Aradığınız Kitabın Adresi İndirimler ve Kampanyalar 19 Yıldır Güvenle

“Türkiye hâlâ bir yazma kitap cenneti!”

Ağustos 2021

Sabri Koz, halk edebiyatı okurlarının, sahaf müdavimlerinin ve yayın dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Kendisini kitap meraklısı ve eğitimci olarak tanımlasa da aslında bundan çok daha fazlası olduğu, Sabri Bey’i tanıyanlarca bilinir. Her şeyden önce öğretmen elbette. Sonra derlemeci, makale yazarı, araştırmacı, editör… Mütevazı bir bütçeyle 50 yılda kurduğu halk edebiyatı ‘koleksiyonu’ ve ilk öğrencilik yıllarından itibaren sürdürdüğü titiz okurluğu sayesinde pek çok yayının ortaya çıkmasında büyük emeği var. Kendi ifadesiyle, çalışmakla ve öğrenmekle geçen bir ömrün semeresini, yayına hazırladığı kitaplarda cömertçe ortaya koyuyor. Eski yemek tarifleri, hikayeler, türküler ve bilmeceler gibi konularda hazırladığı derlemeler kadar sohbetine de doyum olmadığını en baştan belirterek sözü Sabri Bey’e bırakalım…


Sabri Koz
Geri dönüp baktığımızda; araştırmaya, bilmeye ve toplamaya meraklı Sabri Koz’a dair ilk işaretler hangi yıllarda ve yaşlarda karşımıza çıkıyor?

Çocuklukta… Küçüktüm, harçlığımı çıkarmak için komşulardan okunmuş gazete toplayıp kese kâğıdı yapıyordum. Komşularımızdan birinin okuduğu gazeteden resimli bantlar kesip evimizin “yaz odası”nın duvarındaki çok düzgün tıraşlanmış direğe, alt alta yapıştırıyordum. Topu topu iki büyük odamız vardı, yazın güneşli ve bol pencereli “yaz odası”na, kış geldi mi daha korunaklı olan “kış odası”na taşınırdık, Annem duvarlara astığım kağıtların görüntüsünün evi kirlettiğini düşünmüş olmalı ki ablalarımdan kalma eski, kullanılmış bir defter verdi. 1950’li yılların sonları. O yıllar sarı ya da saman kâğıdından defterler yaygın. Beyaz defterler varlıklı ailelerin çocuklarına göre. Bir süre bu defterleri kullandıktan sonra adı sonradan Tekel olan İnhisarlar İdaresi’nin tütün paketlerine dadandım. Eşleri tütün içen komşulardan paketleri atmamalarını istiyordum. Açılınca ince uzun, yarım dosya kâğıdı büyüklüğüne yakın bir kâğıt elde ediyordunuz. 30 - 40 yaprak birikince üstten dikmeye çalışır ve bloknot gibi ama acayip bir defter elde ederdim. Kestiğim gazete küpürlerini bu defterlere yapıştırmaya başladım.

Topladığınız bu bantlarda ne yazıyordu?

Birer sütunluk çizgi bantlardı bunlar. Birtakım tiplerin kısa latifeleriydi. Bazılarında yazı da olurdu. Geçenlerde farkettim; trende, vapurda, metroda çalışmak için üzerinde durduğum yazmaların fotoğraflarını çekip çıktılarını alıyorum. Çeşitli boylarda defterlerim var. Bunların sol sayfalarına orijinal belgeyi yapıştırıyorum, sağ tarafını boş bırakıyorum. Yolculuk sırasında ne kadarını çevirebilirsem. Düşündüm, ‘Bu alışkanlık bana nereden geldi?’ Çocukluktaki o kesme yapıştırmayla çok ilgisi olduğunu kendi kendime kurguladım. Kitapların kenarlarını tamir etme, dağılmış formaları dikme, “sahte şiraze”yi düzenleme gibi işlere karşı da ilgim vardı. Kâğıtlar içinde ömür geçirdim, şikâyetçi değilim.

Çocukluk evinizde kitap var mıydı?

Evimizde kütüphane sayılabilecek bir oluşum yoktu. Toplasan dokuz on tane kitabımız vardı. Annem ilkokul 3’e kadar okumuş, eski yazı bilirdi. Daha çok harekeli kitapları okurdu. Bizde; Muhammediye, Ahmediye, Kerbela Vak’ası, Kan Kalesi, Yûnus Emre Dîvânı, Kerem ile Aslı ve ilmihal kitapları vardı. Bunları biliyorum. Muharrem ayında Kerbela Vak’ası, normal zamanda Muhammediye, Ahmediye ve Yûnus Emre Dîvânı okunduğunu hatırlıyorum. Hatta annem bunları kendine has bir ezgiyle okurdu. Babam ve annem bazı olaylar karşısında ağlardı. Ben de hep gözü yaşlı bir insan oldum. Sonra bu tür meselelerin konuşulduğu, müzikle, ezgiyle icra edildiği tekkelerde de bulundum. Özellikle Bektaşî, Kadirî ve Rıfâî tekkelerinde bunu gördüm. Sanatsal yanı da olan bu müzikli yarı ibadetler, bana hep dokunmuştur. Mesela Alevî cemlerindeki Kırklar semahını, Turnalar semahını izlediğim zaman, oradaki “Turna Uçuşu”nu canlandıran geçiş bende heyecan uyandırır. Annemin o manzum dinî hikayeleri ezgiyle okumasından nasıl etkileniyorsam bunlardan da öyle etkileniyorum. Hâlâ dokunaklı bir nefes, bir ilahi, bir türkü dinlediğimde ya ağlarım, ya ağlamaklı olurum. Hemen yaşarır gözlerim.

Saydığınız tekkelere çocukluk döneminizde mi gittiniz?

Hayır çok sonra, İstanbul’da, Ankara’da gittim. Ben aslen Divriği merkezden eski, köklü bir ailenin çocuğuyum. O yıllarda “yerli” ve “köylü” ayrımı vardı. Babam nalbant olduğu için beş buçuk altı yaşlarına kadar baharda gidip kar yağmadan dönmek üzere Divriği’nin Kırkgöz Köyü’nde yaşadık. Bir yaz günü kadınlarla birlikte köyün arkasındaki bir tepeye çıktığımızı, orada kadınların hep bir ağızdan haykırdıklarını ve “Kıratlı” diye anılan ve orada yattığına inanılan “yatır” için iltifatlı yakarıcı sözler söylediklerini hatırlıyorum. Çocukluğuma dair hatırladığım en eski dini ritüel budur. Çocukluğumda aile ortamında namaz ve oruç gibi ibadetlerin içinde buldum kendimi. Babam ve annem abdestli-namazlı insanlardı. Dokuz on yaşlarında Kur’ân Kursu’na gittim. Hocaya okumaya gittiğim zamanlarda kullandığım cüzlerden bazılarını saklamış annem, ben de hâlâ saklarım.

O yaşlardan parçaları bile muhafaza ettiğinize göre arşivciliğiniz epey geriye gidiyor?

Bunları saklıyorum evet. Çikolata kâğıtlarını tırnağımızla düzleyip üçgen şeklinde “sürecek” dediğimiz araçlar yapardık. Çikolata yemek o zaman için herkesin ulaşabileceği bir şey değildi. Komşulara “Çikolata yerseniz kâğıdını bana verin!” diye tembihlerdim. O Kur’ân-ı Kerîm’i anacığım elinden düşürmezdi. Varak kenarlarında babamın, ağabeyimin vefat tarihleri yazılıdır. Onu da saklıyorum. Annem okuyabiliyordu ama yazmasını geliştirmemişti. Unutmuştu demek daha doğru. Sadece adını yazardı: “Zekiye Hanım…” Bir elbise askısına kurşun kalemle yazdığı bu ibareyi hâlâ saklarım. Babam okumayı yazmayı ilkokul seviyesinde öğrenmişti. Osmanlıca yazabiliyor, alacak verecek defterini bu yazıyla tutuyordu. Millet Mektepleri’nde de yeni yazıyı öğrenmişti. Eski ve yeni yazıyla yazılmış yazıları ve Millet Mektebi’nden verilmiş okur-yazarlık belgesi bende. Evimizde okunan kitapların büyük kısmı hâlâ duruyor, saklıyorum. Bana kalsa saklayamazdım, vefatından sonra annemin sandığından çıktı. Bunlar arasında başı sonu olmayan bir Kerem ile Aslı kitabım var. Benim için çok kıymetlidir. Babam Kerem ile Aslı’dan türküler söylerdi. Kitabın kenarına da maniler yazmış... Hatıralarımı toparlıyorum, bunları ve bunlara benzer başkalarını da ekleyeceğim oraya. Kitap aşkımda annemin, babamın ve ağabeyimin katkılarını unutamam. Rahmet olsun üçüne de.

Çikolata bulmanın zorluğundan bahsettiniz. Peki kitap bulmak kolay mıydı?

Kitap okuma alışkanlığını resimli roman okuyarak kazandım. Fakat ilginçtir çocukluğumuzda resimli roman okumak ayıp kabul edilirdi. Bu kitapların insan ahlakını bozduğu düşünülürdü. Ben bunu o zamanlar bilmiyordum tabii. Hali vakti yerinde komşularımızın çocukları bu kitapları evlerine götüremedikleri için saklamak için bana verirlerdi. Babam rahatsız olduğu için nalbantlık yapamıyordu. Onun ahırdaki meslek dolabında küçük bir kütüphane kurdum. Texas, Tommiks, Kinova, Kartal, Pecos Bill gibi kitapları yan yana düzgün bir şekilde istifledim. Benden istedikleri zaman veriyordum sonra geri alıyordum.

Bu kütüphaneciliğe başladığınızda kaç yaşındaydınız?

On, on bir ya da on iki. Benden bir iki yaş büyük bir komşu çocuğunu bu tür kitaplardan biriyle annesi yakalamış bir gün. Kitabı kimden aldığını sorunca “Kozoğlugilin Sabri’nin” diyerek benim adımı vermiş. Kadın da gelip anneme “Sizin çocuk bizim oğlanın ahlakını bozuyor.” diye çıkışmış. Bir yaşlı ineğimiz vardı. Onun altını temizlemek benim vazifemdi. Bir gün ahırda işimi bitirdikten sonra dolabı açmış kitaplara bakıyordum ki annem suçüstü yakaladı. “Bunlar ne? Nereden aldın? Bunları alacak parayı nereden buldun?” diye sordu. Bazen 25 kuruş verip ekmek almak için çarşıya gönderirlerdi. 5 kuruş para üstünü de getirmemi isterlerdi. Kıt kanaat geçinen bir aileydik. Kitapların kimin olduğunu söyledim. Komşunun oğlunun ismini söyleyerek, “Ama o bunları bize Sabri veriyor diyormuş,” dedi. “Yok, bunlar bana emanet. İstediklerinde veriyorum, okuyup geri getiriyorlar. Ben de okuyorum tabii.” dedim. Annem benim okumama kızmadı. Sadece komşu hanımın ahlak bozma meselesine takılmıştı ve derhal geri vermemi söyledi. Fakat hangi kitap kimindi bilmiyorum. Kaç kişiyse aralarında bölüştürdüm. Bu sefer de “Bunlar benim değil!” diye itiraz ettiler. Velhasıl kimseyi memnun edemedim.

Peki okuma ihtiyacınızı nasıl gideriyordunuz?

O yıllarda çok az ilçede ortaokul vardı. Benim büyüdüğüm yerdeki okul 1938 yılında açılmıştı. Divriği Nuri Demirağ Ortaokulu. 1962’de oraya başladığımda, laboratuvar, sinema salonu, sinema makinesi, piyano ve kütüphane vardı. İlk siyah-beyaz kovboy filmini bu okulun salonunda izlemiştim. Kütüphanecilik koluna seçildim. Okulumuz sabahçı ve öğlenci olarak iki devreliydi. Öğlenci olduğumda sabah, sabahçı olduğumda da öğleden sonra görevli arkadaşlarla birlikte kütüphaneyi açmaya giderdim. Gürültü mü yaptık, aynı kolda görevli komşu kızlarıyla biraz fazla mı konuştuk, gülüştük bilmem; okulumuzun kâtibi Ömer Amca velime şikayet etmiş. Sonra beni kitaplık kolundan attılar. Bir daha kütüphaneye gitmedim. Hatta 3 yıl boyunca kapısının önünden geçerken dönüp içerde ne var, kim var diye bile bakmadım.

Kitap okumak için de mi gitmediniz?

Hayır, korkardık biz! Biz ortaokul şapkası olmadan sokağa çıkamayan bir nesildeniz. Öğretmenlerimiz çarşıda şapkasız gördüğü zaman okul kurallarını bozduğumuz için disiplin kuruluna verirlerdi. O kütüphanede bulunduğum günlerde; 1930’lu, 40’lı yıllardan kalma kitapların çokluğu dikkatimi çekmişti. O günlerden Hayvanlar Âlemi diye bir kitap hatırlıyorum. Sonradan araştırdım, Kanaat Kitabevi’nin yayını. Eski Türkçesi de varmış. Renkli basılmıştı. O kitap hiç aklımdan çıkmadı. Ortaokula başladığım yıllarda böyle şeyleri alabilecek memur çocuklarının bazı renkli ansiklopedileri okula getirdiklerini görürdüm. Arkadaş olduğumuz için onların ansiklopedilerine de bakardım tabii. Bu arada hayatımın en mutlu hadisesi oldu. Yine benim gibi Divriğili bir ailenin iki oğlu Numan ve İhsan Bengi vesile oldular Halk Kütüphanesi’ne gidip gelmeme.

Yine ortaokul yıllarında mı?

Evet, ortaokul yılları. Binlerce kitap! Asıl kitap aşkını orada tattım. Kütüphanenin, kitapların konulduğu bir dolaptan ibaret olmadığını öğrendim. İlk okuduklarım; Esat Mahmut Karakurt’un Çölde Bir İstanbul Kızı ve Feridun Fazıl Tülbentçi’nin Yavuz Sultan Selim Ağlıyor kitapları. “Ne okudum, ne anladım?” bunu bilmiyorum. O kadar çok okunmuşlardı ki, tek rakamlı sayfaları tükürükle açılmaktan kararmıştı. Nem aldıkları için üst kısımları ince, altı kısımları kalındı. Memur Sururi Baykal uzaktan akrabamızdı, kitapları eve götürmemize izin verirdi. Orada kitap künyesi çıkarmayı da öğrendik, mecburen! Sururi Amca yaşlıydı. Biraz da tembeldi galiba, bizi çalıştırırdı. Devletin gönderdiği kitapları demirbaş defterine kaydederdik. O kitaplar, ‘Devlet Kitapları Mütedavil Sermayesi Müdürlüğü’ tarafından gönderiliyordu. Demirbaş defterine kitabın türü, adı, yazarı ve fiyatından sonra nereden geldiğini de yazmak gerekiyordu. “Devlet Kitapları Mütedavil Sermayesi Müdürlüğü.” Ben galiba uyanık olduğum için en üsttekine yazıp diğerlerine “den den” koyuyordum. Sururi Amca bunu görünce çok kızdı. Sonra tek tek yazdım hepsini. Yıllar sonra bu “mütedavil sermaye”nin döner sermaye olduğunu öğrendim. O yaşlarda yaramazlık yapıyorum diye annem beni terzi çıraklığına, marangoz çıraklığına gönderdi. Bunların ikisi de “Bu çocuk okusun, mesleğe vermeyin!” dedi. Elektrikçi ve badanacı çıraklığı bile yaptım. 11-12 yaşlarında tuğla ocağında çalıştım, briket döktüm.

Bu işleri yaparken okulu bırakmak gibi bir düşünceye kapıldığınız oldu mu?

Hayır, başka bir şansım yoktu. Ortaokul son sınıfa geldiğimde sınavına girmediğim parasız yatılı okul yoktu. Haziran mezunuydum. Haziran mezunu olmak bir meziyetti. Bütünlemeye kalmadan orta dereceyle mezun oldum. Derslerimize ilkokul öğretmenleri de gelirdi. Onlardan öğrendiğim imla kurallarını asla unutmuyorum. Fransızca öğretmenimiz de yoktu. Bir defasında Sivas Lisesi’nin öğretmeni Behice Başar Hanım geldi tatilde, kurs verdi bize. Eğitim Enstitüsü’nde onun yaz tatilinde bir ayda verdiği temel Fransızca bilgileriyle idare ettim. Ortaokulu bitirince ailem beni Ankara’ya, küçük ablamın yanına gönderdi. Erkek Sanat Enstitüsü’nün tesfiye bölümüne yazıldım. Eğe tutmayı ve demir parçalarını düzeltmeyi öğrendim. Sonra rahmetli ağabeyim öğretmen okulunun “seçme” sınavını kazandığımı bildiren bir telgraf gönderdi. Hemen memlekete dönüp öğretmen okulunun “giriş” sınavına girdim. İlk kez otelde kaldım, ilk kez kuru fasulye yedim o günlerde. Eskiden Ajanstürk Takvimi vardı. Bir şiir takvimiydi bu. Sayfanın bir tarafında takvim, diğer tarafında ve arkasında şiir olurdu. Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları”, Kemalettin Kamu’nun “Bingöl Çobanları”, Mehmet Âkif Ersoy’un “Küfe” şiirini ve daha birçok şiiri o takvimden öğrendim. İki aşamalı olan sınava bu birikimle girdim. Edebiyattan 10, matematikten 0 almışım. “Bu çocuk başımıza bela olur.” diye beni kabul etmek istememişler. Sonra bir öğretmenim kefil olmuş, onun sayesinde okula girmişim.

Nasıl haberdar oldunuz bu durumdan?

Okulun ilk günü öğretmenler odasına çağırdılar. Bana kefil olan öğretmen, “Söz ver, bütün derslerine çalış!” diye öbür öğretmenlerin huzurunda benden söz aldı. Hocamı mahcup etmedim. Okuma, yazma, var olan kütüphane müdavimliği, şiir ve kompozisyon yazma gibi becerilerimin hepsini orada geliştirdim. Hatta tamamlayamadığım bir roman bile yazdım. Oradan da orta dereceyle ve Haziran’da mezun oldum. O yıllarda neredeyse Türk edebiyatının belli başlı bütün eserlerini okumuştum. Okuyamadıklarım hakkında da bilgim vardı.

Okulda sizi yönlendiren, merakınızı besleyen kimse oldu mu?

Bizden dört beş yaş büyük bir ağabeyimiz vardı, Yasin Savaş. Şairdi. İlkokula geç başlamış, birinci sınıfta çıkan boykota katıldığı için de sınıf tekrarı cezası almıştı. Onunla aynı sınıfa düşmüştüm. Okumam için o veriyordu kitapları. Öğretmenlerimizden de kitap alabiliyorduk. Sivas Öğretmen Okulu’nda, on bin cilde yakın kitabı olan bir kütüphane vardı. Akşam yemeğinden sonraki etüd saatlerinde sınıf başkanına isim yazdırıp kütüphaneye gidip kitap okuyabilirdik. Türk ve dünya edebiyatına ait eserleri orada tanıdım.

Halk edebiyatı ne zaman gündeminize girdi?

Öğretmen okulunun kütüphanesinde, dolapların birinin dibinde Türk Folklor Araştırmaları adında bir dergi gördüm. 1949’dan itibaren yayımlanmış, 366 sayı çıkmış çok kıymetli bir dergi bu. Üst kısımları açılmamış olurdu. Cebimde taşıdığım küçük Sivas çakısıyla açardım. İkinci ve üçüncü sınıflarda, “Burada yayımlanmış olan masalları, halk edebiyatıyla ilgili konuların birçoğunu, benzerlerini ben de biliyorum. Acaba bir gün ben de bu dergiye yazı gönderebilir miyim?” diye hayal kurardım.

Bu hayal gerçekleşti mi?

Yıllar sonra… Lise’den 1968’de mezun oldum. 17 yaşındaydım. Annemle mahkemeye gittik, yaşım 6 ay kadar büyütüldü. Bir ay içinde Sakarya’nın Geyve ilçesine bağlı Pamukova Bucağı’nın Akçakaya köyüne tayinim çıktı. Eskiden devletimiz okuttuğu insanlara sahip çıkardı. O prensip yok oldu şimdi. Akçakaya’ya gittim. İlk maaşımla kitap da aldım tabii.

Ne aldınız?

Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları kitabını. Şairin üvey oğlu Memet Fuat tarafından yönetilen “De Yayınları” kalınca bir kitap halinde çıkarmıştı. O dağ köyünün tek sınıflı okulunun önündeki verandada, geceleri lüks lambası ışığında çay içiyor, bu kitabı okuyordum. Köylüler beni çok sevmişti. İlk yazma kitabımı da, Osmanlıca okumam yazmam yok iken köyün imamı hediye etti bana. İstiklal Savaşı Hatıraları... Enstitüyü kazandığımı, o köyde öğretmenlik yaparken yine ağabeyimden öğrendim. Öğretmen okulundan bir arkadaşımla beraber İstanbul’a gidip sınava girdik, kazandık. İstanbul Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nde iyi bir hoca kadrosu ve sistem vardı. Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçtiğim yıllarda Halk Edebiyatı diye bir türün var olduğunu hem derste, hem de kitap okuyarak öğrendim. Tam bir kitap okuma canavarı oldum o yıllarda. Şiir de yazıyordum. Hocalarımdan özellikle birinin uyarısı üzerine şiir yazmayı bıraktım ve yazı yazmaya karar verdim. Kendimi Halk Edebiyatı konusunda yetiştirmeye gayret ettim. Henüz okulu bitirmeden ilk yazım Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’nde yayınlandı.

Sizi Halk Edebiyatı çalışmaya teşvik eden kimse oldu mu?

Aşağı yukarı bütün hocalarım. Mesela şiiri bırakmamı söyleyen Hocam Behçet Necatigil’di. Bu konulara ve Osmanlıca öğrenmeye olan ilgimi görüp beni takdir eden hocalarımdan bir tanesi Orhan Şaik Gökyay’dı. Hocalarımız Çağatay Uluçay, Cemil Yener, Enver Naci Gökşen gibi çok değerli insanlardı. Hepsi rahmetli oldu. Onlardan çok şey öğrendim. Bana hayatımın sonraki dönemlerinde farkında olmadan uygulayacağım bazı alışkanlıklar verdiklerini de gördüm.

Ne gibi?

“Bir şeyi biliyorsan paylaş! Bilmediğin şeyi sor!” Orhan Şaik Bey bir ikileme söylerdi bize: “Bilse sorardı, sorsa bilirdi / Bilmez ki sorsun, sormaz ki bilsin!” Çok sıkı bir eleştirmendi Hoca. Destursuz Bağa Girenler eleştiri yazılarından oluşan bir “kült” kitaptır. Adını duyduğum kitapları hocalarımdan isterdim. Çankırılı Ahmet Talat Bey’in Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i diye Osmanlıca bir kitabı vardı. Onu Behçet Necatigil’den alıp okumuştum.

Osmanlıca dersiniz var mıydı?

Hayır, Eğitim Enstitüsü’nde Osmanlıca dersimiz yoktu. Küçük yaşta Kur’ân okumayı öğrendiğim için harfleri biliyordum. Kafasını gözünü yara yara, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Kaynanam Nasıl Kudurdu? kitabını herkesten bir saat önce gidip yatakhanede ışığın altında okudum. Okurken uyuyakalırdım. Beni seven arkadaşlar kitabı yastığımın altına koyar, üstümü örterlermiş. İnsan daha ilerisini öğrenmek istediğinde yardıma ihtiyaç duyuyor. O zaman Allah rahmet eylesin Orhan Şaik Gökyay ve Cemil Yener’e gittim. Cemil Yener çok iyi bir denemeciydi. Fuzuli’nin Dünyası diye bir kitabı vardı. Şeyh Bedrettin’in Varidat’ını da çevirmişti. Refik Halit’in Kirpinin Dedikleri kitabını okuttu bize. Ama ilk baskısını. Çünkü ilk baskısı sansürsüzdür. O zaman bilmiyordum bunu. Bir kitapçının deposu patlamıştı. “Deposu patlamak” bir sahaf tabiridir. Piyasaya külliyetli miktarda kitap çıktı haliyle. Bana “Kitap al da kursta okuyalım” dediler. 18 tane aldım.

O tarihlerde sahaflara gidip gelmeye başlamış mıydınız?

Sahaflara 1968’de gitmeye başladım. Beni ilk götüren ve tanıtan rahmetli ağabeyimdi. Arkadaşlarımın, öğrencilerimin isimlerini unutuyorum ama o dükkân sahiplerini ve hangi dükkândan ne aldığımı hiç unutmuyorum. Hepsi dün gibi aklımda... Oldum olası sahaflarla iyi geçinmişimdir.

Özellikle mi dikkat ettiniz buna, yoksa kendinizi yakın mı hissettiniz?

Hem özellikle dikkat ettim, hem de bir yakınlığım vardı şüphesiz! Alım gücü zayıf bir insanım. Öğretmen maaşı belli. Sevdikleri için hep indirimli verirlerdi bana. Bugün de öyledir. Mesela Bahtiyar İstekli Bey, pahalı kitapları alamayacağımı bilir. Bu yüzden sık sık kitap hediye eder. Turkuaz’ın sahibi Nedret İşli, Müteferrika’nın sahibi Lütfü Seymen beyler de ilgileneceğimi bildikleri şeyleri ayırır ucuza verirler. Birçok insan “Bu Sabri Abi’nin ilgileneceği bir malzeme!” diye düşündükleri şeyleri şu ya da bu şekilde bana ulaştırır. Eski sahaf müdavimlerinin sıkça kullandığı bir söz vardır: “Alamadığıma değil göremediğime yanarım” Ben ikisine de yanarım…

Sahaflar Çarşısı’nı ilk ziyaretinizden neler hatırlıyorsunuz?

Sahaflar Çarşısı’nı müşteri ya da meraklı olarak tek başıma ziyaretim 1969 ya da 1970 yıllarına rastlar. Çarşı’nın dışında Çınaraltı diye anılan bir yer vardı. Çınar yoktu, at kestaneleri vardı ama öyle derlerdi. Orada cami duvarının dibinde sergi açılacak genişlikteki sekilerde seyyar tezgâhlar kurulur; küçük antikalar, eski kitaplar satılırdı. Bugün kütüphanemdeki “1” numaralı cönk oradan satın alınmıştır.

Fiyatını hatırlıyor musunuz?

5 lira ya da 7,5 liraydı. Satan adama “Bilet param kalmıyor!” dediğimi hatırlıyorum. Eminönü’ne yürüyerek inmiştim.

Sizi cönklerle kim tanıştırmıştı? Aldığınız şeyin kıymetli, önemli olduğunu kimden öğrenmiştiniz?

Her aldığınız şey kıymetli değildir. Bu yanılgıdan hepimizin, özellikle de sahafların kurtulması lazım. 15 - 20 liralık kitaba 2000 lira fiyat koymaktan vazgeçerler böylelikle. Sonradan öğrendim ki bu bir hakimiyet duygusu. Piyasayı bu hale getirenler de kısmen koleksiyoncular. Bu yüzden her vesileyle “koleksiyoncu değilim!” diyorum. Diyelim ki 50 varaklık bir mecmua, defter. Esnafın dükkânında ne kadar bakabilirsin ki? “Kaç para?” diyorsun. “Abi senin için 500 lira!”, “Kardeşim içinde 500 lira edecek bir şey var mı?” Bunu herkese söyleyemezsin. Söylersen bir dahaki sefere, eline başka malzeme geçtiğinde sana göstermez. Yazmalarla ilgili, neredeyse benimle özdeşleşen bir sözüm var: “Türkiye hâlâ bir yazma kitap cenneti.” Ama böyle olumsuz tarafları da var.

Bu sözünüz bugün için de geçerli mi?

Tabii, bugün de geçerli. Onun için sahafları kırmak, incitmek istemem. Onlarda her zaman işimize yarayacak malzeme çıkar. Ama siz benim sergilerden sahaflardan aldığım kitapları görseniz elinizi sürmezsiniz. Bakımını yapıyorum, yan kâğıdı olarak ve kapaklarda ebruları, sırtlarında deri konfeksiyoncularından dilendiğim parçacıklarını kullanarak ciltletiyorum. Rahmetli Ali Alparslan Hoca’nın Türk Hat Sanatı Tarihi kitabının editörlüğünü yapmıştım. Mimar Sinan Üniversitesi’nde ebru hocalığı da yapmıştı. Kendisinden işe yaramayan ebrular istemiştim. ‘Agam’ diye konuşurdu, çok samimi bir insandı. “Agam ne yapacaksın bu kâğıtları?” diye sordu. “Sahafların sergilerinden, başı sonu olmayan yazma kitaplar, cönk ve mecmua parçaları topluyorum. Bazılarını saklamak gerekiyor. Onlara basit ciltler yaptırıyorum...” dememe kalmadan “Anladım, anladım, anladım…” dedi. Hâlâ bitmedi verdiği ebrular...

Cönk ne demek?

Pratik olarak şöyle izah edeyim: Bloknot şeklinde, aşağıdan yukarıya doğru açılan bir kitap çeşididir cönk. Açılışı normal defter gibi olanlara mecmua deniyor. Ancak her ikisi de aslında mecmuadır. Yani her cönk mecmuadır, her mecmua cönk değildir.

Bu isimlendirmenin içerikle ilgisi yok, öyle mi?

Evet, içerik ne olursa olsun! İçinde divan şairlerinin şiirleri de olabilir, Karagöz fasılları, dualar, ilahiler, türküler, âşık deyişleri, ilaç reçeteleri de.


Sabri Koz
Cönk almaya ne maksatla başlamıştınız?

Halk edebiyatı kaynaklarından biri olduğu için alıyordum. Cami duvarının dibindeki sergiden aldığım ilk cönkte Köroğlu’nun bir şiiri vardı. Beni almaya heveslendiren oydu. Cönk ve mecmuaları çok seviyorum, içeriği beni ilgilendirmese de gördüğüm her örneği almak isterim. Her biri bir ya da birçok insanın elinden çıkan, farklı dünyaları yansıtan, beklenmedik bilgilere, beklenmedik metinlere rastlarız bunlarda.

Cönklerdeki bu şiirlere ve deyişlere kaynaklarda rastlanıyor mu yoksa daha önce yayınlanmamış şeyler mi?

Bunu alırken bilemezsiniz. Genelleme de yapılamaz. O anda anlayamazsınız, sonra da anlayamazsınız aslında.

Neden?

Çok tecrübeli olmanız lazım. Çok okumuş, çok görmüş, şairleri ve şiirlerini tanımış olmanız lazım. Bu tür malzemeyi satın almak bir tür kumardır. Verdiğiniz para boşa da gidebilir. Bunu eve gelince anlarsınız fakat iş işten geçmiştir. Götürüp veremezsiniz. Esnaf arasında, “Abi fiyatı bu. Al götür, işine yararsa yarın gel, parasını ver!” diyen de çok olmuştur. Ama sonu gelmez. Bu yüzden koleksiyoncu olmak istemedim. Hem her gösterileni almaya gücüm yetmedi. Hem de ‘her gördüğümü almak isterim’ demiştim ya, bu durum yıllar içinde değişti biraz. Yaşım ilerleyince bunları almanın lüzumsuz olduğunu anladım. Yine de ‘koleksiyon’ üstüme kaldı. Koleksiyon demeyeyim de meraklarım ve araştırmalarım sonucu ihtiyaç duyduğum nesneler, birike birike 50 yılda bir varlık oluşturdu. Bu bir koleksiyon mudur? Koleksiyona nasıl baktığınıza bağlı. Ama ben kendime “koleksiyoncu” demiyor, denilmesini arzu etmiyorum…

Türkiye bugün bile bir yazma kitap cennetiyse, 1970’li yıllarda neler oluyordu sahaf tezgâhlarında?

Eğitim Enstitüsü’nü bitirip Türkçe öğretmeni olarak Elbistan’a atandığımda sömestr tatillerinde İstanbul’a gelirdim. Geldiğimde 5-6 dükkân benim için çok önemliydi. Birincisi Aslan Kaynardağ’ın Elif Kitabevi. İkincisi Nizamettin Amca’nın (Aktunç) dükkânı.

Nizamettin Bey’in dükkanının ismi var mıydı?

Hiç dikkatimi çekmemiş, bilmiyorum. Kendisine “Koltukçu Nizamettin” derlerdi. İstanbullu bir ailenin çocuğuydu. Şehri iyi bilen bir esnaftı. Sevdikleriyle dükkânının önünde tavla oynamayı, at yarışlarını sever, birinci sigarası içerdi. Sigarası hiç dudaklarının arasından eksik olmazdı. Külhanbeyi ağzıyla konuşurdu. Eski, yıkılan evlerden, konaklardan bütün eşyaları alıp cinslerine göre ayırdıktan sonra ilgili esnafa devreder, kitapları kendi dükkânında satardı. Dükkânına uğrar, cönk var mı diye sorardım. Bir gün bana, “Evladım, senin için bir parti yazma ayırdım. Cebine çok para koy, gel!” dedi. Birkaç gün sonra uğradığımda bir deste yazma uzattı; “Ne kadar?” dedim. “Başkasına 250-300 liraya vermem ama sen 125 lira ver, al götür.” 125 liram yoktu. 100 liram ve biraz da bozukluğum vardı. “Ya hu, beni de hep baldırı çıplaklar buluyor!” dedi. Bozukları bıraktı, 100 lirayı aldı. “Al götür, gözüm görmesin.” dedi.

Ziyaret ettiğiniz diğer dükkânlar hangileriydi?

Sahaflar şeyhi diye anılan, Aşkî mahlasıyla şiirler yazan Cerrahî Şeyhi Muzaffer Ozak da benim için çekmecesinde yazma parçaları, cönk ve mecmua parçaları bulundururdu. “Gözümün nuru, ne istersen ver!” derdi. Sonra tabii rahmetli İsmail Akçay’a uğrardım. Eskişehirli Ali Amca vardı (Ali Ütük). Ondan da taş baskılar alırdım, o da rahmetli oldu. İbrahim Manav’dan yazma alırdım. Turan Türkmenoğlu, şimdi Elif Kitabevi’ni işletiyor. Ondan da bazı şeyler almışlığım var ama onun dükkânı daha çok muhabbet için gittiğimiz bir yerdi.

O malzemeyi nasıl değerlendirdiniz? Topladığınız bu halk edebiyatı yazmaları ne işinize yaradı?

Bu soruya “Bilmem…” diyerek başlasam doğru olur mu? Tam anlamıyla verimli olmadığımı düşünüyorum. Kısalı uzunlu bin kadar yazı, elli kadar kitap yazdım, hazırladım. Yine de büyük projelerim için kendimi iyi yönlendirdiğim söylenemez. Bundan şikayetçi değilim ama kendimden çok başkaları için çalışmak; hayatımın insanı paramparça eden tecrübeleri, benim gibi akıldan çok duygularının hakimiyeti altında, günübirlik yaşamayan birini gerilere düşürdü. Yaşım ilerledi, ölüm Allah’ın emri ama kendime ayıracak çok az vaktim var. Kendimi başarılı saymıyorum, sözün kısası…

Kitap ya da yazma almak için başka şehirlere gittiniz mi?

Hayır, kitap için yaptığım bir seyahat yok. Ama bulunduğum her yerde eski kitap da satan kitapçılardan alışveriş yapmışlığım vardır. 1973’te Elbistan’da dini kitaplar satan bir satıcıdan, o şehirde yazılmış bir Nasreddin Hoca yazmasını ve orada yaşamış Mevcî Baba’nın küçük yazma divanını satın aldım. 1975’te askerlik sonrası arkadaşlarımı ziyaret etmek için Nizip’e gitmiştim. Gezdirmek için Antep’e de götürdüler. Antepli olduklarından emin olduğum kimseler tarafından yazılmış üç cönk aldım bir kitapçıdan. Feneryolu’nda oturduğum evlerden biri düz ayaktı. Balkondan atlayıp hurdacı arabalarındaki kitaplara bakardım. İki ay kadar önce Afyon’dan bir öğretmen aradı. “Sizin bu konularla ilgilendiğinizi biliyorum. Elimde yazmalar var, alır mısınız?” diye soruyor. “Böyle bir alışveriş mümkün değil. Görmeden olmaz. Gönder, beğenmezsem iade ederim.” dedim. Kitaplar geldi, paramparça ama ilginç olduğu için iade etmedim. Bazen böyle şeyler de oluyor. Görmeden alıyoruz. Bu bir kumar! İçinde üç beş tane işe yarayan şey çıkarsa mutlu oluyorum.

En büyük kumarınızı ne zaman oynadınız?

1975’te... Elbistan’dan Birinci Milletlerarası Türk Folklor Kongresi’ne dinleyici olarak davet edilmiştim. Toplantı Galatasaray Lisesi’ndeydi. Beni davet eden kurumun yöneticilerinden biri “Yarın bir yere ayrılma, yolluklarınızı vereceğiz.” dedi. Cebimde 100-150 lira para var. Ne kadar vereceklerini sordum. Seninki “1100 lira! dedi. Maaşım 1200 lira falan. İbrahim Aslanoğlu Hocamızla birlikte bir boşluk yaratıp Sahaflar Çarşısı’na gittik. İbrahim Manav’a uğradık. “Üç tane cönk var. Çok para istiyorum. Her biri 500 lira. Paran varsa al!” dedi. İbrahim Hoca da cönk topluyordu. Hiç sesini çıkarmadı. Baktım, üçü de çok güzel. Bir tanesinde tamamıyla halk hikâyeleri, diğerinde âşık deyişleri var. Her biri 150 yaprak, kalınca defterler. Biraz yorgunlar ama… Üçüncü cönk de 17. ya da 18. yüzyıldan kalma. Denizci âşıkların şiirlerini içeriyor. Nedense o pek ilgimi çekmedi. Rahmetli İbrahim Hoca’ya döndüm. “Cebinde kaç para var?”
“Ne yapacaksın?” dedi.
“Kitap alacağım.”
“1200 liram var.” dedi. 1000 lirasını istedim. “Yolluk verilecekmiş, öğrendim. Onu alınca ödeyeceğim.” dedim ve o iki yazmayı aldım. Yolda dönerken İbrahim Bey bana çok kızdı.

Neden?

“Bunlara bu kadar para veriyorsun ve insanları şımartıyorsun.” dedi. Hâlâ kullanıyorum o cönkleri. Birçok makale, bildiri yazdım onlardan. Bizimle aynı toplantıda olan Halk Edebiyatı araştırmacısı Cahit Öztelli de o yazmalardan haberdarmış. Bizden sonra gitmiş İbrahim Manav’a, ikisini benim aldığımı öğrenmiş. Sadi Yaver Ataman Bey’in konuşma yaptığı salondayım, bildirisini dinliyorum. Cahit Ağabey yanıma geldi. “Bakıyorum da çıraklar ustalarını geçiyor.” diye takıldı bana. Yazmaları görmek istedi, gösterdim. Baktı, baktı; “Verdiğin paranın 3 katını vereyim, bana sat.” dedi. Daha borcunu ödememişim, çok cazip… “Hocam bunları ticaret için almadım, bakacağım içlerinden bir şey çıkar mı.” dedim. “Ama en kıymetlisini almamışsın. Sana yakıştıramadım.” dedi.

Alamadıklarınız içinde içinizde ukde bırakan özel bir şeyler oldu mu?

Bunun sonu yok! Bir yerde katılaşmak zorundasınız. Esnafın yaşadığı, “ucuza gitti” pişmanlığı, meraklı için “keşke almasaydım, pahalı aldım” ya da “ohh kandırdım, çok ucuza aldım” gibi hislerin hepsi aldatıcı, uçucu. Alan da satan da bir hizmet için yapıyor bunu. Böyle düşünmek gerekir. Ben bu halleri çok gerilerde bıraktım.

1970’lerde ve bugün sizin dışınızda halk edebiyatı yazması ve cönk toplayan kimler vardı?

İbrahim Bey’i, Cahit Bey’i söyledim. Bakırcılık yapan rahmetli İ. Gündağ Kayaoğlu da toplardı. Ancak o 1980’lerin sonlarına doğru başladı. Daha başka birçok insan vardı. Çoğu üzerinde çalışmak için değil, yatırım ya da kütüphane zenginleştirmek amaçlı topluyordu. O yüzden kendilerini belli etmezlerdi. Bugün de etmezler. Bir gün yakından tanıdığım bir arkadaş, isim de vererek gazeteci ve araştırmacı bir ağabeyimizin elindeki cönkleri satmak istediğini, kıymetini bilecek birine gitmesini arzu ettiğini söyledi. “Göreyim, gücüm yeterse alayım” dedim. Birkaç gün sonra arkadaşın bulunduğu yere davet edildim. Bir poşet içinde on kadar cönk, istenen para da makul, kitaplar temiz. Aldım neticede. Şu ana kadar onlarla ilgili bir çalışma yapamadım ama gençlik yıllarımın şehri Elbistan’dan yetişmiş Derdiçok’un hayatı ve şiirleriyle örülmüş bir metin var ki onu bulmuş olmak beni mutlu ediyor. Onun gibi bu dönemde toplayan insanların çoğunu da bilmiyorum. Temizini, gösterişlisini seçiyorlar. Ben çoğu zaman yığınların içinden seçiyorum, yaprak yaprak topladığım da oluyor. O yığınların içinde enteresan şeylerle karşılaştığım da oluyor. Yıllar önce Kadıköy’de sevdiğim bir sahaftan 8-10 parça cönk almıştım. Yanı sıra yeni harflerle yazılmış derleme defterleri, cönk ve mecmua yaprakları da getirdi. Yazmalardan koparılmış sayfalar çok ilginçti. Malzemeyi toplayan rahmetli, ilgilendiği âşıklarla ilgili yaprakları koparı koparı vermiş. Benim gibi ama işi gereği yazmalara meraklı, çok sevdiğim öğretim üyesi genç bir arkadaşım var, M. Fatih Köksal. Onun yazmaları arasında Kastamonulu İshakzâde Hasan Fevzî Efendi’nin gayet güzel bir yazıyla kaleme alınmış mecmuası var. Bir makalesinde bahsediyordu bundan. Merak edip istedim, sağ olsun esirgemedi. İncelerken Erzurumlu Emrah bölümünde bazı parçaların eksik olduğunu gördüm. Mecmuadaki eksik yapraklar, bendeki yaprak yığıntısı arasındaydı. Fotoğraflarını gönderdim. O da eksiği fark etmiş ama çaresizlik içindeymiş. Niyetim kendisine sayfaları göndermekti aslında, ama pelür gibi bir kâğıt! Kimbilir nereye koydum, yerinde yok… Böyle parçalanmış yazmaları severim…

Öğretmenlikten emekli olduktan sonra da yine yoğun bir temponun içine girdiniz. Yayın dünyasıyla temasınız nasıl oldu?

İlk editörlüğümü 1969 yılında yaptım. Öğretmen okulunda kitap okuma alışkanlığı kazanmama, şiirle, düzyazıyla ciddi olarak ilgilenmeme vesile olan ağabeyimin, dostumun şiirlerini yayınladım. Üstünde “Hazırlayan” olarak adım var. 2019’da editörlüğümün 50 yılı doldu! Öğretmenlik, maaşı çok az bir meslektir. İstanbul’a geldikten sona ek gelir elde etmek için yayınevlerine işler yaptım. Birçok ansiklopedide çalıştım, madde yazarlığı ve bölüm editörlüğü yaptım. Ömrüm çalışmakla geçti. Emekli olduktan sonra birkaç üniversiteden teklif aldım fakat istemedim. Kütüphanelere gitmek, sahafları gezmek, araştırmak, yazı yazmak, okumak, her gün yeni şeyler öğrenmek beni daha çok sardı. Emekli olduktan sonra öğrenme aşkımı tetikleyen işler yaptım. Tarih Vakfı’nda, Pertev Naili Boratav Arşivi’nin tasnifinde çalıştım. Rahmetli, halk edebiyatı sahasının duayenlerindendi. Sonra birçok özel yayınevinin editörlüğünü yaptım. 1999’da da Yapı Kredi Yayınları’nda çalışmaya başladım. 22 yıldır oradayım. Kendi konularımın dışına çok çıkmıyorum. Bu konularla ilgili kitapları yayına hazırlıyorum. Bir kitabı müsvedde halinden alıp üç beş defa okuyarak baskıya hazırlıyorsunuz. Bu, anlayan için bir okuldur. Benim tahsilim çok ileri değil, yüksek okul mezunuyum. Ne olacak! Ama hayat tahsilim, âmiyane tabirle söyleyeyim, çok okumak, çok tanımak ve öğrenmek sayesinde insanları şaşırtmıştır. On yıl Ermeni okulunda çalıştım, orada Ermenice harfleri öğrendim. Ermenice basmalara, yazmalara da aşinayım. Mesleğimizin, işimizin, bilgimizin büyük bir kısmı da görmek ve tanımakla gelişiyor.

Sadece Osmanlıca yazma mı topluyorsunuz?

Ermenice bilmiyorum, Ermeni harfli Türkçeyi okuyabiliyorum. Karamanlıca okurum, Kiril harflerini okurum. Yazma olarak Karamanlıca, Ermeni harfli Türkçe ve daha çok Osmanlıca bulursam, işime yararsa alırım. Sovyet döneminde Türk Cumhuriyetleri’nde, daha çok Azerbaycan’da basılmış folklor ve halk edebiyatı kitaplarını da alıyorum.

Librarie de Péra’da çalıştığınız yıllar da merakınızı beslemiş olmalı!

Orada çalışırken de sahaflara devam ediyordum. Librarie de Péra’da daha çok Anadolu’da basılan kitaplar ve bazı yazma eserler konusunda ihtisas sahibiydim. Bir nadir kitabın kaç sayfa olduğunu tespit etmek kitapçılar açısından çok önemlidir. Müteferrika baskılarını çok sevdiğim için birkaç defa bana Cihânnümâ tespiti yaptırmışlardı. Kaç harita var, kaç yaprak var. İki defa Cedit Atlas geldi geçti dükkândan. Ona da baktım tabii. Orada da çok şey öğrendim. Bir şeyler öğrenmediğim yer yok. Her yer “mektep” benim için.

Hocalarınızın kütüphanelerinden kitap aldığınızı söylemiştiniz. Siz kitap veriyor musunuz?

Hayır, kitaplarımı paylaşmam. Hocalarımızın bize nasıl kitap verdiklerini biliyor musunuz siz?

Nasıl veriyorlardı?

Cuma günü alıyorsak Pazartesi geri götürüyorduk. Ya da en fazla bir hafta kalabiliyordu. Kiril harflerini, Azerbaycan Türkçesiyle yazılmış kitapları okumayı Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciyken öğrendim. Son sınıfta bir arkadaşım Köroğlu Destanı üzerine bir bitirme ödevi hazırlıyordu. Orhan Şaik Hoca ona kitabı verdi, ben de o arkadaşımdan öğrendim harfleri. Onun işi bitince öğretmenler odasının kapısında bekleyip Hoca’dan kitabı istedim. Çok meşhur bir Azerbaycan folklorcusu vardır; Mehemmed Hüseyin Tehmasıp, onun Köroğlu Dastanı adlı kitabını yedi günlüğüne verdi! Sekizinci gün götürdüm. Böyle bir okuyucu bulsam ben de veririm. İkinci bir nüshası kütüphanelerde bile bulunmayan çok nadir, küçük baskı bir risaleyi sevdiğim bir gence verdim. O konuda doktora yapıyordu. Yirmi yıldır geri vermedi. Aldığım gün “Bir bakayım” deyip kitabı elimden alıp birkaç defa istememe rağmen getirmeyen ağabeylerim, arkadaşlarım oldu. Anlı şanlı bir öğretim üyesi, benden aldığı bir dergi cildini yıllarca vermedi. İstedim ama güldü geçti, oyaladı… Bir beyit vardır; “Dest-i kadr-i müstaîreden ziyânım bî-hisâb / Ahdim olsun kimseye ariyet vermem kitâb” İnsanlar bu beytin yazılı olduğu levhaları kütüphanelerine asıyorlarmış. Ben de ödünç kitap vermeye tevbe ettim.

Turan Türkmenoğlu’nun dükkânının sizin için bir sohbet mekânı olduğundan bahsettiniz. Cumartesi günleri Müteferrika Sahaf’ta düzenlenen sohbetlere de katılıyorsunuz. Bu sohbet meclislerini biraz anlatır mısınız bize?

Sahaflar Çarşısı’nda Şeyh Muzaffer Efendi’nin dükkânında her zaman sohbet meclisi olurdu. Söze karışmadan saatlerce otururdunuz orada. Çay, mevsimine göre kayısı, kiraz gibi meyveler ikram edilirdi. Oradaki sohbet meclislerinde çok insan tanıdım. Çok şey öğrendim. Turan Bey’in dükkânında da çok insan tanıdım. Her iki dükkânda alışverişlerim de oldu. Sami Önal Bey’in dükkânında da sohbet olurdu ama çok kısa süreli meclislerdi onlar. Böyle sohbet meclislerine ev sahipliği yapmak ayrı bir terbiye ve yetişme gerektiriyor. Lütfü Seymen; terbiye, yetişme ve yaratılış itibarıyla bu iş için biçilmiş kaftan. 1990’lı yılların başından beri oraya gideriz. Cumartesi günleri çıktığımız gezmelerdeki hedef oraya gitmektir. Devamsızlık yapanlar merak edilir.

Neler konuşuluyordu bu meclislerde?

Bizim olduğumuz yerlerde ne konuşulabilir? Kitap tabii ki. Yeni çıkan kitaplar, eski insanlar, eski kütüphaneler, eski yazarlar. Kim ne demiş, kim ne almış. Çantalardan çıkarılıp gösterilir. Ben fazla göstermeyi sevmem ama…

Neden?

Ne olur ne olmaz!

Meclisin müdavimleri kimler?

Dönem dönem değişiyor tabii. En başta çok eski arkadaşım Nuri Akbayar’la birlikte giderdik Lütfü Seymen’in yanına. Lütfü’yü öteden beri çok severim. Şimdilerde “Cumartesi Yârânı” diye anıyoruz meclisimizi. Ev sahibimiz Lütfü Seymen’i saymazsak Ferda Anaoğul, Necmettin Hilav, Erol Üyepazarcı, A. Turgut Kut, Cüneyt Kut, Raşit Çavaş, Aydın Oy, İ. Gündağ Kayaoğlu, Dr. Mustafa Duman, Mehmet Ö. Alkan, Emin Nedret İşli, Necdet Sakaoğlu… Bunlardan bir kısmı dünyasını değişti, bir kısmı artık gelmiyor, gelemiyor. Yeniler de var. Bu saydıklarım Akmar’daki dükkân’a gelenler. Sonradan taşındığı yerdeki meclisimiz salgın hastalık çıkıncaya kadar ve genişleyerek devam etti. Önceden haber vererek geldikleri için hüsnükabul görenler, fırsat buldukça, yol düşürdükçe uğrayanlar da vardır: Eray Canberk, Fahri Aral, Ali Birinci, Yahya Erdem, İsmail Kara, Mehmet Bilgin arada bir uğrayan meclis müdavimlerimiz. Nazar boncuğu Hatice Aynur kardeşimizi unutmayayım… Eskilerden var olan bir çekirdek kadro hep geliyor. Müteferrika Kitabiyat Dergisi bu toplantılardan doğdu. 1993’te gün yüzü gördü. Salgın döneminde Mehmet Ö. Alkan kardeşimizin yönetiminde, Tarih Vakfı’nın imkânlarıyla üç kez ekran toplantısı da yaptık. Hoştu, otuz yıllık anılar birikimimize o üç toplantıyı da eklemiş olduk.

Adına koleksiyon demeseniz de bir ihtisas kitaplığınız var. Yıllar içinde büyük bir emek ve fedakârlıkla oluşan bu kütüphanenin geleceği için ne düşünüyorsunuz?

Kendi kendime tekrar tekrar sorsam da çok dar muhitlerde bazı kaygılarımı dile getirsem de bu konuda konuşmak beni geriyor. Herkes gibi ben de biriktirdiklerimin benden sonra bir arada korunmasını ve adımla anılacak bir koleksiyon halinde araştırmacılara sunulmasını isterim. Bu son zamanlarda daha sık meşgul ediyor beni, ama bir çare bulamıyorum. Herhalde bu sözlerim bir vasiyet gibi algılanır, benden sonrakiler gereğini yaparlar. Tabii, geride kalanlara haklarının verilmesini, kitaplara bir ödeme yapılmasını da isterim. Cesaret bulsam bunu sağken yapardım…


Söyleşi: Ayşe Adlı
Fotoğraf: Bahtiyar İstekli
İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.


“IRCICA Kütüphanesi Benim Aşkım!”

Ekmeleddin İhsanoğlu - “IRCICA Kütüphanesi Benim Aşkım!”

“Yozgatlı bir baba ile Rodoslu bir anneden Mısır’da dünyaya gelmiş birinin anlatacak neyi olabilir ki!” Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, “Anılarınızı yazıyor musunuz?” sorusuna verdiği bu cevap, hikâyesini önemsizleştirme amacı taşısa da hayatının yalnızca bu kısmına eğilmek bile çok kıymetli hatıralar dinleyeceğimizi vaat ediyor. 1924’te İstanbul’dan İskenderiye’ye doğru yol alan geminin bizim için iki aşina yolcusu var; biri Yozgatlı İhsan Efendi, diğeri ise İstiklal Marşı şairi Mehmed Âkif. Tevhid-i Tedrisat Kanunu sonrasında medreselerin kapatılması üzerine eğitimini tamamlamak için Kahire’ye doğru yola çıkan genç adam, ileride Türkiye’nin yakın tarihinde iz bırakacak olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası İhsan Efendi. Ekmeleddin Bey, Türkiye’ye ilk kez babasının vefatının ardından, yirmili yaşlarının ikinci yarısında adım atıyor. Yirmi beş yıl boyunca IRCICA Genel Direktörlüğü, on yıl İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliği görevlerini yürütüyor.

Kasım 2025

“Bazı Matbu Kitaplar Yazma Kadar Nadirdir!”

Mustafa Duman Röportajı - “Bazı Matbu Kitaplar Yazma Kadar Nadirdir!”

Doktor Mustafa Duman bir tıp doktoru. Yayın camiasında halk edebiyatı, özellikle Nasreddin Hoca konusunda yaptığı çalışmalarla tanınsa da Tıp eğitimini İstanbul’da, Çapa’da tamamladıktan sonra Almanya’da iç hastalıkları ihtisası yapmış, ultrasonografik görüntüleme teknolojisini Türkiye’ye getirmiş ilk hekimlerden biri. Talih kendisine tıp alanında akademik kariyer yapma fırsatı vermeyince çocukluk tutkusu halk edebiyatına dönmüş ve başarılı işlere imza atmış. 26. kitabının raflarda yerini alması için gün sayan Mustafa Duman’la kitaplar arasında; kitap tutkusunu ve bitmez tükenmez öğrenme şevkini konuştuk. Keyifli okumalar dileriz.

Temmuz 2025

“Yeminliyim, Türkiye üniversitelerinde çalışmam!”

Gönül Tekin Röportajı - “Yeminliyim, Türkiye üniversitelerinde çalışmam!”

Gönül Tekin ve Günay Kut, ömürlerini Türk edebiyatı çalışmalarına adamış, sahalarında çok büyük bir boşluğu doldurmuş iki kız kardeş. Geçtiğimiz aylarda Günay Hoca’yla konuşmuş, hikayenin ona dair kısmını kendisinden dinlemiştik. Bu kez abla Gönül Tekin’in misafiri olduk. Ve maceranın müşterek kısmının üstünden bir kez de onunla geçtikten sonra Gönül Hoca’nın filmlere konu olacak hayat hikayesini dinleme şansına eriştik. Günay Hoca, çocukluklarına iz bırakan simaları anlatırken, söz masallarıyla büyüdükleri anneannelerine geldiğinde “Ablam iyi masalcıdır. Anneannemden kalma mirası var. Anlatacakları bitmez” demişti. Haklıydı nitekim. Hoca’nın anlatacaklarını dinlemeye saatler değil, belki günler gerekiyordu. Hem kişiliklerini hem yollarını tayin eden çocukluk ve ilk gençlik zamanları. Sırasıyla İstanbul, Erzurum, California, Ankara ve Boston yılları. Fahir İz, Ahmet Ateş, Ali Nihat Tarlan, Janos Eckmann, Andreas Titze(Tietze) ve elbette eşi Şinasi Tekin’e dair hatıralar ve daha nicesi.

Mayıs 2025

“Bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum.”

Erol Üyepazarcı Röportajı - “Bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum.”

Erol Üyepazarcı’yı tanıtmak için ne söylenebilir? Hızlı bir internet taramasında karşımıza ilk çıkan cevaplardan bazıları; “Araştırmacı, yazar, çevirmen, kitap dedektifi, muamma koleksiyoncusu, edebiyatımızın polisiye alanındaki en büyük otoritelerinden…” Hepsi doğru olsa da muhatabımızı anlatmak için yetersiz sıfatlar bunlar. Gerçek manada tanıyabilmek için Erol Bey’i diğer araştırmacılardan, yazarlardan, çevirmenlerden ayıran unsurlara dikkat kesilmek gerekiyor. Okumak, öğrenmek ve elbette bir obje olarak kitaplar çok erken yaşlarda bir ibtila gibi giriyor Üyepazarcı’nın hayatına. Müsamahasız bir kitap tutkunu olacağı ilkokul yaşlarında veriyor ilk işaretlerini. Yine erken yaşlarda geçirdiği talihsiz bir kaza, kendi tabiriyle büyük bir şansa dönüşüyor. Bu sayede, yatakta geçirmek zorunda kaldığı aylar boyunca eski harflerle okumayı öğreniyor. Önce tarih, sonra edebiyat ve derken polisiyenin zehri sızıyor kanına.

Mart 2025

“Taşı Toprağı Tarih Bir Ülkede Yaşıyoruz!”

Tunç Uluğ Röportajı - “Taşı Toprağı Tarih Bir Ülkede Yaşıyoruz!”

Tunç Uluğ, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren iş dünyasının merkezinde bulunmuş, Koç Holding başta olmak üzere önemli şirketlerde üst düzey görevler yapmış başarılı bir iş adamı. Yüksek öğrenimine Robert Kolej’in ardından Amerika’da devam eden Uluğ, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren çeşitli kademelerde şirket yönetmiş önemli bir isim. Tecrübesi ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sanayi kuruluşlarının geride kalan yüz yılda kat ettiği mesafeye dair gözlemleri yakın tarih açısından büyük önem arz ediyor. İlgililerine bu küçük hatırlatmayı yaptıktan sonra Tunç Bey’in erken çocukluk yıllarından zuhur eden ve yıllar içinde giderek artan kitap, daha doğru bir ifadeyle “bilme” merakına gelelim. Zira bir araya getirdiği kendi değerlendirmesiyle ‘mütevazı’ kitap koleksiyonundan öncelikli beklentisi ihtiyaç duyduğu bilgiye ulaşmak. Bu nedenle önceliği okuyabildiği dillerde kitap toplamak olmuş.

Ocak 2025

“Türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!”

Cengiz Kahraman Röportajı - “Türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!”

Cengiz Kahraman; fotoğraf editörü, araştırmacısı ve koleksiyoneri. Kariyeri de bu sıralamayla ilerlemiş. Üniversiteden mezun olduktan sonra tesadüfler sonucunda İstanbul Ansiklopedisi’nde yardımcı fotoğraf editörü olarak işe başlamış. Meslek hayatının geri kalanını belirleyen bu karar, kişisel ilgisinin yönünü de büyük ölçüde tayin etmiş diyebiliriz. O vakte kadar fotoğraf çekmekten zevk alan bir gençken zamanla başkalarının çektiği fotoğrafların hikayelerini kovalar olmuş. Eski İstanbul fotoğrafları, o fotoğrafların anlattığı hikayeler, vizörün ardındaki isimler… Cengiz Bey, eski İstanbul fotoğrafları ve erken dönem foto muhabirleri denilince akla gelen ilk isimlerden biri. Kendisini bulmuşken fotoğraf koleksiyonculuğunun incelikleri, zorlukları ve dijital teknolojinin fotoğraf koleksiyonculuğuna etkilerini de içeren keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Aralık 2024

“Biz Çalıkuşu Nesliyiz!”

Günay Kut Röportajı - “Biz Çalıkuşu Nesliyiz!”

Eski Türk Edebiyatı’na ilgi duyan, edebiyat eğitimi almış ya da yolu yazma kitaplarla, kütüphanelerle kesişmiş hemen herkesin aşina olduğu bir isim Prof. Dr. Günay Kut. Üniversite hocalığı vesilesiyle doğrudan hocalık ettikleri dışında, sahaya getirdiği sistematik sayesinde dolaylı yollarla onun rahle-i tedrisinden geçmiş çok insan var. Yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda kütüphanede yazma eserler üzerinde çalışan, eserlerin tespiti, tahlili ve kataloglanması konusuna yıllarca emek veren Günay Kut Hoca, 1950’lerin İstanbul’unda, devr-i kadîm hocalarından ders ve ilham alarak yetişmiş. Aldığı terbiyeyi derslerine aktardığı; ciddiyet, disiplin ve çalışma azmi konusunda günümüz meslektaşlarından ayrı bir yerde durduğu kendisini tanıyanların malumu. Öğrenciliğinde de zeki, gayretli ve çalışkan olduğu muhakkak. Ancak Günay Kut’u Günay Kut yapan çok büyük bir şansı daha olmuş.

Ekim 2024

“Kitap yok olduğunda insan da yok olacak!”

Murat Menteş Röportajı - “Kitap yok olduğunda insan da yok olacak!”

Murat Menteş, genç neslin önemli roman yazarlarından. İmza attığı eserler, yer yer muzip de denilebilecek üslubuyla okurlara sıra dışı bir okuma zevki vadediyor. 2000’lerin ortalarında yayınlanan ilk romanı Dublörün Dilemması’yla inşa etmeye başladığı ve kendisinin kontrollü kaos olarak nitelediği üslup yazarın sonraki romanlarında da devam ediyor. Yer yer polisiyeye de kayan sürükleyici, macerası kurgu, genç okurların daha çok ilgisini çekiyor gibi görünüyor. Murat Menteş’le kendi serüvenini, romana bakışını ve geleceğin dünyasında romanın yerini konuştuk. Buyurun sohbete…

Eylül 2024

“Anadolu Kitabı Koruyamamıştır.”

Necdet Sakaoğlu Röportajı - “Anadolu Kitabı Koruyamamıştır.”

Necdet Sakaoğlu, ilmi çalışmaların sadece akademi çatısı altında yapılabileceği kanaatinin iyice yerleştiği günümüzde, bu algıyı sarsan önemli bir isim. Sivas Öğretmen Lisesi ve Çapa Eğitim Enstitüsü’nde eğitim alan Hoca, öğretmen vasfıyla başladığı meslek hayatını orta öğretim müfettişi olarak tamamlıyor. Hayal kurma lüksü olmayan bir neslin temsilcisi o. Düşünerek, planlanarak inşa edilmiş bir kariyeri yok yani. Tarihçilik yolu, sevk-i ilâhi’yle açılmış önüne. Yirmili yaşlarının ikinci yarısında kaleme aldığı ilk kitabından sonra durmadan üretmiş. Yerel tarih, şehir tarihi, Selçuklu ve Osmanlı tarihi, eğitim tarihi gibi konularda kaleme aldığı, literatürde önemli boşlukları dolduran eserlerin her biri kıymetli elbette. Ancak sözlü tarihin Türkiye’de pek de makbul görülmediği, bilakis bu tür kaynakları kullanmaya tevessül edenlerin itibarsızlaştırıldığı yıllarda, sözlü tarih kaynaklarından istifade etmiş olması, tarih disiplinine yaklaşımını ve eserlerini daha bir kıymetli kılıyor.

Haziran 2024

“Mimarlık Daima Siyasaldır.”

Uğur Tanyeli Röportajı - “Mimarlık Daima Siyasaldır.”

Yüksek Mimar, Akademisyen, Profesör, Yazar… Bunlar Prof. Dr. Uğur Tanyeli için kullanılabilecek sıfatlar. Ancak hiçbiri Uğur Bey’in aydın/mütefekkir kimliğini ifadeye yetmiyor. Evet, Uğur Tanyeli bir mimar. Üniversiteyi bitirdikten sonra mimarlık tarihi ve teorisi çalışmaya başladığı için tarihçi de diyebiliriz kendisine. Ama mimarlık tarihi deyince aklınıza yapı tarihi, mimari ekoller vesaire gelmesin. Merkeze inşa edilmiş bir binayı ya da binayı inşa eden mimarı alıyor olsa da Uğur Bey’in maksadı, son tahlilde insanı anlamak. Mimari esere bakarken; eseri ortaya koyan toplumun inanç ve düşünce sistemini, yaşam biçimini, ihtiyaçlarını hatta siyasetini de tartışmaya dahil ediyor. Zira söz konusu edilen yapı neticede bir insan eylemi ve Uğur Tanyeli’ye göre “Bir toplumdaki bütün bilgiler homolojiktir. Aynı düşünsel ve toplumsal altyapıyı kullanırlar.” Dolayısıyla parçalayarak bakmak sizi doğru cevaba ulaştırmaz.

Kasım 2023

“Bazı konular kenardan baktığınız zaman daha kolay anlaşılabilir.”

Süreyya Faruki Röportajı - “Bazı konular kenardan baktığınız zaman daha kolay anlaşılabilir.”

Süreyya Faruki Hoca; iktisat tarihi, Osmanlı gündelik hayatı, Osmanlı köy toplumu ve kadın tarihi gibi konularda ufuk açıcı çalışmalara imza atan önemli bir tarihçi. Osmanlı çalışmaya Hamburg Üniversitesi’nde tarih öğrencisiyken geldiği İstanbul’da başlıyor. Tarihçi olmaya lisede karar verse de alan olarak Osmanlı’yı seçmesi biraz talihin sevkiyle oluyor. “İnsan, hayatında bir sürü seçenekle karşılaşır. Bazen doğru karar alır, bazen de yanlış tercihler yapar. Sonra keşke yapsaymışım der.” diye özetliyor Hoca. O, şanslı olanlardan. Atmış yılı geride bırakmışken yaptığı seçimlerden ve sonuçlarından duyduğu memnuniyeti gizlemiyor. Hindistanlı bir babayla Alman bir annenin çocuğu olan Süreyya Faruki’nin çocukluğu Almanya, Hindistan ve Endonezya’da; gençliği Almanya’dan sonra kısmen Türkiye ve Amerika’da geçmiş. Bu geniş yelpazenin ve edindiği tecrübenin etkisiyle olsa gerek, hayata ve kimliklere karşı temkinli durmayı tercih ediyor.

Ekim 2023

“Bağışlarla kütüphane kurulmaz.”

Selahattin Öztürk Röportajı - “Bağışlarla kütüphane kurulmaz.”

Bugüne kadar kütüphanelere genellikle kullanıcılar açısından baktık. İhtiyaçları, gelişmeleri, talepleri hep kullanıcının gözüyle gördük. Bu ay bir değişiklik yapıp Türkiye kütüphanelerinin yakın tarihini, İstanbul’da otuz sekiz yıl kütüphanecilik yapan Selahattin Öztürk’le konuşmak istedik. Selahattin Bey, 1980’lerin ortalarında İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) başladığı meslek hayatını geçtiğimiz günlerde noktaladı. Altı yıldır görev yaptığı Zeytinburnu Belediyesi’nde yedi yeni kütüphane kuran Öztürk, idealist bir meslek personeli olarak olanı ve olması gerekeni net bir şekilde ortaya koyuyor. Selahattin Öztürk aynı zamanda kayda değer bir süreli yayınlar koleksiyonunun da sahibi. Eylül ayı itibarıyla memleketi Yozgat’ta, kendi tabiriyle içi kitap, dışı çiçek dolu bir hayata başlayan Öztürk’le gerçekleştirdiğimiz sohbetin ilginizi çekeceğini ümit ediyoruz.

Eylül 2023

“Türkiye’yi Yargılamak Değil Anlamak Gerekiyor.”

Olivier Bouquet Röportajı - “Türkiye’yi Yargılamak Değil Anlamak Gerekiyor.”

Osmanlı tarihi ve Türkoloji çalışmaları, On Dokuzuncu Yüzyıl boyunca Avrupa’da çok ilgi gören iki alan. O dönemde Avrupalı araştırmacıların verdiği eserler sahada hâlâ kullanılıyor. Ancak Avrupa üniversitelerini yakından takip eden herkesin hemfikir olduğu bir husus var; bu alanlar Avrupa’da artık eskisi kadar rağbet görmüyor. Bu vakıanın istisnaları var elbette. Universite Paris Cite, Paris Şehir Üniversitesi Osmanlı tarihi profesörü Olivier Bouquet bu istisnalardan biri. Fransa’nın son Osmanlı büyükelçisi Louis Maurice Bompard torunlarından olan Bouquet, 1994’de henüz üniversite öğrencisiyken geliyor ilk kez Türkiye’ye. Büyük dedesinin görevi ve onun eşi Gabrielle Bompard’ın anıları vesilesiyle zaten haberdar olduğu Osmanlı ve Türkiye bu ziyaretten sonra bir daha hiç çıkmıyor gündeminden. Türkiye’de on yıla yakın yaşadıktan sonra Fransa’ya dönen Prof. Olivier Bouquet ile son İstanbul ziyaretinde Fransa ve Türkiye’deki Osmanlı tarihi çalışmalarını konuştuk.

Temmuz 2023

“Batı, Reşer olmadan yazma konusunda fakir olurmuş.”

Güler Doğan Averbek Röportajı - “Batı, Reşer olmadan yazma konusunda fakir olurmuş.”

Beyazıt Çınaraltı’nda, küçük bir alan üzerine kurulan Sahaflar Çarşısı, 1900’lerin başlarından 90’lara kadar Türkiye entelektüel tarihinde çok önemli bir yer tutuyor. Okuyan, yazan, geçmişin, günün ve geleceğin meselelerine kafa yoran hoca, öğrenci, politikacı, iş adamı… mutlaka yolunu Sahaflar Çarşısı’na düşürüyor. O günlerde yaşananlar, görülenler, o küçücük bahçenin şahitlik ettiği olaylar hâlâ kulaktan kulağa anlatılmaya devam ediyor. Çarşı’nın enteresan simalarından biri de Osman Reşer. Günümüzde bile adı şüpheyle anılan Reşer, Yahudi asıllı bir Alman olarak dünyaya geliyor. 1900’lerin başlarında Müslüman, 30’larda Türk vatandaşı olsa da pek kimseyi ikna edemiyor ‘değiştiğine!’ İyi bir kitap müşterisi olduğu bilinen, Çarşı’dan çok nitelikli yazmalar aldığı anlatılan Osman ya da ilk adıyla Oskar Reşer, birkaç yıl öncesine kadar muamma bir şahsiyetti.

Haziran 2023

“Tarih bilmezseniz siyaset üretemezsiniz!”

Ahmet Kuyaş Röportajı - “Tarih bilmezseniz siyaset üretemezsiniz!”

Başlığa aldığımız cümle, bir devrim tarihi hocasına ait. Fransa, Kanada ve Amerika’da geçirdiği yirmi üç yılın ardından Türkiye’ye dönerek kariyerine Galatasaray Üniversitesi’nde devam eden Ahmet Kuyaş, çalışmalarını İkinci Meşrutiyet ve erken Cumhuriyet tarihi alanında yoğunlaştırmış. Osmanlı son döneminin sosyal ve politik meselelerini bilmeden bugünü anlamanın mümkün olmadığını söyleyen ilk isim Kuyaş değil şüphesiz. Ancak Ahmet Bey bunun neden böyle olduğunu çarpıcı örneklerle bir kez daha ortaya koyuyor. Ahmet Kuyaş, akademisyenliğinin yanında nitelikli bir koleksiyoner aynı zamanda. Babasının ve amcasının izinden giderek erken gençlik yıllarında başladığı pul koleksiyonlarını sürdürüyor. Ayrıca dönemin ruhuna uygun olarak kitap ayracı ve kurşun kalem topluyor. Filateli dünyasına aşina olanların tahmin edebileceği gibi Ahmet Bey, Farabi Pul Evi’nin sahibi, filatelist Salih Kuyaş’ın oğlu. Dünya çapında önemli ödüllere sahip Tevfik Kuyaş’ın da yeğeni. Doç. Dr. Ahmet Kuyaş’la kendi ç

Mayıs 2023

“Genç ve Öğrenci Olmam Avantaj Sağladı.”

Mert Tezcanlıol Röportajı - “Genç ve Öğrenci Olmam Avantaj Sağladı.”

Son yıllarda sahafiye koleksiyon söz konusu olduğunda yaygın bir kabul var; malzeme az, fiyat yüksek! Sahaya yeni girecek kişilerin pek şansı yok… Özellikle gençleri daha yolun başında yıldıran bu iddia tamamen yersiz değil elbette. Ama ne toplayacağınızı ve elde ettiğiniz malzemeyi nasıl yorumlayacağınızı bilirseniz bu açmazdan kurtulmanız da mümkün. Henüz 28 yaşında olmasına rağmen şahsi arşivinden malzemeler ve titiz bir arşiv taramasına dayanan ilk kitabı yayın aşamasında olan Mert Tezcanlıol bu iddianın ispatı. Mert Tezcanlıol, işletme eğitimi almış ve yazılım sektöründe çalışıyor. Ancak yakın tarih ilgisi çok daha eski. 12 yaşından beri sahaf müşterisi. Lise yıllarında konusunu belirlemiş ve topladığı malzemeyi saha çalışmalarıyla desteklemeye başlamış bir araştırmacı. Üniversite yıllarından itibarense mütevazı fakat ne istediğinden emin bir koleksiyoner. Biz bu noktada aradan çekilip sizi Tezcanlıol ve koleksiyonuyla başbaşa bırakalım…

Nisan 2023

“Sahaflar Çarşısı bizim için mektep gibiydi.”

İsmail Kara Röportajı - “Sahaflar Çarşısı bizim için mektep gibiydi.”

İsmail Kara, titiz bir araştırmacı, velûd bir kalem erbabı, profesörlüğe kadar yükselseler dahi talebelerine rehberlik etmeye devam eden bir hoca ve elli yıldan uzun süredir İstanbul sahaflarının müdavimlerinden. Düşük bir ihtimalle adını duymamış dahî olsanız, bu kadar açıklama ne söylediğini merak etmenize kâfi olsa gerek. İhtisas alanı İslam düşüncesi olmakla birlikte, Prof. Dr. İsmail Kara’nın kültür alanında da bizzat kaleme aldığı ya da destek verdiği çok sayıda çalışma bulunuyor. İstanbul’a, 1969 yılında on dört yaşında bir öğrenci olarak geliyor Kara. O tarihlerden itibaren şehirdeki kültür muhitine dahil oluyor. Çok insan tanıyor, çok hatıra biriktiriyor elbette. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Prof. Dr. İsmail Kara’yla baş başa bırakalım…

Mart 2023

“Sahaflar Çarşısı’nı yeniden diriltmek istiyoruz.”

Üsküdar Sahaflar Çarşısı Röportajı - “Sahaflar Çarşısı’nı yeniden diriltmek istiyoruz.”

2022 yılı geride kaldı. Bir senelik muhasebe yapılacak olsa, kitap ve eski eser meraklıları bile, peş peşe epey madde sıralayabilir. Diğer gündemlerin birebir sohbetlerde ele alındığını varsayarak biz, senenin son ve güzel gelişmesini ele almayı seçtik. Yolu İstanbul’a düşenler de orada yaşayanlar kadar bilir ki sahaf müşterileri bir malzemenin peşine düştüğünde bakacağı adresler bellidir. İnternet alışverişi, elbette ilk sırada yer alır. Kitaba dokunmak, alışverişi sohbete bahane etmek isteyenler içinse Sahaflar Çarşısı hâlâ listedeki yerini korurken, Beyoğlu ve Kadıköy’deki çarşılar ve o civarı mekan tutan esnaf da vazgeçilmezdir. Geçtiğimiz Aralık ayına kadar, bir iki esnaf dışında, Üsküdar yoktu o listede. Ancak Üsküdar Belediyesi’nin girişimleriyle şehir, yeni ve mütevazı bir Sahaflar Çarşısı’na daha kavuştu. Üsküdar’da faaliyet gösteren esnafın bir kısmını bir araya getiren bu Çarşı, konum ve mekan olarak da dikkate değer bir noktada yer alıyor.

Ocak 2023

“İstanbul’u eski haliyle hatırlamak istiyorum.”

Sarkis Karamanik Röportajı - “İstanbul’u eski haliyle hatırlamak istiyorum.”

Sarkis Karamanik çocukluğunu ve ilk gençliğini İstanbul’da geçirmiş. 1960’ların İstanbulu bugünküne pek benzemiyor elbette. O tarihlerde Şişli sokaklarında Fransızca’yı, İngilizce’yi, Ermenice’yi, Rumca’yı ve Türkçe’yi bir arada duymak mümkün. Şehir, çok kültürlü kimliğini henüz tam anlamıyla yitirmemiş. Çocuklar, ömürleri boyunca özlemle hatırlayacakları bir zenginlik içinde büyüyor. Ailesine destek olmak için önce nalbur çıraklığı sonra balıkçılık yapıyor Sarkis Karamanik. Son Ermeni reislerle denize açılıyor. Haliç, Boğaz ve Marmara sevgisi daha o yıllarda yerleşiyor içine ve yıllar sonra Fransa’ya taşınınca geçmişiyle arasındaki bağ yine deniz sayesinde diri kalıyor. Kartpostal koleksiyoneri sıfatıyla tanıdığımız Sarkis Karamanik, koleksiyon yapmaya Paris’e taşındıktan sonra başlıyor. Fransız sahaflardan, eskicilerden topladığı Türkiye ve özellikle İstanbul kartpostallarının sayısı on bine yaklaşmış durumda. Toplamakla yetinmiyor.

Aralık 2022

“Bizim kuşaklarda okuma fetişizmi vardı.”

Görgün Taner Röportajı - “Bizim kuşaklarda okuma fetişizmi vardı.”

Çoğu zaman, eksik bir yaklaşımla, sadece hastalıklarda genetik köken aramak eğilimindeyiz. Oysa alışkanlıklarımızdan karakterimizi teşkil eden farklılıklarımıza pek çok özelliğimizi bizden önceki nesillerden devralıyoruz. Damak tadımız söz gelimi. El becerilerimiz, zevklerimiz ve meraklarımız hatta. Zincirin halkalarının bir yerlerde geçmişte bağlanacağı inancıyla görüşmelerimize genellikle aile hikayesiyle başlamayı tercih ediyoruz. Ve nadiren eli boş dönüyoruz maziden. Görgün Taner’de de öyle oldu. Anne iyi bir okur, baba koleksiyoner. Bu özellikler hiçbir yönlendirme ve teşvik olmadan geçmiş çocuklarına. Hem de anne babanınkinden daha bariz bir biçimde... İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) Genel Müdürü Görgün Taner, kendi kütüphanesini ortaokul yıllarında kurmaya başlamış. Koleksiyonerliği de yine aynı yıllara uzanıyor. Topladığı ilk başlık long play. O tarihlerde koleksiyon kastı yok elbette. Dinlemek için alıyor.

Kasım 2022

“Patrikhanemizin kütüphanesi dünyada ilk sıradadır.”

Püzant Akbaş Röportajı - “Patrikhanemizin kütüphanesi dünyada ilk sıradadır.”

Püzant Akbaş, sahaf camiasının kıdemli ve kıymetli isimlerinden. Türkiye’nin yanı sıra Beyrut’ta, Lefkoşa’da ve Erivan’da iyi okullarda eğitim görmüş. Bildiği sekiz dilin altısında okuyor, yazıyor ve konuşabiliyor. Liseden sonra Ermeni Dili ve Tarihi alanında öğrenim görmüş. Yola öğretmen olma niyetiyle çıksa da günün birinde kendini kitapçı ve sahaf olarak bulmuş. Sahaf Turkuaz’ın iki ortağından biri olan Püzant Akbaş’ı sahada görmek pek mümkün değil. Kurumu temsil görevi, gayrı resmi olarak, diğer ortak Nedret İşli tarafından yürütülürken o odasında, kitaplar arasında vakit geçirmeyi tercih ediyor genellikle. 1980’lerin ilk yarısından beri fiilen içinde bulunduğu İstanbul kitap piyasasındaki Ermenice ve Ermeni harfli Türkçe kitap literatürü hakkında Püzant Bey dışında konuşabilecek ikinci bir isim yok. Bu nedenle mutat suskunluğunu bizim için bozan Püzant Akbaş’la yaptığımız görüşmenin anlamı büyük.

Ekim 2022

“Toplumdan kopuk bir arkeolojinin faydası yok.”

Nezih Başgelen Röportajı - “Toplumdan kopuk bir arkeolojinin faydası yok.”

Nezih Başgelen sıra dışı bir şahsiyet. Arkeolog, araştırmacı, yazar, yayıncı. Daha 1960’lı yıllarda, çocuk yaşlarda sahiplendiği “kültür insanı” kimliği, neredeyse elli yıldır durup dinlenmeden çalışmasını gerektirmiş. On beş yaşında dergi yazarı, lise yıllarında gönüllü müze çalışanı olmuş. Cep harçlıklarıyla aldığı fotoğraf makinasıyla İstanbul’u ve pek çok Anadolu şehrini sokak sokak fotoğraflamış. Çocukluk hayali olan arkeoloji eğitimine başladıktan sonra da tek kişilik bir seferberlik ilan etmiş adeta. Yirmi yaşında Türkiye’nin ilk popüler arkeoloji dergisini çıkarmış. Kazılara gitmiş, sayısı binlerle ifade edilebilecek rapor ve kitap yayınlamış bugüne dek. Arkeoloji Sanat Dergisi ve Arkeoloji Sanat Yayınları kurucusu, yayıncı, araştırmacı ve kültür insanı Nezih Başgelen’in hayatı, bir insanın tek başına ne kadar büyük bir fark yaratabileceğinin somut örneği…

Eylül 2022

“Kütüphane bir nevi otobiyografidir!”

Beşir Ayvazoğlu Röportajı - “Kütüphane bir nevi otobiyografidir!”

Yolun başlangıcı, genellikle sonuna dair ekonomik, sosyal, kültürel ipuçları içerir. Önünüzde bir patika varsa siz adımladıkça genişler, düzleşir ama geri dönüp baktığınızda çıkış noktasının ışıklarını seçersiniz. Yolculuğun devamında her zaman büyük sürprizler beklemez kişiyi. Beşir Ayvazoğlu o istisnayı yaşayanlardan. Bir Anadolu kasabası olan Zara’da, maddi imkansızlıklar içinde, dik bir yokuşta başlamış yürümeye. Sonra genişlemiş, birbirinden güzel manzaralara açılmış yolu. Bunun için çok çabalamış elbette. Önce Sivas’ta, sonra Bursa’da, derken İstanbul’da tüm titizliği ve gayretkeşliğiyle kullanmış kalemini. İlkokul yıllarında başladığı şiirle yolları, ilk gençlik döneminden sonra ayrılmış. Belki de iyi ki demeliyiz, zira bu sayede birbirinden kıymetli kitaplar okuyoruz Beşir Bey’in kaleminden. ‘Cahil cesaretiyle yazdım!’ dediği Aşk Estetiği’nin üzerinden kırk yıl geçmiş.

Ağustos 2022

“Kitap Merakı Bakımından Biraz Muallim Cevdet’e Benzerim.”

Dursun Gürlek Röportajı - “Kitap Merakı Bakımından Biraz Muallim Cevdet’e Benzerim.”

Bu ay, kültür tarihçisi, yazar ve Osmanlıca hocası Dursun Gürlek’in misafiriyiz. Gürlek, Tokat Turhal doğumlu. Okula gitmeden okumayı öğrenmiş ve o günden bugüne okuma sevdası giderek artmış bir kitap sevdalısı. Daha çocuk yaşlarda köyün yaşlılarına anlamadığı kitaplar okumuş. Ailesinden gizli kayıt yaptırıp büyük bir özveriyle devam ettiği İmam Hatip yılları boyunca Ankara’da, İstanbul’da yayınlanan dergileri, gazeteleri takip etmiş. Uzaktan uzağa, o mecralarda yazan, muhafazakar camianın önde gelen isimlerinin öğrencisi olmuş. Üniversitesi için İstanbul’a gelen Gürlek, Cemil Meriç’ten Necip Fazıl’a, ulaşabildiği dönem entelektüellerinin kapısını çalmış, iltifatlarına nail olmuş. Biz burada duralım ve gerisini kendisinden dinleyelim…

Temmuz 2022

“Su Müzesi alanında dünyanın en zengin koleksiyonuyuz!”

Ercan Topçu Röportajı - “Su Müzesi alanında dünyanın en zengin koleksiyonuyuz!”

Türkiye, özel müzelerle Koç ve Sabancı ailelerinin kurduğu başarılı örnekler aracılığıyla tanıştı. Onları takip eden ve yakın geçmişte kurulan özel müzeler, ülke kültürüne önemli bir katkı sunuyor. Türkiye’nin en genç özel müzesi olma özelliği de taşıyan İstanbul Su Müzesi, geçtiğimiz Mart ayında ziyarete açıldı. Adell Armatür bünyesinde oluşturulan koleksiyon, alanında dünyanın en zengin koleksiyonları arasında yer alıyor. Doktor Ercan Topçu’nun 1980’li yıllarda, öğrenciyken başlattığı koleksiyon, ileriki yıllarda kazandığı ivme sayesinde önemli bir açığın kapatılmasına hizmet ediyor. Sektöre musluk üreterek giren Adell Armatür, bugün yurtiçine ve yurt dışına ürün pazarlayan önemli bir sanayi kuruluşu. Kendi sahasında müze kurarak diğer sektörlerde faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarına da örnek olan Adell Armatür’ün koleksiyonunda, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerine ait binlerce eser yer alıyor.

Haziran 2022

“Taş plakta, koleksiyonu tamamlama ihtimaliniz yok!”

Cemal Ünlü Röportajı - “Taş plakta, koleksiyonu tamamlama ihtimaliniz yok!”

Asıl işi tiyatro olsa da Cemal Ünlü denildiğinde akla ilk gelen konu, Türk müzik tarihi ve taş plaklar. Kimsenin ilgilenmediği, merak etmediği, plakların pek kıymet görmediği yıllarda kişisel bir merakla işe başlayan Cemal Ünlü, zaman içinde alanın yegâne otoritesi haline geliyor. Osmanlı coğrafyasında icra edilen müzik türleri ve ‘piyasanın’ geçirdiği dönüşüm, tarihle paralel okunduğunda toplum dinamikleri açısından da önemli veriler sağlıyor. Cemal Bey’in çalışmaları sayesinde, İmparatorluğun hızla toprak, güç ve itibar kaybettiği 19’uncu yüzyılda kültür muhitinin hâlâ çok güçlü olduğunu görüyoruz söz gelimi. Adı istibdatla özdeşleşen İkinci Abdülhamid, teknoloji söz konusu olduğunda bütün imkanlarını seferber edebiliyor. Sarah Bernhardt, Lizst konser vermek için İstanbul’a geliyor. İşgal İstanbul’unda erkekler askere alınmışken konservatuar kız öğrencilerle faaliyetlerine devam ediyor. Dünyanın en büyük plak üreticileri stüdyolar, fabrikalar kuruyor şehirde.

Mayıs 2022

“Herkesin ‘hocam’ diyeceği biri olmak istedim!”

Selahattin Özpalabıyıklar Röportajı - “Herkesin ‘hocam’ diyeceği biri olmak istedim!”

Osmanlı dönemi aydın biyografilerinde sıkça geçen bir ifadedir otodidakt. Düzenli bir eğitim almamış, kendi kendini yetiştirmiş kişiler için kullanılır. Modern eğitim yaygınlaştıkça otodidakt kişi sayısı hızla düşüyor. Uzun zamandır insanları tanımaya okudukları okullardan, ders aldıkları hocalardan başlıyoruz. Çok nadir de olsa istisnalar olabileceğini hesaba katmak gerekiyor elbette. Selahattin Özpalabıyıklar bu sıra dışı isimler arasında ilk akla gelmesi gereken portre. Sehalattin Bey, bugünün dünyasında imkansız gibi görünen bir yol izleyerek ezberimizi bozuyor. Ortaokulla noktalanan düzenli eğitimi sonrasında takip ettiği kendi kendini yetiştirme sistemi, onu Türkiye’nin en önemli yayınevlerinde editörlüğe, İngiliz dilinin en önemli isimlerini tercüme edecek seviyede dil hakimiyetine taşıyor. Çevirmen, editör ve yazar Selahattin Özpalabıyıklar’ın serüveni pek çoğumuza ilham olacak nitelikte. Buyrun kendisine kulak verelim…

Nisan 2022

“Anlamsız dünyaya anlam katmaya çalışıyoruz.”

Gökhan Akçura Röportajı - “Anlamsız dünyaya anlam katmaya çalışıyoruz.”

Yazar, dramatrug, araştırmacı, koleksiyoner, senarist, reklamcı, radyo programcısı, sahafsever, efemerist Gökhan Akçura ile gözlerden uzak görkemli kütüphanesinde kitaplar, efemera dosyaları ve plaklar arasında güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Kendi tabiri ile "ıvız zıvır" tarihi konusunda önde gelen isim Akçura’nın yayınlanmış birçok çalışması bulunuyor. Akçura’yı sosyal tarih araştırmalarında benzer konuda çalışan diğer araştırmacılardan ayıran en büyük fark, bu sahada ülkemizde profesyonel olarak çalışan ilk isim olması. Dolayısıyla erken yaşlardan itibaren sahaf camiası ile yakın bir tanışıklığı var. Birçok konuda hâlâ toplamaya ve üretmeye devam ediyor.

Mart 2022

“Yaşama olanaklarının daraltıldığı toplumda insan da önemsizleşir.”

Ekrem Işın Röportajı - “Yaşama olanaklarının daraltıldığı toplumda insan da önemsizleşir.”

Tanıyanları için hiçbir ek açıklama yapmaksızın Ekrem Işın adını anmak yeterli. Ele aldığı her sahada inebildiği kadar derinlere inen; daha önce fark edilmemiş, bakılmamış, görülmemiş şeyleri titizlikle bulup çıkaran ve karşımızdaki bulanık fotoğrafı her çalışmasıyla biraz daha netleştiren bir isim Ekrem Işın. Edebiyatçı, gündelik hayat ve tasavvuf tarihi araştırmacısı, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü kurucu yöneticisi… Peş peşe sıraladığımız bu sıfatlar çalışmalarını anlamakta ve kendisini tanımakta pek yardımcı olmuyor bize. Birbiriyle çok yakın görünmeyen bütün çalışma alanları tek bir amaca hizmet ediyor; insanı tanımak ve anlamak. Ömrünün elli yılını bu çabayla geçirdikten sonra sadece bulduğu cevaplar değil, sorduğu sorular da bambaşka anlamlar kazanıyor. Şu sıralar en zor olanla, kendinin üstesinden gelmekle uğraştığını söylüyor Ekrem Bey. Yani bu söyleşi, toplumsal meseleler kadar ‘insanın anlam arayışı’na da ışık tutuyor. İyi okumalar dileriz…

Şubat 2022

“Etrafımda resim, heykel, kitap olmadan yaşayamıyorum.”

Yahşi Baraz Röportajı - “Etrafımda resim, heykel, kitap olmadan yaşayamıyorum.”

Türkiye’de isimleri bir çırpıda sayılabilecek kadar müze, belki bir o kadar sanat galerisi ve müşterinin/insanın dahil olduğu, eser alıp sattığı bir resim piyasası var. Bu bilgilere; dünya çapında sanatçı ve koleksiyonerimizin olmadığını da Yahşi Baraz ekliyor. Yokluğun bir sebebi, telaffuz edilen rakamların ortalama bütçeler için astronomik oluşu elbette. Fakat maddi imkânsızlık tek başına, mevcut manzarayı izah etmeye yetmiyor. 1800’lerin ikinci yarısından beri eser verilen, yaşanan önemli aksiliklere rağmen kültürel sermaye biriktiren bir toplumda var olan böylesine bir kuraklık, daha detaylı analiz edilmeyi hak ediyor. Akla gelen soruların ilk muhataplarından biri Yahşi Baraz elbette. Osmanlı bakiyesi bir aileye doğmuş, dedelerinden ve babasından ciddi bir entelektüel miras devralmış Baraz. Kitaplar, antikalar; eski halı, yazı, bakır koleksiyonları içinde büyümüş. 1960’ların ikinci yarısında biraz da tesadüflerin etkisiyle sanat dünyasıyla tanışmış.

Ocak 2022

“12 Eylül travmasını atlatmak için kitap topladım belki de!”

Ahmet Salcan Röportajı - “12 Eylül travmasını atlatmak için kitap topladım belki de!”

İş Bankası Kültür Yayınları; hem kurumsal kimliği hem de yayıncılık çizgisi itibarıyla Türkiye’nin önemli yayınevleri arasında. Bu başarıda büyük pay, on altı yıldır Genel Yayın Yönetmeni koltuğunda oturan Ahmet Salcan’a ait. Bankacılık kariyerini yarıda bırakarak yayıncılık işine giren Salcan, bir ihtisas kitapçısı olan Homer’in de kurucusu. Yayıncılık konusundaki yetkinliğinin yanında, en az o kadar önemli bir vasfı daha var Ahmet Salcan’ın. O sahalara meraklı insanların bir kısmının bile bilmediği çok önemli koleksiyonlara sahip. Sayıca en büyük başlık, sosyal bilimler alanında yayınlanmış kitapların yüzde doksanına yakınını barındıran Türkiye’ye dair İngilizce kitaplar. Kısa sürede bir araya getirdiği dünyada yayınlanan ilk resimli gazete olan The Illustrated London News koleksiyonu, Türkiye’de bilinen en geniş koleksiyon.

Aralık 2021

“Kütüphanemde Kontrollü Bir Delilik Var!”

Pelin Batu Röportajı - “Kütüphanemde Kontrollü Bir Delilik Var!”

Yaşadıkları mekanlar, insanlar hakkında kelimelerden daha çok şey anlatır. Bir insanı tanımaya evinden başladığınızda, portreyi doğru fonda inşa etme şansı elde edersiniz. Boşlukları doldurmak için de kelimeler imdadınıza yetişir… Gelin, söyleşiye geçmeden önce bir salon hayal edelim. Antika mobilyalar; masaların, sehpaların üzerinde dünyanın dört bir tarafından toplanmış objeler, duvarlarda Picasso, Bedri Rahmi, Nuri İyem, Erol Akyavaş ve daha onlarca ünlü yerli yabancı ressamın tabloları ve kitaplar, kitaplar, kitaplar… Pelin Batu, annesinin ve babasının kurduğu hayatı, bu fonda, onların bıraktığı yerden sürdürüyor. Ve gariptir; kurgulayanlar artık aramızda olmasa da hikaye hiç kesintiye uğramamış gibi hissediyoruz. Kendi ifadesiyle annesinin ve babasının hayatına devam ediyor Pelin Hanım. Masadaki küllük bile annesi Nevra Batu’nun bıraktığı gibi duruyor. Devraldığı miras önemli ve ilgi çekici elbette. Fakat bu kadarla sınırlı değil.

Kasım 2021

“Okuma zevki olan herkesin elinden çizgi roman geçerdi.”

Murat Sevgikuranlar Röportajı - “Okuma zevki olan herkesin elinden çizgi roman geçerdi.”

“Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk / Hiçbir yere gitmiyor” diyor ya Edip Cansever, hayat da onu doğrulamak için çabalıyor adeta. Kimi zaman şans, kiminde talihsizlik suretine bürünüp gölge gibi takip ediyor bizi çocukluğumuz. Çoğumuz o çocuğu susturmanın bir yolunu bulmuş. Bazılarınınsa böyle bir derdi yok. Onunla el ele geçiriyorlar tüm ömürlerini. Murat Sevgikuranlar onlardan biri. Nedenini tam izah edemese de çocukluğunun yakasını bırakmadığının farkında ve bundan hiç şikayetçi değil. Türkiye’nin önde gelen çizgi roman satıcılarından Murat Bey. Çizgi roman meraklıları ve koleksiyonerleri çok iyi tanıyor kendisini. 35 yıldır fiilen piyasanın içinde. Çizgi romanla mesaisi ise erken çocukluğuna kadar geri gidiyor. Kadıköy Pasajı’ndaki Pecos Bill, Teks, Ken Parker, Karaoğlan ve diğerlerinin maceralarından izlerle dolu dükkanında, özgür bir cumhuriyet kurmanın saadetini yaşıyor. Kendi dili, değerleri ve heyecanları olan bu dünyayı yakından tanımak için bize rehberlik etmesini rica ettik.

Ekim 2021

“Tarihi, müzikle anlatmayı seviyorum!”

Murat Meriç Röportajı - “Tarihi, müzikle anlatmayı seviyorum!”

Türkiye’de pop müziğin ilk örnekleri ne zaman ortaya çıktı? Pek çoğumuz bu soruya 1960’lar ve 70’ler cevabını verme eğilimindeyiz. Oysa Murat Meriç’in çalışmaları bu tarihi 1800’lerin sonlarına, ilk marş ve kanto örneklerine kadar geri götürüyor. Sonra tango, vals, jazz, rock’n roll… Toplum, dinlediği müzikle birlikte yavaş yavaş değişiyor. Müzik tercihlerini, tek başına masum bir zevk de belirlemiyor üstelik. Kulak kabarttığımız melodilere resmi otorite ve dünya siyasetinin etkisiyle karar veriyoruz. Hikaye uzun ve hayli ilgi çekici. Detayları, 1990’ların ikinci yarısından beri Türk pop müziği hakkında araştırmalar yapan Murat Meriç’ten dinleyeceğiz. Meriç, çocukluktan itibaren iyi bir müzik dinleyicisi olmuş. Üniversite yıllarında tesadüfen müzik yazıları yazmaya başlamış ve sahadaki boşluk sebebiyle kendini müzik araştırmacısı olarak bulmuş. 2006 yılında piyasaya çıkan ilk kitabı Pop Dedik’i, 100 Soruda Memleket Tarihi ve Hayat Dudaklarda Mey kitapları izlemiş…

Eylül 2021

“Entelektüel olan hiçbir şey bana yabancı değil.”

Hilmi Yavuz Röportajı - “Entelektüel olan hiçbir şey bana yabancı değil.”

Herkesin başka bir yönüyle, kendi meşrebince ilişki kurduğu insanlar vardır. Hilmi Yavuz da şairliği, eleştirmenliği, düşünceleriyle her birimiz için farklı anlamlara gelen entelektüellerden. Şairliğinin altını çizsek düşünce adamlığına haksızlık etmiş olacağız. Kendi eserlerini öne çıkarsak eleştirileriyle ufkumuzu açtığını unutacağız. Bu açmazdan kurtulmanın yolunu, eserlerini değil de Hilmi Yavuz’u inşa eden insanları ve muhiti konuşmakta bulduk. Üzerinde izi bulunan hocaları, yazarları, zamanları, şehirleri tanımak; Hilmi Yavuz’a ve eserlerine bir adım daha yaklaşma imkanı sunabilir. Ve kim bilir; 85 yıllık bu zamanda yolculukta, bize rehberlik edecek bazı ipuçları da bulabiliriz belki...

Temmuz 2021

“Varlık, ‘Türk Edebiyatı Var!’ demek için kuruluyor!”

Filiz Nayır Deniztekin Röportajı - “Varlık, ‘Türk Edebiyatı Var!’ demek için kuruluyor!”

Yaşar Nabi Nayır, çağdaş Türk Edebiyatı’nın bugün bulunduğu noktaya gelmesinde büyük emeği olan bir isim. Pek çoğumuzun cep boy edebiyat kitaplarıyla tanıdığımız Varlık Yayınları’nın da kurucusu olan Nayır, Balkan Savaşları’nın yarattığı buhran ortamı sebebiyle çocuk yaşta evini geride bırakıp Türkiye’ye geliyor. Maddi imkansızlıklar sebebiyle Galatasaray Lisesi’nden sonra eğitimini sürdüremiyor. Cumhuriyet’in kurumlarının yeni yeni tesis edildiği 1930’lu yılların başında, daha genç bir çevirmenken, Türk Edebiyatı’nın var olduğunu kanıtlamak amacıyla bir edebiyat dergisi çıkarmaya karar veriyor. Günümüze dek kesintisiz devam edecek olan Varlık dergisi, büyük bir idealin meyvesi olarak 1933 yılında başlıyor yayın hayatına.

Mayıs 2021

“Türklerle ilgili çıkmış bütün dergileri topladım.”

Bülent Kutlu Röportajı - “Türklerle ilgili çıkmış bütün dergileri topladım.”

Bülent Kutlu İzmir’de yaşıyor. 44 yıldır süreli yayın toplamakta. Çizgiroman ile başladığı biriktirme serüveni Türkçü ve siyasi dergiler koleksiyonculuğu ile zirveye çıkmış. Son yıllardaki ilgi alanı fanzinler ve tiyatro dergileri.. Türkiye süreli yayın koleksiyonerleri arasında hâlâ faal birkaç büyük isimden biri…

Mayıs 2021

“Mezar Taşıma ‘Çalışmaya Doyamadan Gitti!’ Yazın…”

Nurhan Atasoy Röportajı - “Mezar Taşıma ‘Çalışmaya Doyamadan Gitti!’ Yazın…”

Nurhan Atasoy, Türkiye’nin yetiştirdiği en yetkin sanat tarihi araştırmacıları arasında ilk sıralarda yer alıyor. 1950’lerde başladığı çalışmalarını, ilk günden bugüne aynı titizlikle sürdürüyor. Bırakın kitabı, makale yazmak için bile yeterli kaynağın bulunmadığı konular, onun ilhama açık zihninde emsalsiz eserlere dönüşüyor. Osmanlı Bahçeleri ve Hasbahçeler, Derviş Çeyizi; Türkiye'de Tarikat Giyim - Kuşam Tarihi, İznik Seramikleri, Surname-i Hümayun: Düğün Kitabı, İpek: Osmanlı Dokuma Sanatı, Otağ-ı Hümayun: Osmanlı Çadırları, Yadigar-ı İstanbul: Yıldız Sarayı Fotoğraf Albümleri, Matrakçı Nasuh ve Menazilnamesi… sayısını hatırlamadığı araştırmalarından sadece bir kaçı. Nurhan Hoca kitaba ve kaynağa ulaşmanın bugüne kıyasla hayli zor olduğu yıllarda çıkıyor yola. Tek bir konu için aylarca süren yolculuklar yapıyor. Çalışmalarının kitaba dönüşmesi yıllar alıyor.

Nisan 2021

“Gırgır’ın temeli bizim evde atıldı.”

Turhan Günay Röportajı - “Gırgır’ın temeli bizim evde atıldı.”

Turhan Günay, Türk yayıncılığını ve çağdaş Türk edebiyatını en iyi bilen birkaç isimden biri. Gazeteci, yayıncı, eleştirmen ve kendisi öyle isimlendirmese de koleksiyoner. 1960’ların sonunda üniversite eğitimi almak için geliyor İstanbul’a. Ama yolunun, hayatının geri kalanını geçireceği mecraya evrilmesi uzun sürmüyor. Önce gazetecilik, sonra dönemin bütün önemli kalemlerinin katıldığı Cuma toplantıları ve elbette Oğuz Aral’la tanışması. Takvimler 1971’i gösterdiğinde henüz mühendislik fakültesi öğrencisi olan Turhan Günay, bu söyleşide boyutları hakkında fikir sahibi olacağınız tecrübeyi kazanmaya başlıyor. 70’li ve 80’li yılların gençleri Gırgır’dan tanıyacaktır kendisini. Ve okurlar tabii ki 1991’den itibaren çıkardığı Cumhuriyet Kitap Eki’nden. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Turhan Günay’la baş başa bırakalım. Keyifli okumalar…

Mart 2021

"İyi tasarlanmış bir koleksiyon, tarih kitaplarında bulamayacağınız bilgiler sunar."

Timur Kuran Röportajı -

Prof. Dr. Timur Kuran, örneğine az rastlanır bir akademisyen. Henüz 5 yaşındayken başladığı koleksiyonculuğu, Kuran’ı anlatmak için kullanılacak ilk sıfat. İktisat tarihçisi, araştırmacı ve yazar kimliklerinin her biri; koleksiyonculuğundan besleniyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin Kurucu Rektörü Aptullah Kuran’ın oğlu olan Timur Kuran’ı, bugün bulunduğu noktaya taşıyan unsurların başında yetiştiği çevre geliyor. Aile ortamında, henüz okuma bilmeyen bir çocuğun tüm soruları dikkatle cevaplanıyor. İlgi alanları destekleniyor ve cesaretlendiriliyor… Bazıları dünya çapında, onlarca koleksiyona sahip olan Duke Üniversitesi Öğretim Üyesi Timur Kuran’la yaptığımız bu sıradışı söyleşi, pek çok konuda ip uçları içeriyor. Öncelikle koleksiyonerlere ve koleksiyon yapmaya niyetli okurlarımıza söyleyecek çok şeyi var Kuran’ın. Ama sadece onlara değil! Tarihe ve gündelik hayatın satır aralarında gizli ipuçlarını takip etmeyi seven bizlere de… Sabırla okumanızı tavsiye ederiz…

Ocak 2021

"Bizim bir şansımız var, dünyanın en nadir pulları bizde."

Yaşar Temiz Röportajı -

Yaşar Temiz, filateli koleksiyoncularının yakından tanıdığı bir isim. Pul toplamanın bugüne nazaran çok daha muteber olduğu 1970'li yıllarda, şans eseri başlamış koleksiyon yapmaya. O zamanlar, harçlığını çıkarmak için çalışmak zorunda olan bir üniversite öğrencisi. Bütün sermayesi, mütevazı bir bütçe ve büyük bir merak. Topladıkça ilgisi artmış, ilgilendikçe de devamı gelmiş. 1980'lerin başında kurulan Burak Filateli, 40 yıl içinde Türkiye'den hatta dünyadan önemli koleksiyoncuların uğrak yeri konumuna ulaşmış. Binlerce müzayede yapmış Yaşar Bey. Bir o kadar katalog hazırlamış. Milyonlarca evrak görmüş. Sahanın en önemli isimlerini yakından tanımış. 4 kitap hazırlamış... Gelin Yaşar Temiz'in değerlendirmelerine birlikte kulak verelim...

Aralık 2020

"Hikayesiz bir yaşamın anlamı yok."

Emine Çaykara Röportajı -

Bu kez Emine Çaykara eşliğinde huzurlarınızdayız. Konuşulacak çok şey var; Arkeoloji eğitimi, çevirmenlik, biyografi yazarlığı, İstanbul'a karşı duyduğu tutkulu aşk ve tabii Halil İnalcık, Muhibbe Darga ve Oktay Sinanoğlu... Çok renkli bir kariyeri var Emine Hanım'ın. Ve biriktirdiği çok hikâye... Evinin kapısından içeri girdiğinizde atmosferin değiştiği hemen hissediliyor. Kendisi sadece bir köşeye o ismi verse de, aslında Emine Çaykara'nın evinin tamamı bir zamanda yolculuk mekânı. Duvarlarda Muhibbe Darga'dan, Mehmet Abud'dan yâdigar tablolar, masanın üstünde Halil İnalcık'ın el yazısı notları, büyükannesinin koltuğu, babasının masası, antikacılardan toplanmış dolaplar, raflar... Hikayeler ve hatıralar arasında yaşıyor yani. Çok geriye gitmiyor belki zaman makinesi ama geçtiğimiz yüzyılda çok güzel duraklarda duruyor. Buyurun siz de eşlik edin bize...

Kasım 2020

"Koleksiyon hastalık değil, iyi bir tedavi yöntemi..."

Ahmet Yamaç Röportajı -

Herkes; zaman içinde gündelik hayatın sıradanlığını aşmak için, imkanı ve ilgisi doğrultusunda bir yol bulur kendine. Ahmet Yamaç'ın bugün mütevazı bir müze boyutlarına ulaşan koleksiyonları da böyle bir meşgale arayışı sonucunda doğmuş. İşler yoluna girmiş, hayat sükunete ermişken gönül eğlemek kastıyla rotasını sahaflara doğru kıran Yamaç, 'tesadüfler neticesinde' önemli bir birikimin sahibi olmuş. Anadolu'nun farklı şehirlerindeki sahaflardan, antikacılardan, bit pazarlarından toplanan çeşitli başlıklardaki malzeme, 30 yıldır can yoldaşlığı ediyor Ahmet Bey'e. Kendisine sorarsanız berber malzemelerinden kuş kafeslerine, kitap ayracından Süheyl Ünver evrakına uzanan birbirinden farklı ve renkli koleksiyonlarla yolları ayırma vakti gelmiş, gözü de gönlü de doymuş artık.

Ekim 2020

"Herkes Günün Birinde Çocukluğunu Toplar."

Turgay Erol Röportajı -

Turgay Erol, nam-ı diğer Kaptan'ın misafiriyiz bu kez. Vitrinde sergilenen malzemeye ilgisi olsun olmasın, yolu İstiklal Caddesi'ne düşen hemen herkes Denizler Kitabevi'nin önünde bir süre oyalanmıştır. Sergilenen / satılan prestij kitaplar, nadir eserler, objeler; mimarisi ve iç dekorasyonuyla hayli davetkâr bir mekan Denizler Kitabevi. Turgay Bey 1993'te kurduğu işletmeye ısrarla 'sahaf' demiyor. Bir 'meraklısına' dükkan burası. Turgay Erol'un ilk gençlik hayallerinde olduğu gibi deniz tutkunlarına hizmet vermek için kurulsa da ilgi ve faaliyet alanı zaman içinde genişlemiş. Mottoları çok net, "Bizde olmayabilir ama nerede olduğunu bilir, sizi yönlendiririz!" Bu iki cümle Kaptan'ın meseleye ve mesleğine bakış açısı hakkında da önemli bir ipucu veriyor. 40 yıllık ilgi, 30 yıllık mesai neticesinde malzemenin geçici, bilginin kalıcı olduğunu idrak etmiş Turgay Bey. Koleksiyona ve koleksiyonculuğa da derinlemesine bilgiye erişmenin yolu olarak bakıyor.

Eylül 2020

"Kartpostaldaki imajı ne fotoğraf, ne gravür karşılar."

Murat Kargılı Röportajı -

Şu günlerde 4'üncü kitabı üzerinde çalışan koleksiyoner Murat Kargılı'nın hikayesi, bir soruyla başlıyor. Tüm koleksiyonerlerin ortak noktası olan merak ve tutku, onda bir umre ziyareti sonrası kendini gösteriyor. Kutsal şehirleri ziyaret eden hemen herkesin aklından geçen, ‘tarihinden ve ruhundan koparılmış bu şehirler 100 yıl önce nasıldı?' sorusu, isminin önüne ‘araştırmacı' vasfı eklenmesiyle sonuçlanacak bir yola sevkediyor Murat Beyi. İstanbul'un tarihi mekanlarından Kanaat Lokantası'nın işletmecisi de olan Murat Kargılı, kısa süren bir acemilik süreci sonrasında, araştırmacı titizliği ve dikkatiyle sahada kayda değer bir yer ediniyor. Mekke, Medine, Kudüs, Hac gibi konularda akla ilk gelen isim olan Kargılı, ikinci kitabı henüz piyasaya çıkmışken yenisi için kolları çoktan sıvamış bile...

Temmuz 2020

"Kitap çağlara, savaşlara, büyük aşklara tanıklık ediyor."

Hamdi Alkan Röportajı -

Sahaf camiasında, Türk Tiyatro Tarihi yazması yönünde bir beklenti olduğunu fark etmek şaşırtıcıydı bizim açımızdan. Zira herkes gibi biz de sadece oyuncu ve yönetmen kimliğiyle tanıyorduk Hamdi Alkan'ı. Sonra 90'larda sahaf çıraklığı yaptığını öğrendik. Ve tabii tiyatro tarihi konusunda iyi bir arşivi olduğunu da. Fakat bu kadarla sınırlı değilmiş Alkan hakkında bilmediklerimiz. 1980'lerin ortalarında önce Beyazıt'ta, ardından Ortaköy'de tezgâh açtığını, o tarihlerden beri, kendi tabiriyle 'ayakçılığa' hiç ara vermediğini, tesbihten Osmanlı kartpostallarına, tiyatrodan teneke oyuncaklara pek çok alanda hatırı sayılır koleksiyonlar yaptığını ve hatta günün birinde bir sahaf dükkânı açma hayali kurduğunu öğrenmek için sohbet etmemiz gerekiyormuş. Buyrun siz de katılın sohbetimize...

Mayıs 2020

"Sahaflar olmasa bu koleksiyon olmazdı!"

Rüyan Soydan Röportajı -

Ortamın verdiği ipuçlarından yola çıkarak Rüyan Soydan'ın mesleği hakkında tahmin yürütme şansınız yok. 3 duvarı kitaplıklarla kaplı odanın kalan boşlukları Şerif Muhittin Targan imzalı bir resim, hat ve ebru tabloları ve yakın tarihlere kadar kullanılıyor olsa da bugün artık 'antika' vasfı kazanmış çeşitli objelere ayrılmış. Ama kısa bir mesai; ortama tek bir ismin, Mehmet Akif Ersoy'un hâkim olduğunu anlamaya yetiyor. 2000'lerin başlarına kadar Mehmed Akif'in Rüyan Bey'in hayatındaki yeri ve anlamı hemen hepimizinkiyle aynı. İstiklal Marşı şairi olmasının yanısıra vatanperver ve ahlaklı bir insan olmasından kaynaklı bir saygı besliyor Akif'e karşı. Ancak 2002 senesinin son aylarında yaptığı Mısır seyahati yeni bir başlangıca vesile oluyor. Geçtiğimiz 15 yılda bütçesinin ve mesaisinin önemli bir kısmını işgal eden Mehmet Akif koleksiyonunu Rüyan Bey'den dinliyoruz.

Mart 2020

"Babam kitapla varolan bir adam."

Halil Bingöl ve Barış Bingöl Röportajı -

Halil Bingöl, sahaflık mesleğinin eskilerinden. 70'lerde müşteri olarak gidip gelmeye başladığı Sahaflar Çarşısı'na, 1980'de, mesleğini bir kenara bırakarak çırak olarak girmiş. Muhittin Eren, Aslan Kaynardağ, Muzaffer Ozak, İbrahim Manav gibi mesleğin eskilerini yakından tanımış, ticaretlerini gözlemlemiş. Sahaflığın geride kalan 40 yılına yakından şahitlik eden Halil Bingöl'e 15 yıldır oğlu Barış da eşlik ediyor. Barış Sahaf'ın Anadolu ve Avrupa yakası temsilcisi olan baba-oğul, mesleğin bugününü ve geleceğini de temsil ediyor.

Şubat 2020

"Okulda yalnızca 1453'ü ve Atatürk'ü öğrendik."

Nobuo Misawa Röportajı -

Prof. Dr. Nobuo Misawa, 1980'lerin ikinci yarısından itibaren Osmanlı Tarihi ve Türk Japon ilişkileri konularında araştırmalar yapan bir Türkolog. Fujio Mitsumashi ve Yuzo Nagata'dan izini takip ederek Osmanlı Tarihi çalışan Misawa'nın Osmanlı ilgisi çok erken yaşlarda başlamış. Ortaokul yıllarında okuduğu tarih kitaplarının Ortaçağ'ın iki büyük imparatorluğundan biri olan Osmanlı'dan bahsetmediğini farketmesiyle doğan merak, 40 yıldır devam eden akademik çalışmalarının temel motivasyonu olmuş. Yüksek lisansta, hem de hiç Türkiye'ye gelmeden Malatya tarihi ve Dulkadiroğulları Beyliği'ni çalışan Nobuo Misawa'yı bugün meşgul olduğu konulara çeken ilk büyük araştırma ise Türk Japon ilişkilerini başlattığı varsayılan Ertuğrul Fırkateyni kazası...

Ocak 2020

"Kendimi hep Nâzım'a ve Ahmed Arif'e yakın hissettim."

Haluk Oral Röportajı -

Haluk Oral, Boğaziçi Üniversitesi'nden emekli bir matematik profesörü. Başlıca çalışma konuları; kodlar teorisi, şifreleme ve kombinatorik. Ancak Hoca'yı tanıyanların sadece bir kısmı bu ihtisasını biliyor. Matematik sahasındaki çalışmalarının detaylarındansa, meslektaşları ve öğrencileri dışında pek kimsenin haberi yok... Bizim için Haluk Oral, Türkiye'nin en büyük imza koleksiyoneri. Tarihçi olmasa da Çanakkale Savaşı'nı ve cephe gerisini en iyi bilen isimler arasında. Edebiyatçı değil ama Nâzım Hikmet ve Orhan Veli denildi mi gözler Hoca'ya dönüyor... Oral'a mesleğinin yanında yeni ihtisas sahaları kazandıran çalışmalarının ilk tohumları, çocukluk yıllarında okuma merakıyla ekilmiş. Uzunca bir süre filizlenmeyi beklemiş o tohumlar. Yüksek Lisans sonrası Kanada'da kendisine hediye edilen imzalı Nazım Hikmet kitabı, toprağına can suyu olmuş adeta.

Aralık 2019

"İçime Süheyl Ünver'in ruhu kaçmış sanki."

Mert Sandalcı Röportajı -

Mert Sandalcı'nın Nişantaşı'ndaki ofisindeyiz. Yine yoğun bir çalışma döneminde. Üniversitede Eczacılık Tarihi dersi vermeye devam ediyor. Bir yandan da İzmir merkezli bir projenin içinde. Kendisinin, sahaya yeni girdiği yıllarda uyguladığı yöntemle tanıtalım Sandalcı'yı. 1980'lerin ortalarına kadar büyük ve başarılı işler yapmış bir İnşaat Mühendisi Mert Bey. Aslında hiç aklında yokken, bir anda ve dramatik bir şekilde farketmiş yapmakta olduğu işin onu geleceğe taşımayacağını. Her biri alanında büyük boşluklar dolduran kitapların, bir benzeri olmayan koleksiyonların arkasında işte o yüzleşme var. İlk kitabı Max Fruchtermann Kartpostalları 2000 yılında çıkmış piyasaya. O tarihlerden beri giderek artan bir hızla araştırmaya ve yazmaya devam ediyor. Yaptığı işleri ilk günkü heyecanıyla anlatıyor. İlginçtir, neredeyse her başlık çocukluğuna görünmez bağlarla bağlıyor Sandalcı'yı.

Kasım 2019

"20 sene sonra 'Çıraklık bitti!' dedim."

Lütfi Bayer Röportajı -

Lütfi Bayer, 30 yıl önce eğitimini aldığı meslek yerine kitapçılık yapmaya karar verdiğinde niyet etmiş Babil Kitaplığı'nı kurmaya. İşi kitap satmak olan biri için gerçekleştirilmesi zor bir hayal. Ama imkansız değil! Nitekim Lütfi Bey, Babil Sahaf çatısı altında kitap kitap yükseltiyor kulesini. Selimiye Kışlası'nın devasa bir sahaf işliğine dönüştürülmesi fikri karşılık bulsa, hedefi asıl o zaman gerçekleşecek. Ancak ülkenin yakın geçmişini hurda depolarından, eskicilerden, boşaltılan evlerden çıkan malzeme ışığında değerlendiren Lütfi Bayer, pek de iyimser bir tablo çizmiyor.


Ekim 2019

"Devleti bulsam müzeler kuracaktım!"

Zeki Kuşoğlu Röportajı -

Kadıköy'de bir hanın 2. katı. İçerideki kalabalık, yarı açık durumdaki sürgülü kapının sınırında son buluyor. Koltuklar için açılan yer dışında boşluk yok odada. Duvarlar, yerler, masa ve sehpaların üstü, birbiriyle bağlantısını sadece Zeki Bey'in kurabileceği binlere objeyle dolu. Bir ömrün hülasası var karşımızda. Hangi malzemeyi elimize alıp konuşmaya başlasak mevzu aynı yere, Mehmet Zeki Kuşoğlu'nun hayat gayesine gelecek; sahip çıkanı az bir kültür dünyasına hizmet etmek. Gaziantep'te, zenaatkâr bir aileye doğmuş Kuşoğlu. 4 yaşında heykel yapmaya başlamış. Sonrası bilindik hikaye; ilk ve orta öğrenim yılları boyunca resim kabiliyetiyle öne çıkmış, sınıf arkadaşlarının ödevleri onun elinden geçmiş. Nihayet Güzel Sanatlar Akademisi ve devlet bursuyla gittiği Almanya. Biz buradan sonrasını konuşuyoruz, zira 5 yıl kaldığı Avrupa'dan başka bir insan olarak dönmüş Zeki Bey. Mevzunun bizi daha çok ilgilendiren kısmı da o zaman başlamış...

Eylül 2019

"Türkan Şoray'la ilk röportajı ben yaptım."

Agah Özgüç Röportajı -

Agah Özgüç, Türk Sineması tarihi açısından önemli bir isim. Kendini 'sinema tarihçisi' kabul etmese de Yeşilçam'a dair pek çok bilgi ve belge, onun sayesinde kayda geçti. 1960'da gazetecilikle birlikte başladığı koleksiyonu sayesinde yapım şirketlerinde ve sanatçılarda bile olmayan döküman ve görüntünün günümüze ulaşmasını sağladı. Sayısını bilmediği kitaplarına bir yenisini eklemek üzere son hazırlıkları yapan Agah Özgüç'le sohbetimiz, Yeşilçam filmlerinin afişleriyle dolu bir koridorda başladı. Sedat Simavi'nin çektiği, ancak şimdiye dek hakkında hiçbir kayıt bulunmayan iki filmle ilgili yeni belgeler yer alacak bu çalışmasında. Heyecanı hâlâ dipdiri. Kafasında ve arşiv dosyalarında yazılmayı / yayınlanmayı bekleyen çalışmalar sıranın kendilerine gelmesini bekliyor...

Ağustos 2019

"Kitabı ve arabayı Ankara'dan alacaksın!"

Güven Özgüç Röportajı -

Güven Özgüç, Ankara'nın genç sahaflarından. Piyasaya, evlerden ve hurdacılardan kitap aktığı günlere yetişememiş. Kaynak, malzeme ve müşteri eskiyle kıyaslanamayacak kadar değişmişken mesleğe yeni bir dil kazandırmaya çalışan esnafa iyi bir örnek teşkil ediyor Güven Bey. Ankara piyasası ve yeni neslin sahaflığa bakışını öğrenmek istiyorsanız buyrun başlayalım...

Temmuz 2019

"Koleksiyonculuk da matematik gibi bir bilim!"

Korkut Erkan Röportajı -

Ankara, Tunalı Hilmi'de, içi binlerce objeyle dolu bir mekan. Gözünüz neye değse, yarım kalmış bir anlatı beliriyor önünüzde. Geçmiş, hiç bitmiyor zira. Ona temas eden her yeni insanla, başka bir anlam kazanarak devam ediyor. Korkut Erkan ve eşi Nur Hanım 25 yıl önce açmış Eski Zaman Sanat ve Kültür Merkezi'ni. Adı bu ama biz şirin bir 'antikacı' dükkanından bahsettiğimizi söyleyelim ki hayalinizde canlandırmanız kolay olsun. Fakat sıradan bir mekan değil burası. İki kişinin emeği neticesinde bu küçücük dükkandan; bir dernek, 20 yıldır devam eden bir müzayede ve onlarca kitap ve sergi doğmuş. Korkut Bey, hatırı sayılır bir koleksiyoncuyken kaderin cilvesiyle kendini tezgâhın diğer tarafında buluvermiş. Ve başkalarının 'bitti' diyebileceği yerden, yepyeni bir yola çıkmış. Bize sorarsanız iyi de yapmış. Buyrun kendisinden dinleyelim...

Haziran 2019

"Ağabeyimin çalışmalarından hastalığından sonra haberdar olduk!"

Belma Aksun Röportajı -

Belma Aksun, kökü Balkanlara dayanan bir Osmanlı ailesine mensup. Dedelerden itibaren bütün aile çeşitli kademelerde devlet hizmetinde bulunmuş. Belma Hanım da uzun yıllar gazetecilik yaparak dahil olmuş bu halkaya. 1940'lı yılların Konya'sında büyüyen Aksun'un hayatında pek çok insanın izi var elbette. Ancak en kalıcı etki şüphesiz ki ağabeyi tarihçi, yazar Ziya Nur Aksun'a ait. 46 yaşında felç geçiren Ziya Nur Bey, o zamana kadar, en yakınındakilere dahi sezdirmeden önemli işler yapmış, eserler vermiş bir isim. Belma Aksun'dan Konya'dan İstanbul'a resimden gazeteciliğe pek çok şey dinledik elbette. Ancak söyleşinin asıl konusu, 2010 yılında kaybettiği ağabeyi Ziya Nur Aksun'du...

Mayıs 2019

"Doymayan bir iştahım var."

İsmail Kemal Sayğan Röportajı -

Herkesin kabul ettiği gibi koleksiyonerlik, bir aşırılık meselesi. Önlenemez bir sahip olma, biriktirme arzusu. Avukat İsmail Kemal Sayğan, "doymayan bir iştah" diye tanımlıyor kendi durumunu. Ancak doyuma ulaşan her koleksiyon zamanla yol ayrımına getiriyor sahibini. Hikaye er ya da geç; kişinin ve koleksiyonun imkanına göre kütüphane ya da müze kurmak, bağışlamak ya da pes edip elden çıkarmak şeklinde sonuçlanıyor. İsmail Bey, üniversite yıllarından beri defalarca farklı temalarda koleksiyon yapmış, her birini bir sebeple noktalamış bir koleksiyoner. Bazen hayatî ihtiyaçların bile önüne geçebilen bir tutkuyu ıslah etmek, vazgeçmek, yok saymak o kadar da kolay olmuyor. Olmamış nitekim. Defalarca 'Bu son!' dedikten sonra bakmış ki sözünü tutamıyor, kızına bir sahaf dükkanı açmakta bulmuş çareyi... Öncesini ve sonrasını kendisinden dinleyelim...

Nisan 2019

"Bizim oksijenimiz kitap!"

Ahmet Yüksel Röportajı -

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçerken yaşanan dönüşümün önemli kararlarından biri, başkentin İstanbul'dan Ankara'ya nakledilmesiydi. Bu karar, sadece siyasetin merkezini değiştirmiyordu. Aynı zamanda kültürel birikimin toplanacağı yeni bir havuz ortaya çıkmıştı. 1920'lerde orta halli bir Anadolu kasabası görünümündeki Ankara, yeni kimliğini hızla benimsedi. Şehrin, günümüzde pek çok önemli temsilcisi bulunan ilk kitapçıları da o tarihlerde kuruldu. 1980'lerin ikinci yarısından itibaren Sanat Kitabevi'nde Ankaralı kitapseverlere hizmet sunan Ahmet Yüksel; kendi tecrübeleri, meslek büyüklerinden dinledikleri ve okuduklarından hareketle Ankara kitapçılığının yakın geçmişine bir seyahate çıkardı bizi. Ulus'ta kurulan ilk sahaf tezgâhları, merkezin 1950'lerde Kızılay'a kayışı; eski konaklardan, Bâlâlı eskicilerden sahaf dükkanlarına akan envai çeşit kitap ve tabii insanlar ve anılar... Ahmet Yüksel rehberliğinde 100 yıllık bu gezide bizi eşlik etmek isterseniz buyrun...

Mart 2019

"Ramses değiliz ki tombak buhurdanla gömülelim!"

Bahattin Öztuncay Röportajı -

Koleksiyoner, araştırmacı ve Arter Genel Koordinatörü Bahattin Öztuncay, 1990'ların ikinci yarısından itibaren imza attığı her işle adından söz ettirmiş önemli bir isim. Viyana'daki öğrencilik yıllarında başlayan tarih ve koleksiyon merakı zamanla hobi olmaktan çıkıp yeni bir iş alanı açmış Bahattin Bey'e. 2000 yılında faaliyete geçen Arter'de, önemli sergi ve kitap projeleri yapan ekibin başında bulunan Öztuncay, aynı zamanda Koç Holding'de üst düzey yöneticilik yapıyor. Ömer Koç'u ve koleksiyonunu da yakından tanıyan Bahattin Öztuncay'la şahsi çalışmalarını ve Ömer Koç koleksiyonunu konuştuk. İyi okumalar...

Şubat 2019

"Etrafta kitap olunca kendimi güvende hissediyorum."

Saadet Özen Röportajı -

Saadet Özen; mektepli bir arkeolog, alaylı edebiyatçı, profesyonel rehber ve sahada yeni bir tarihçi... 10 yılı aşkın süredir, iddiadan uzak bir tavırla; belgeseller, kurum ve şehir tarihi çalışmaları, müze ve arşiv projeleri gibi önemli işler yapıyor. İki yıl kadar önce başladığı sosyal medya paylaşımlarından önce, Saadet Hanım'dan ve işlerinden sınırlı bir çevre haberdardı. Yapımına katkı sağladığı belgeseller aracılığıyla tanıştığı film arşivleri, onun gibi pek çok takipçisi için de yeni ufuklar açtı. Saadet Özen'le Nakkaliye'de; babasının marangoz tezgâhından devşirdiği masasının başında buluştuk. Makedonya'dan Rusya'ya, Yeni Zelanda'dan Hollanda'ya dünyanın çeşitli yerlerindeki arşivlerden bulup çıkardığı görüntülerden hareketle projelerini, yakın geçmişte yeniden şekillenen tarihçilik anlayışını ve görüntülerin hangi katmanlarda hangi sorulara cevap verdiğini konuştuk. Buyrun sohbete...

Ocak 2019

"Büyük bir edebi birikim kaybolup gidiyor."

Selim İleri Röportajı -

2018'de yazarlığının 50. yılını kutladığımız Selim İleri, yazdıkları kadar hatırladıkları ve aktardıklarıyla da Türk edebiyatına eşsiz bir hizmet sunmaya devam ediyor. İleri'nin edebiyatla bağı ilk çocukluk günlerinde başlıyor. Anne, baba ve ablasının farklı zevklere hitap eden kitaplıkları; öğle uykusuna yatırılırken dinlediği masallar; Kadıköy'de, Beyoğlu'nda, Cağaloğlu'nda ilk kitaplarını aldığı kitapçılar, yazmayı bir tutku olarak benimsemesine sebep olan ilk okuma tecrübesi... neredeyse ilk günkü tazeliğiyle duruyor hafızasında. İleri, onu bugünlere taşıyacak bir muhitin içine doğuyor adeta. Yolu, Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı'nın pek çok önemli kalemiyle kesişiyor. Attila İlhan'dan Cemal Süreya'ya, Peride Celal'den Yakup Kadri'ye ve Kemal Tahir'e ve Behçet Necatigil'e pek çok isim bir görünüp kayboluyor. Her birini önce okur ama bunun yanında öğrenci, dost, dert ve sohbet arkadaşı sıfatıyla anlatıyor İleri...

Aralık 2018

"Askerde kitaplarımı toprağa gömüyordum."

Mevlüt Ceylan Röportajı -

Mevlüt Ceylan, Türkiye ve Ortadoğu'daki yazma eserler konusunda uzman bir isim. Mesleğe, tesadüfler sonucu Şam'da başlıyor. Türkiye'ye yerleşmeden önce İran, Beyrut, Mısır başta olmak üzere Arap coğrafyası literatürü konusunda kayda değer bir tecrübe kazanıyor. 20 yıllık profesyonel hayatın gerisinde, tüm hayatı boyunca devam eden kitap tutkusu var. Yatılı okulda, askerde, üniversite öğrencisi olarak gittiği Suriye'de bu tutkunun izini sürerek buluyor yolunu. Detayları kendisinden dinleyelim...

Kasım 2018

"Bizim toplum kitabın bir meta olduğunu henüz anlamış değil."

Hakan Erdem Röportajı -

Y. Hakan Erdem, Osmanlı tarihine ilgi duyanların aşina olduğu bir isim. Tarihçilik tarzı, eserleri, tartışmalı ya da tartışması uzun zaman önce kapanmış konulara yönelik yaklaşımıyla ortalamanın dışında bir 'tarihçi' profili sergiliyor. Subjektif yorum yapmaktan kaçınan, bir belgenin, üzerinden asırlar geçtikten sonra bile yeni bir gözle bakmayı başaranlara yeni şeyler söyleyebileceğine inanan Hoca, yaşanmış tecrübelerden hareketle varıyor bu düşünceye... Hakan Erdem, 70'li yılların sonlarından beri sahaf müşterisi. O ortamlarda çok insan görmüş, çok kitap ve belgeyle temas etmiş ve haliyle çok 'hikâye' biriktirmiş. Zira Hakan Erdem'e göre 'Kurumsallaşmanın olmadığı yerde anekdot birikiyor!' Buyrun birlikte dinleyelim...

Ekim 2018

"Eşyaya sinmiş rüyalar alıp satıyoruz."

Bahtiyar İstekli Röportajı -

Günümüz sahaflığından bahsedilecekse akla ilk gelecek isimlerden biri, Bahtiyar İstekli olmalı. İstekli'nin İstanbul sahafları arasında geçirdiği 30 yıl, bir yakın tarih panoraması sunuyor bize. Sahaf dükkanlarında alınıp satılan malzemenin ve o malzemeye talip olan müşterinin geçirdiği dönüşüm, içinde bulunduğumuz kültür ortamına dair yabana atılmayacak ipuçları içeriyor. Osmanlıca evrak konusunda ihtisas sahibi olan İstekli'nin esnaf, araştırmacı ve yazar olarak çizdiği çerçeve, sahafiye malzemenin ifade ettiği mânâyı da etraflıca ortaya koyuyor.

Haziran 2018

"Efemeranın Önemini Geç Farkettim."

Haluk Perk Röportajı -

Haluk Perk, sanat tarihi ve arkeolojik eser koleksiyonculuğu ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı bir isim. Sahaya geç sayılabilecek bir dönemde, 1980'lerin ikinci yarısında girmiş olsa da pek çok başlıkta dünya çapında koleksiyonlar oluşturmuş durumda.

Mayıs 2018

"Koleksiyon yapmak, Taksim Meydanı'nı karış karış satın almak gibidir."

Uğur Güracar Röportajı -

Librarie de Pera, 1900'lü yılların ilk yarısından beri İstanbul kitapçılık tarihi açısından önemli bir yere sahip. Uğur Güracar, bu yüz yıllık hikayeye 1984'te dahil oluyor. Kuruluşundan itibaren azınlık mensubu isimler tarafından işletilen Librarie de Pera'yı Talya Nomidis'ten devralan Güracar, o tarihten itibaren Türkiye sahaflığı açısından önemli işlere imza atıyor. Cumhuriyet tarihinin ilk kıymetli kitap müzayedelerinin altında, Librarie de Pera yani Uğur Güracar imzası bulunuyor.

Nisan 2018

"40 yıllık hayalim şimdi gerçekleşiyor."

Mary Işın Röportajı -

Türk kültürüyle tanıştığı yıllarda, yemek kitabı yazmak niyetiyle eline kalem alan Mary Işın, bugün Türk Mutfak Kültürü sahasında hatırı sayılır bir isme sahip. Araştırmaları derinleştikçe çerçevesi; tarih, antropoloji, sosyoloji disiplinlerini de kapsayacak biçimde genişlemiş. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye'de de insanların neyi kaybettiklerini yeni yeni anladıklarını düşünen Işın'ın öncelikli gayesi, Türkiye'nin doğru yüzünü göstermek...

Şubat 2018

Okur, Yazar Bir Sahafın Sandık Odasından...

Sahafname Kitabı Hakkında - Okur, Yazar Bir Sahafın Sandık Odasından...

Hep; eski, nadir eserlerden, koleksiyonlardan bahsedecek değiliz ya, bu sefer de dumanı üstünde bir kitap hakkında söyleyeceklerimiz var. Emin Nedret İşli'nin geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan Sahafnâme kitabından söz ediyoruz. Kitap yeni olsa da içeriği NadirKitap takipçilerini yakından ilgilendiriyor. Turkuaz Sahaf Nedret Bey; mesleği sayesinde haberdar olduğu, gördüğü, alıp sattığı ve hatta bir kısmını şahsi koleksiyonuna kaydettiği evrak hakkında kaleme aldığı yazılarda kıymetli bilgiler veriyor.

Şubat 2018

"Bende fren yok, beşinci vitesle gidiyorum!"

Halil Üner Röportajı -

Halil Üner, basketbol severlerin yakından tanıdığı bir isim. Başarılı spor kariyerinin ardından aralarında Fenerbahçe, Galatasaray ve Milli Takım'ın da bulunduğu çok sayıda kulüpte antrenörlük yaptı. Sağlık sorunları sebebiyle basketbol kariyerine son veren Üner, tutkulu bir karaktere sahip. 10 yaşında başladığı basketbol ilk ve en büyük tutkusu mutlaka. Ancak yine çocukluk yıllarında kendini gösteren ve 'emeklilik' günlerine kadar pusuda bekleyen ikinci bir ibtilası daha var; koleksiyonerlik.

Aralık 2017

"Göbek Bağımı Sahaflar Çarşısı'na Gömmüşler."

Turan Türkmenoğlu Röportajı -

Turan Türkmenoğlu, büyükbabasından ve babasından devraldığı sahaflık mesleğini, Beyazıt'taki Sahaflar Çarşısı'nda sürdürüyor. Türkmenoğlu ailesinin hikayesi ve Turan Bey'in ilk çocukluk günlerinden itibaren biriktirdiği anılar, mesleğin tarihi açısından önemli izler taşıyor...

Kasım 2017

"Başkaları gibi tanınmış değilim ama!"

Semavi Eyice Röportajı -

Karşımızda, mükemmeliyetçi yapısına uygun bir titizlikle oturuyor Semavi Eyice. Yaşadıklarının, yaptıklarının ve umduklarının ortaya koyduğu gibi, bir 'Eski zaman efendisi' o. Bu sebeple sonraki nesillerin içinde bulunduğu rahatlığı, görece ihmâlkârlığı anlamakta zorlanıyor.

Ekim 2017

Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda

Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda - Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı'nda

Yaşar Kemal, 1954'te Cumhuriyet gazetesi için muhabirlik yapmaktadır. Soğuk bir Ocak gününde, akşamüstü yolu Beyazıt'a, Sahaflar Çarşısı'na düşer. Belli ki planlı bir ziyaret değildir bu. Ancak anlatılanlar dikkatini çekmiştir. O ziyarette gördüklerini ve Muzaffer Ozak'la konuştuklarını gazete için kaleme alır.

Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ocak 1954

"Ben Değil Zaman Biriktirdi!"

Sermet Erkin Röportajı -

Çocukluğu 70'li ve 80'li yıllarda geçenler arasında Sermet Erkin'i tanımayan yoktur. Sahne üstünde sergilediği performansı soluksuz izlerken perdenin gerisinde de en az sihirbazlık numaraları kadar etkileyici bir hayatı olduğundan habersizdik...

Ağustos 2017

"Kitap sanatında zincir koptu!"

Fatih Hündür Röportajı -

Eskiden tek bir kitapta toplanan geleneksel sanatların şimdi çerçeveye hapsedildiğini söyleyen Mücellit Fatih Hündür, "Üstad olarak gördüğüm, yaptığı her işe hayranlık duyduğum kişi odur!" dediği Necmettin Okyay'ın rehberliğinde ilerlediğini belirtiyor.

Haziran 2017

"Alamadığıma değil göremediğime yanarım!"

Emin Nedret İşli Röportajı -

Emin Nedret İşli konuşurken; yakın tarihin pek çok mühim ismi hatıralar sahnesinde bir görünüp bir kayboluyor. Politikacılar, iş adamları, akademisyenler, eski kitap tozu aldıktan sonra bir daha iflah olmamış koleksiyonerler... Enderun Kitabevi'ne adım attığında henüz 10'lu yaşlarının başında olan İşli, sahaf dünyasının 40 yılını anlatıyor...

Mayıs 2017

"Yeni şeyler konusunda cahil kalma hakkımı kullanıyorum!"

Musa Dağdeviren Röportajı -

Musa Dağdeviren, geleneksel Anadolu mutfağını büyük bir titizlik ve başarıyla sunan Çiya restoranlarının sahibi. Nizip'te, hafızasındaki canlılığını bugüne kadar koruyan 'hayat'lı bir evde doğmuş. 10'lu yaşlardan beri, o zenginliğin kaybolmasına mani olmak için çalışıyor!

Nisan 2017

"Kitap, bir yatırım aracına dönüştü."

Asuman Bektaş Röportajı -

"Şimdi insanlar, kitabı bir yatırım aracı olarak görüyor. Kitapların koleksiyonlara girmesi belli bir disiplin içinde muhafaza edilmelerini sağlıyor. Bu bilinç daha çok oturmadı. Ama insanlar biliyor ki, birgün o kitabı artık istemediğinde ondan para kazanabilecek..."

Şubat 2017

"Bir hurdacının genlerini taşıyorum!"

Osmantan Erkır Röportajı -

Biz Osmantan Erkır'ı ulusal televizyonlara yaptığı büyük çaplı prodüksiyonlardan tanıyoruz. Popstar Alaturka, En Zayıf Halka, Kim 500 Milyar İster gibi pek çok yapımda imzası var. Ancak bu kadar göz önünde olmasına rağmen hiç bilinmeyen bir yönü daha var Erkır'ın. O, aynı zamanda iyi bir koleksiyoner.

Ocak 2017

"Bu işte satan değil alan kazanır!"

Lütfü Seymen Röportajı -

Sahaf camiasının en kıdemli isimlerinden Lütfü Seymen, alınıp satılan eserlerin niteliği değişse de insanlık var olduğu sürece sahaf müşterisinin de sahaflığın da bitmeyeceği kanaatinde...



Aralık 2016

"Eski tarz sahaflığın zamanı doldu."

Prof. Dr. İsmail Erünsal Röportajı -

Sahafların kültür ortamında yetişen, akademik çalışmalarını o ortamlar sayesinde eriştiği evrak üzerinde inşa eden Osmanlılar'da Sahaflar ve Sahaflık kitabının yazarı Prof. Dr. İsmail Erünsal'la sahaflığın yakın tarihini ve geçirdiği dönüşümü konuştuk...

Kasım 2016