli isimlerini yakından tanımış. 4 kitap hazırlamış... Gelin Yaşar Temiz'in değerlendirmelerine birlikte kulak verelim...

Aralık 2020

"Hikayesiz bir yaşamın anlamı yok."

Emine Çaykara Röportajı -

Bu kez Emine Çaykara eşliğinde huzurlarınızdayız. Konuşulacak çok şey var; Arkeoloji eğitimi, çevirmenlik, biyografi yazarlığı, İstanbul'a karşı duyduğu tutkulu aşk ve tabii Halil İnalcık, Muhibbe Darga ve Oktay Sinanoğlu... Çok renkli bir kariyeri var Emine Hanım'ın. Ve biriktirdiği çok hikâye... Evinin kapısından içeri girdiğinizde atmosferin değiştiği hemen hissediliyor. Kendisi sadece bir köşeye o ismi verse de, aslında Emine Çaykara'nın evinin tamamı bir zamanda yolculuk mekânı. Duvarlarda Muhibbe Darga'dan, Mehmet Abud'dan yâdigar tablolar, masanın üstünde Halil İnalcık'ın el yazısı notları, büyükannesinin koltuğu, babasının masası, antikacılardan toplanmış dolaplar, raflar... Hikayeler ve hatıralar arasında yaşıyor yani. Çok geriye gitmiyor belki zaman makinesi ama geçtiğimiz yüzyılda çok güzel duraklarda duruyor. Buyurun siz de eşlik edin bize...

Kasım 2020

"Koleksiyon hastalık değil, iyi bir tedavi yöntemi..."

Ahmet Yamaç Röportajı -

Herkes; zaman içinde gündelik hayatın sıradanlığını aşmak için, imkanı ve ilgisi doğrultusunda bir yol bulur kendine. Ahmet Yamaç'ın bugün mütevazı bir müze boyutlarına ulaşan koleksiyonları da böyle bir meşgale arayışı sonucunda doğmuş. İşler yoluna girmiş, hayat sükunete ermişken gönül eğlemek kastıyla rotasını sahaflara doğru kıran Yamaç, 'tesadüfler neticesinde' önemli bir birikimin sahibi olmuş. Anadolu'nun farklı şehirlerindeki sahaflardan, antikacılardan, bit pazarlarından toplanan çeşitli başlıklardaki malzeme, 30 yıldır can yoldaşlığı ediyor Ahmet Bey'e. Kendisine sorarsanız berber malzemelerinden kuş kafeslerine, kitap ayracından Süheyl Ünver evrakına uzanan birbirinden farklı ve renkli koleksiyonlarla yolları ayırma vakti gelmiş, gözü de gönlü de doymuş artık.

Ekim 2020

"Herkes Günün Birinde Çocukluğunu Toplar."

Turgay Erol Röportajı -

Turgay Erol, nam-ı diğer Kaptan'ın misafiriyiz bu kez. Vitrinde sergilenen malzemeye ilgisi olsun olmasın, yolu İstiklal Caddesi'ne düşen hemen herkes Denizler Kitabevi'nin önünde bir süre oyalanmıştır. Sergilenen / satılan prestij kitaplar, nadir eserler, objeler; mimarisi ve iç dekorasyonuyla hayli davetkâr bir mekan Denizler Kitabevi. Turgay Bey 1993'te kurduğu işletmeye ısrarla 'sahaf' demiyor. Bir 'meraklısına' dükkan burası. Turgay Erol'un ilk gençlik hayallerinde olduğu gibi deniz tutkunlarına hizmet vermek için kurulsa da ilgi ve faaliyet alanı zaman içinde genişlemiş. Mottoları çok net, "Bizde olmayabilir ama nerede olduğunu bilir, sizi yönlendiririz!" Bu iki cümle Kaptan'ın meseleye ve mesleğine bakış açısı hakkında da önemli bir ipucu veriyor. 40 yıllık ilgi, 30 yıllık mesai neticesinde malzemenin geçici, bilginin kalıcı olduğunu idrak etmiş Turgay Bey. Koleksiyona ve koleksiyonculuğa da derinlemesine bilgiye erişmenin yolu olarak bakıyor.

Eylül 2020

"Kartpostaldaki imajı ne fotoğraf, ne gravür karşılar."

Murat Kargılı Röportajı -

Şu günlerde 4'üncü kitabı üzerinde çalışan koleksiyoner Murat Kargılı'nın hikayesi, bir soruyla başlıyor. Tüm koleksiyonerlerin ortak noktası olan merak ve tutku, onda bir umre ziyareti sonrası kendini gösteriyor. Kutsal şehirleri ziyaret eden hemen herkesin aklından geçen, ‘tarihinden ve ruhundan koparılmış bu şehirler 100 yıl önce nasıldı?' sorusu, isminin önüne ‘araştırmacı' vasfı eklenmesiyle sonuçlanacak bir yola sevkediyor Murat Beyi. İstanbul'un tarihi mekanlarından Kanaat Lokantası'nın işletmecisi de olan Murat Kargılı, kısa süren bir acemilik süreci sonrasında, araştırmacı titizliği ve dikkatiyle sahada kayda değer bir yer ediniyor. Mekke, Medine, Kudüs, Hac gibi konularda akla ilk gelen isim olan Kargılı, ikinci kitabı henüz piyasaya çıkmışken yenisi için kolları çoktan sıvamış bile...

Temmuz 2020

"Kitap çağlara, savaşlara, büyük aşklara tanıklık ediyor."

Hamdi Alkan Röportajı -

Sahaf camiasında, Türk Tiyatro Tarihi yazması yönünde bir beklenti olduğunu fark etmek şaşırtıcıydı bizim açımızdan. Zira herkes gibi biz de sadece oyuncu ve yönetmen kimliğiyle tanıyorduk Hamdi Alkan'ı. Sonra 90'larda sahaf çıraklığı yaptığını öğrendik. Ve tabii tiyatro tarihi konusunda iyi bir arşivi olduğunu da. Fakat bu kadarla sınırlı değilmiş Alkan hakkında bilmediklerimiz. 1980'lerin ortalarında önce Beyazıt'ta, ardından Ortaköy'de tezgâh açtığını, o tarihlerden beri, kendi tabiriyle 'ayakçılığa' hiç ara vermediğini, tesbihten Osmanlı kartpostallarına, tiyatrodan teneke oyuncaklara pek çok alanda hatırı sayılır koleksiyonlar yaptığını ve hatta günün birinde bir sahaf dükkânı açma hayali kurduğunu öğrenmek için sohbet etmemiz gerekiyormuş. Buyrun siz de katılın sohbetimize...

Mayıs 2020

"Sahaflar olmasa bu koleksiyon olmazdı!"

Rüyan Soydan Röportajı -

Ortamın verdiği ipuçlarından yola çıkarak Rüyan Soydan'ın mesleği hakkında tahmin yürütme şansınız yok. 3 duvarı kitaplıklarla kaplı odanın kalan boşlukları Şerif Muhittin Targan imzalı bir resim, hat ve ebru tabloları ve yakın tarihlere kadar kullanılıyor olsa da bugün artık 'antika' vasfı kazanmış çeşitli objelere ayrılmış. Ama kısa bir mesai; ortama tek bir ismin, Mehmet Akif Ersoy'un hâkim olduğunu anlamaya yetiyor. 2000'lerin başlarına kadar Mehmed Akif'in Rüyan Bey'in hayatındaki yeri ve anlamı hemen hepimizinkiyle aynı. İstiklal Marşı şairi olmasının yanısıra vatanperver ve ahlaklı bir insan olmasından kaynaklı bir saygı besliyor Akif'e karşı. Ancak 2002 senesinin son aylarında yaptığı Mısır seyahati yeni bir başlangıca vesile oluyor. Geçtiğimiz 15 yılda bütçesinin ve mesaisinin önemli bir kısmını işgal eden Mehmet Akif koleksiyonunu Rüyan Bey'den dinliyoruz.

Mart 2020

"Babam kitapla varolan bir adam."

Halil Bingöl ve Barış Bingöl Röportajı -

Halil Bingöl, sahaflık mesleğinin eskilerinden. 70'lerde müşteri olarak gidip gelmeye başladığı Sahaflar Çarşısı'na, 1980'de, mesleğini bir kenara bırakarak çırak olarak girmiş. Muhittin Eren, Aslan Kaynardağ, Muzaffer Ozak, İbrahim Manav gibi mesleğin eskilerini yakından tanımış, ticaretlerini gözlemlemiş. Sahaflığın geride kalan 40 yılına yakından şahitlik eden Halil Bingöl'e 15 yıldır oğlu Barış da eşlik ediyor. Barış Sahaf'ın Anadolu ve Avrupa yakası temsilcisi olan baba-oğul, mesleğin bugününü ve geleceğini de temsil ediyor.

Şubat 2020

"Okulda yalnızca 1453'ü ve Atatürk'ü öğrendik."

Nobuo Misawa Röportajı -

Prof. Dr. Nobuo Misawa, 1980'lerin ikinci yarısından itibaren Osmanlı Tarihi ve Türk Japon ilişkileri konularında araştırmalar yapan bir Türkolog. Fujio Mitsumashi ve Yuzo Nagata'dan izini takip ederek Osmanlı Tarihi çalışan Misawa'nın Osmanlı ilgisi çok erken yaşlarda başlamış. Ortaokul yıllarında okuduğu tarih kitaplarının Ortaçağ'ın iki büyük imparatorluğundan biri olan Osmanlı'dan bahsetmediğini farketmesiyle doğan merak, 40 yıldır devam eden akademik çalışmalarının temel motivasyonu olmuş. Yüksek lisansta, hem de hiç Türkiye'ye gelmeden Malatya tarihi ve Dulkadiroğulları Beyliği'ni çalışan Nobuo Misawa'yı bugün meşgul olduğu konulara çeken ilk büyük araştırma ise Türk Japon ilişkilerini başlattığı varsayılan Ertuğrul Fırkateyni kazası...

Ocak 2020

"Kendimi hep Nâzım'a ve Ahmed Arif'e yakın hissettim."

Haluk Oral Röportajı -

Haluk Oral, Boğaziçi Üniversitesi'nden emekli bir matematik profesörü. Başlıca çalışma konuları; kodlar teorisi, şifreleme ve kombinatorik. Ancak Hoca'yı tanıyanların sadece bir kısmı bu ihtisasını biliyor. Matematik sahasındaki çalışmalarının detaylarındansa, meslektaşları ve öğrencileri dışında pek kimsenin haberi yok... Bizim için Haluk Oral, Türkiye'nin en büyük imza koleksiyoneri. Tarihçi olmasa da Çanakkale Savaşı'nı ve cephe gerisini en iyi bilen isimler arasında. Edebiyatçı değil ama Nâzım Hikmet ve Orhan Veli denildi mi gözler Hoca'ya dönüyor... Oral'a mesleğinin yanında yeni ihtisas sahaları kazandıran çalışmalarının ilk tohumları, çocukluk yıllarında okuma merakıyla ekilmiş. Uzunca bir süre filizlenmeyi beklemiş o tohumlar. Yüksek Lisans sonrası Kanada'da kendisine hediye edilen imzalı Nazım Hikmet kitabı, toprağına can suyu olmuş adeta.

Aralık 2019

"İçime Süheyl Ünver'in ruhu kaçmış sanki."

Mert Sandalcı Röportajı -

Mert Sandalcı'nın Nişantaşı'ndaki ofisindeyiz. Yine yoğun bir çalışma döneminde. Üniversitede Eczacılık Tarihi dersi vermeye devam ediyor. Bir yandan da İzmir merkezli bir projenin içinde. Kendisinin, sahaya yeni girdiği yıllarda uyguladığı yöntemle tanıtalım Sandalcı'yı. 1980'lerin ortalarına kadar büyük ve başarılı işler yapmış bir İnşaat Mühendisi Mert Bey. Aslında hiç aklında yokken, bir anda ve dramatik bir şekilde farketmiş yapmakta olduğu işin onu geleceğe taşımayacağını. Her biri alanında büyük boşluklar dolduran kitapların, bir benzeri olmayan koleksiyonların arkasında işte o yüzleşme var. İlk kitabı Max Fruchtermann Kartpostalları 2000 yılında çıkmış piyasaya. O tarihlerden beri giderek artan bir hızla araştırmaya ve yazmaya devam ediyor. Yaptığı işleri ilk günkü heyecanıyla anlatıyor. İlginçtir, neredeyse her başlık çocukluğuna görünmez bağlarla bağlıyor Sandalcı'yı.

Kasım 2019

"20 sene sonra 'Çıraklık bitti!' dedim."

Lütfi Bayer Röportajı -

Lütfi Bayer, 30 yıl önce eğitimini aldığı meslek yerine kitapçılık yapmaya karar verdiğinde niyet etmiş Babil Kitaplığı'nı kurmaya. İşi kitap satmak olan biri için gerçekleştirilmesi zor bir hayal. Ama imkansız değil! Nitekim Lütfi Bey, Babil Sahaf çatısı altında kitap kitap yükseltiyor kulesini. Selimiye Kışlası'nın devasa bir sahaf işliğine dönüştürülmesi fikri karşılık bulsa, hedefi asıl o zaman gerçekleşecek. Ancak ülkenin yakın geçmişini hurda depolarından, eskicilerden, boşaltılan evlerden çıkan malzeme ışığında değerlendiren Lütfi Bayer, pek de iyimser bir tablo çizmiyor.


Ekim 2019

"Devleti bulsam müzeler kuracaktım!"

Zeki Kuşoğlu Röportajı -

Kadıköy'de bir hanın 2. katı. İçerideki kalabalık, yarı açık durumdaki sürgülü kapının sınırında son buluyor. Koltuklar için açılan yer dışında boşluk yok odada. Duvarlar, yerler, masa ve sehpaların üstü, birbiriyle bağlantısını sadece Zeki Bey'in kurabileceği binlere objeyle dolu. Bir ömrün hülasası var karşımızda. Hangi malzemeyi elimize alıp konuşmaya başlasak mevzu aynı yere, Mehmet Zeki Kuşoğlu'nun hayat gayesine gelecek; sahip çıkanı az bir kültür dünyasına hizmet etmek. Gaziantep'te, zenaatkâr bir aileye doğmuş Kuşoğlu. 4 yaşında heykel yapmaya başlamış. Sonrası bilindik hikaye; ilk ve orta öğrenim yılları boyunca resim kabiliyetiyle öne çıkmış, sınıf arkadaşlarının ödevleri onun elinden geçmiş. Nihayet Güzel Sanatlar Akademisi ve devlet bursuyla gittiği Almanya. Biz buradan sonrasını konuşuyoruz, zira 5 yıl kaldığı Avrupa'dan başka bir insan olarak dönmüş Zeki Bey. Mevzunun bizi daha çok ilgilendiren kısmı da o zaman başlamış...

Eylül 2019

"Türkan Şoray'la ilk röportajı ben yaptım."

Agah Özgüç Röportajı -

Agah Özgüç, Türk Sineması tarihi açısından önemli bir isim. Kendini 'sinema tarihçisi' kabul etmese de Yeşilçam'a dair pek çok bilgi ve belge, onun sayesinde kayda geçti. 1960'da gazetecilikle birlikte başladığı koleksiyonu sayesinde yapım şirketlerinde ve sanatçılarda bile olmayan döküman ve görüntünün günümüze ulaşmasını sağladı. Sayısını bilmediği kitaplarına bir yenisini eklemek üzere son hazırlıkları yapan Agah Özgüç'le sohbetimiz, Yeşilçam filmlerinin afişleriyle dolu bir koridorda başladı. Sedat Simavi'nin çektiği, ancak şimdiye dek hakkında hiçbir kayıt bulunmayan iki filmle ilgili yeni belgeler yer alacak bu çalışmasında. Heyecanı hâlâ dipdiri. Kafasında ve arşiv dosyalarında yazılmayı / yayınlanmayı bekleyen çalışmalar sıranın kendilerine gelmesini bekliyor...

Ağustos 2019

"Kitabı ve arabayı Ankara'dan alacaksın!"

Güven Özgüç Röportajı -

Güven Özgüç, Ankara'nın genç sahaflarından. Piyasaya, evlerden ve hurdacılardan kitap aktığı günlere yetişememiş. Kaynak, malzeme ve müşteri eskiyle kıyaslanamayacak kadar değişmişken mesleğe yeni bir dil kazandırmaya çalışan esnafa iyi bir örnek teşkil ediyor Güven Bey. Ankara piyasası ve yeni neslin sahaflığa bakışını öğrenmek istiyorsanız buyrun başlayalım...

Temmuz 2019

"Koleksiyonculuk da matematik gibi bir bilim!"

Korkut Erkan Röportajı -

Ankara, Tunalı Hilmi'de, içi binlerce objeyle dolu bir mekan. Gözünüz neye değse, yarım kalmış bir anlatı beliriyor önünüzde. Geçmiş, hiç bitmiyor zira. Ona temas eden her yeni insanla, başka bir anlam kazanarak devam ediyor. Korkut Erkan ve eşi Nur Hanım 25 yıl önce açmış Eski Zaman Sanat ve Kültür Merkezi'ni. Adı bu ama biz şirin bir 'antikacı' dükkanından bahsettiğimizi söyleyelim ki hayalinizde canlandırmanız kolay olsun. Fakat sıradan bir mekan değil burası. İki kişinin emeği neticesinde bu küçücük dükkandan; bir dernek, 20 yıldır devam eden bir müzayede ve onlarca kitap ve sergi doğmuş. Korkut Bey, hatırı sayılır bir koleksiyoncuyken kaderin cilvesiyle kendini tezgâhın diğer tarafında buluvermiş. Ve başkalarının 'bitti' diyebileceği yerden, yepyeni bir yola çıkmış. Bize sorarsanız iyi de yapmış. Buyrun kendisinden dinleyelim...

Haziran 2019

"Ağabeyimin çalışmalarından hastalığından sonra haberdar olduk!"

Belma Aksun Röportajı -

Belma Aksun, kökü Balkanlara dayanan bir Osmanlı ailesine mensup. Dedelerden itibaren bütün aile çeşitli kademelerde devlet hizmetinde bulunmuş. Belma Hanım da uzun yıllar gazetecilik yaparak dahil olmuş bu halkaya. 1940'lı yılların Konya'sında büyüyen Aksun'un hayatında pek çok insanın izi var elbette. Ancak en kalıcı etki şüphesiz ki ağabeyi tarihçi, yazar Ziya Nur Aksun'a ait. 46 yaşında felç geçiren Ziya Nur Bey, o zamana kadar, en yakınındakilere dahi sezdirmeden önemli işler yapmış, eserler vermiş bir isim. Belma Aksun'dan Konya'dan İstanbul'a resimden gazeteciliğe pek çok şey dinledik elbette. Ancak söyleşinin asıl konusu, 2010 yılında kaybettiği ağabeyi Ziya Nur Aksun'du...

Mayıs 2019

"Doymayan bir iştahım var."

İsmail Kemal Sayğan Röportajı -

Herkesin kabul ettiği gibi koleksiyonerlik, bir aşırılık meselesi. Önlenemez bir sahip olma, biriktirme arzusu. Avukat İsmail Kemal Sayğan, "doymayan bir iştah" diye tanımlıyor kendi durumunu. Ancak doyuma ulaşan her koleksiyon zamanla yol ayrımına getiriyor sahibini. Hikaye er ya da geç; kişinin ve koleksiyonun imkanına göre kütüphane ya da müze kurmak, bağışlamak ya da pes edip elden çıkarmak şeklinde sonuçlanıyor. İsmail Bey, üniversite yıllarından beri defalarca farklı temalarda koleksiyon yapmış, her birini bir sebeple noktalamış bir koleksiyoner. Bazen hayatî ihtiyaçların bile önüne geçebilen bir tutkuyu ıslah etmek, vazgeçmek, yok saymak o kadar da kolay olmuyor. Olmamış nitekim. Defalarca 'Bu son!' dedikten sonra bakmış ki sözünü tutamıyor, kızına bir sahaf dükkanı açmakta bulmuş çareyi... Öncesini ve sonrasını kendisinden dinleyelim...

Nisan 2019

"Bizim oksijenimiz kitap!"

Ahmet Yüksel Röportajı -

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçerken yaşanan dönüşümün önemli kararlarından biri, başkentin İstanbul'dan Ankara'ya nakledilmesiydi. Bu karar, sadece siyasetin merkezini değiştirmiyordu. Aynı zamanda kültürel birikimin toplanacağı yeni bir havuz ortaya çıkmıştı. 1920'lerde orta halli bir Anadolu kasabası görünümündeki Ankara, yeni kimliğini hızla benimsedi. Şehrin, günümüzde pek çok önemli temsilcisi bulunan ilk kitapçıları da o tarihlerde kuruldu. 1980'lerin ikinci yarısından itibaren Sanat Kitabevi'nde Ankaralı kitapseverlere hizmet sunan Ahmet Yüksel; kendi tecrübeleri, meslek büyüklerinden dinledikleri ve okuduklarından hareketle Ankara kitapçılığının yakın geçmişine bir seyahate çıkardı bizi. Ulus'ta kurulan ilk sahaf tezgâhları, merkezin 1950'lerde Kızılay'a kayışı; eski konaklardan, Bâlâlı eskicilerden sahaf dükkanlarına akan envai çeşit kitap ve tabii insanlar ve anılar... Ahmet Yüksel rehberliğinde 100 yıllık bu gezide bizi eşlik etmek isterseniz buyrun...

Mart 2019

"Ramses değiliz ki tombak buhurdanla gömülelim!"

Bahattin Öztuncay Röportajı -

Koleksiyoner, araştırmacı ve Arter Genel Koordinatörü Bahattin Öztuncay, 1990'ların ikinci yarısından itibaren imza attığı her işle adından söz ettirmiş önemli bir isim. Viyana'daki öğrencilik yıllarında başlayan tarih ve koleksiyon merakı zamanla hobi olmaktan çıkıp yeni bir iş alanı açmış Bahattin Bey'e. 2000 yılında faaliyete geçen Arter'de, önemli sergi ve kitap projeleri yapan ekibin başında bulunan Öztuncay, aynı zamanda Koç Holding'de üst düzey yöneticilik yapıyor. Ömer Koç'u ve koleksiyonunu da yakından tanıyan Bahattin Öztuncay'la şahsi çalışmalarını ve Ömer Koç koleksiyonunu konuştuk. İyi okumalar...

Şubat 2019

"Etrafta kitap olunca kendimi güvende hissediyorum."

Saadet Özen Röportajı -

Saadet Özen; mektepli bir arkeolog, alaylı edebiyatçı, profesyonel rehber ve sahada yeni bir tarihçi... 10 yılı aşkın süredir, iddiadan uzak bir tavırla; belgeseller, kurum ve şehir tarihi çalışmaları, müze ve arşiv projeleri gibi önemli işler yapıyor. İki yıl kadar önce başladığı sosyal medya paylaşımlarından önce, Saadet Hanım'dan ve işlerinden sınırlı bir çevre haberdardı. Yapımına katkı sağladığı belgeseller aracılığıyla tanıştığı film arşivleri, onun gibi pek çok takipçisi için de yeni ufuklar açtı. Saadet Özen'le Nakkaliye'de; babasının marangoz tezgâhından devşirdiği masasının başında buluştuk. Makedonya'dan Rusya'ya, Yeni Zelanda'dan Hollanda'ya dünyanın çeşitli yerlerindeki arşivlerden bulup çıkardığı görüntülerden hareketle projelerini, yakın geçmişte yeniden şekillenen tarihçilik anlayışını ve görüntülerin hangi katmanlarda hangi sorulara cevap verdiğini konuştuk. Buyrun sohbete...

Ocak 2019

"Büyük bir edebi birikim kaybolup gidiyor."

Selim İleri Röportajı -

2018'de yazarlığının 50. yılını kutladığımız Selim İleri, yazdıkları kadar hatırladıkları ve aktardıklarıyla da Türk edebiyatına eşsiz bir hizmet sunmaya devam ediyor. İleri'nin edebiyatla bağı ilk çocukluk günlerinde başlıyor. Anne, baba ve ablasının farklı zevklere hitap eden kitaplıkları; öğle uykusuna yatırılırken dinlediği masallar; Kadıköy'de, Beyoğlu'nda, Cağaloğlu'nda ilk kitaplarını aldığı kitapçılar, yazmayı bir tutku olarak benimsemesine sebep olan ilk okuma tecrübesi... neredeyse ilk günkü tazeliğiyle duruyor hafızasında. İleri, onu bugünlere taşıyacak bir muhitin içine doğuyor adeta. Yolu, Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı'nın pek çok önemli kalemiyle kesişiyor. Attila İlhan'dan Cemal Süreya'ya, Peride Celal'den Yakup Kadri'ye ve Kemal Tahir'e ve Behçet Necatigil'e pek çok isim bir görünüp kayboluyor. Her birini önce okur ama bunun yanında öğrenci, dost, dert ve sohbet arkadaşı sıfatıyla anlatıyor İleri...

Aralık 2018

"Askerde kitaplarımı toprağa gömüyordum."

Mevlüt Ceylan Röportajı -

Mevlüt Ceylan, Türkiye ve Ortadoğu'daki yazma eserler konusunda uzman bir isim. Mesleğe, tesadüfler sonucu Şam'da başlıyor. Türkiye'ye yerleşmeden önce İran, Beyrut, Mısır başta olmak üzere Arap coğrafyası literatürü konusunda kayda değer bir tecrübe kazanıyor. 20 yıllık profesyonel hayatın gerisinde, tüm hayatı boyunca devam eden kitap tutkusu var. Yatılı okulda, askerde, üniversite öğrencisi olarak gittiği Suriye'de bu tutkunun izini sürerek buluyor yolunu. Detayları kendisinden dinleyelim...

Kasım 2018

"Bizim toplum kitabın bir meta olduğunu henüz anlamış değil."

Hakan Erdem Röportajı -

Y. Hakan Erdem, Osmanlı tarihine ilgi duyanların aşina olduğu bir isim. Tarihçilik tarzı, eserleri, tartışmalı ya da tartışması uzun zaman önce kapanmış konulara yönelik yaklaşımıyla ortalamanın dışında bir 'tarihçi' profili sergiliyor. Subjektif yorum yapmaktan kaçınan, bir belgenin, üzerinden asırlar geçtikten sonra bile yeni bir gözle bakmayı başaranlara yeni şeyler söyleyebileceğine inanan Hoca, yaşanmış tecrübelerden hareketle varıyor bu düşünceye... Hakan Erdem, 70'li yılların sonlarından beri sahaf müşterisi. O ortamlarda çok insan görmüş, çok kitap ve belgeyle temas etmiş ve haliyle çok 'hikâye' biriktirmiş. Zira Hakan Erdem'e göre 'Kurumsallaşmanın olmadığı yerde anekdot birikiyor!' Buyrun birlikte dinleyelim...

Ekim 2018

"Eşyaya sinmiş rüyalar alıp satıyoruz."

Bahtiyar İstekli Röportajı -

Günümüz sahaflığından bahsedilecekse akla ilk gelecek isimlerden biri, Bahtiyar İstekli olmalı. İstekli'nin İstanbul sahafları arasında geçirdiği 30 yıl, bir yakın tarih panoraması sunuyor bize. Sahaf dükkanlarında alınıp satılan malzemenin ve o malzemeye talip olan müşterinin geçirdiği dönüşüm, içinde bulunduğumuz kültür ortamına dair yabana atılmayacak ipuçları içeriyor. Osmanlıca evrak konusunda ihtisas sahibi olan İstekli'nin esnaf, araştırmacı ve yazar olarak çizdiği çerçeve, sahafiye malzemenin ifade ettiği mânâyı da etraflıca ortaya koyuyor.

Haziran 2018

"Efemeranın Önemini Geç Farkettim."

Haluk Perk Röportajı -

Haluk Perk, sanat tarihi ve arkeolojik eser koleksiyonculuğu ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı bir isim. Sahaya geç sayılabilecek bir dönemde, 1980'lerin ikinci yarısında girmiş olsa da pek çok başlıkta dünya çapında koleksiyonlar oluşturmuş durumda.

Mayıs 2018

"Koleksiyon yapmak, Taksim Meydanı'nı karış karış satın almak gibidir."

Uğur Güracar Röportajı -

Librarie de Pera, 1900'lü yılların ilk yarısından beri İstanbul kitapçılık tarihi açısından önemli bir yere sahip. Uğur Güracar, bu yüz yıllık hikayeye 1984'te dahil oluyor. Kuruluşundan itibaren azınlık mensubu isimler tarafından işletilen Librarie de Pera'yı Talya Nomidis'ten devralan Güracar, o tarihten itibaren Türkiye sahaflığı açısından önemli işlere imza atıyor. Cumhuriyet tarihinin ilk kıymetli kitap müzayedelerinin altında, Librarie de Pera yani Uğur Güracar imzası bulunuyor.

Nisan 2018

"40 yıllık hayalim şimdi gerçekleşiyor."

Mary Işın Röportajı -

Türk kültürüyle tanıştığı yıllarda, yemek kitabı yazmak niyetiyle eline kalem alan Mary Işın, bugün Türk Mutfak Kültürü sahasında hatırı sayılır bir isme sahip. Araştırmaları derinleştikçe çerçevesi; tarih, antropoloji, sosyoloji disiplinlerini de kapsayacak biçimde genişlemiş. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye'de de insanların neyi kaybettiklerini yeni yeni anladıklarını düşünen Işın'ın öncelikli gayesi, Türkiye'nin doğru yüzünü göstermek...

Şubat 2018

Okur, Yazar Bir Sahafın Sandık Odasından...

Sahafname Kitabı Hakkında - Okur, Yazar Bir Sahafın Sandık Odasından...

Hep; eski, nadir eserlerden, koleksiyonlardan bahsedecek değiliz ya, bu sefer de dumanı üstünde bir kitap hakkında söyleyeceklerimiz var. Emin Nedret İşli'nin geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan Sahafnâme kitabından söz ediyoruz. Kitap yeni olsa da içeriği NadirKitap takipçilerini yakından ilgilendiriyor. Turkuaz Sahaf Nedret Bey; mesleği sayesinde haberdar olduğu, gördüğü, alıp sattığı ve hatta bir kısmını şahsi koleksiyonuna kaydettiği evrak hakkında kaleme aldığı yazılarda kıymetli bilgiler veriyor.

Şubat 2018

"Bende fren yok, beşinci vitesle gidiyorum!"

Halil Üner Röportajı -

Halil Üner, basketbol severlerin yakından tanıdığı bir isim. Başarılı spor kariyerinin ardından aralarında Fenerbahçe, Galatasaray ve Milli Takım'ın da bulunduğu çok sayıda kulüpte antrenörlük yaptı. Sağlık sorunları sebebiyle basketbol kariyerine son veren Üner, tutkulu bir karaktere sahip. 10 yaşında başladığı basketbol ilk ve en büyük tutkusu mutlaka. Ancak yine çocukluk yıllarında kendini gösteren ve 'emeklilik' günlerine kadar pusuda bekleyen ikinci bir ibtilası daha var; koleksiyonerlik.

Aralık 2017

"Başkaları gibi tanınmış değilim ama!"

Semavi Eyice Röportajı -

Karşımızda, mükemmeliyetçi yapısına uygun bir titizlikle oturuyor Semavi Eyice. Yaşadıklarının, yaptıklarının ve umduklarının ortaya koyduğu gibi, bir 'Eski zaman efendisi' o. Bu sebeple sonraki nesillerin içinde bulunduğu rahatlığı, görece ihmâlkârlığı anlamakta zorlanıyor.

Ekim 2017

Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda

Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda - Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda

Yaşar Kemal, 1954'te Cumhuriyet gazetesi için muhabirlik yapmaktadır. Soğuk bir Ocak gününde, akşamüstü yolu Beyazıt'a, Sahaflar Çarşısı'na düşer. Belli ki planlı bir ziyaret değildir bu. Ancak anlatılanlar dikkatini çekmiştir. O ziyarette gördüklerini ve Muzaffer Ozak'la konuştuklarını gazete için kaleme alır.

Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ocak 1954

"Ben Değil Zaman Biriktirdi!"

Sermet Erkin Röportajı -

Çocukluğu 70'li ve 80'li yıllarda geçenler arasında Sermet Erkin'i tanımayan yoktur. Sahne üstünde sergilediği performansı soluksuz izlerken perdenin gerisinde de en az sihirbazlık numaraları kadar etkileyici bir hayatı olduğundan habersizdik...

Ağustos 2017

"Kitap sanatında zincir koptu!"

Fatih Hündür Röportajı -

Eskiden tek bir kitapta toplanan geleneksel sanatların şimdi çerçeveye hapsedildiğini söyleyen Mücellit Fatih Hündür, "Üstad olarak gördüğüm, yaptığı her işe hayranlık duyduğum kişi odur!" dediği Necmettin Okyay'ın rehberliğinde ilerlediğini belirtiyor.

Haziran 2017

"Alamadığıma değil göremediğime yanarım!"

Emin Nedret İşli Röportajı -

Emin Nedret İşli konuşurken; yakın tarihin pek çok mühim ismi hatıralar sahnesinde bir görünüp bir kayboluyor. Politikacılar, iş adamları, akademisyenler, eski kitap tozu aldıktan sonra bir daha iflah olmamış koleksiyonerler... Enderun Kitabevi'ne adım attığında henüz 10'lu yaşlarının başında olan İşli, sahaf dünyasının 40 yılını anlatıyor...

Mayıs 2017

"Yeni şeyler konusunda cahil kalma hakkımı kullanıyorum!"

Musa Dağdeviren Röportajı -

Musa Dağdeviren, geleneksel Anadolu mutfağını büyük bir titizlik ve başarıyla sunan Çiya restoranlarının sahibi. Nizip'te, hafızasındaki canlılığını bugüne kadar koruyan 'hayat'lı bir evde doğmuş. 10'lu yaşlardan beri, o zenginliğin kaybolmasına mani olmak için çalışıyor!

Nisan 2017

"Kitap, bir yatırım aracına dönüştü."

Asuman Bektaş Röportajı -

"Şimdi insanlar, kitabı bir yatırım aracı olarak görüyor. Kitapların koleksiyonlara girmesi belli bir disiplin içinde muhafaza edilmelerini sağlıyor. Bu bilinç daha çok oturmadı. Ama insanlar biliyor ki, birgün o kitabı artık istemediğinde ondan para kazanabilecek..."

Şubat 2017

"Bir hurdacının genlerini taşıyorum!"

Osmantan Erkır Röportajı -

Biz Osmantan Erkır'ı ulusal televizyonlara yaptığı büyük çaplı prodüksiyonlardan tanıyoruz. Popstar Alaturka, En Zayıf Halka, Kim 500 Milyar İster gibi pek çok yapımda imzası var. Ancak bu kadar göz önünde olmasına rağmen hiç bilinmeyen bir yönü daha var Erkır'ın. O, aynı zamanda iyi bir koleksiyoner.

Ocak 2017

"Bu işte satan değil alan kazanır!"

Lütfü Seymen Röportajı -

Sahaf camiasının en kıdemli isimlerinden Lütfü Seymen, alınıp satılan eserlerin niteliği değişse de insanlık var olduğu sürece sahaf müşterisinin de sahaflığın da bitmeyeceği kanaatinde...



Aralık 2016

"Eski tarz sahaflığın zamanı doldu."

Prof. Dr. İsmail Erünsal Röportajı -

Sahafların kültür ortamında yetişen, akademik çalışmalarını o ortamlar sayesinde eriştiği evrak üzerinde inşa eden Osmanlılar'da Sahaflar ve Sahaflık kitabının yazarı Prof. Dr. İsmail Erünsal'la sahaflığın yakın tarihini ve geçirdiği dönüşümü konuştuk...

Kasım 2016